Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri Ömrünü Allah-u Teâlâ'ya adamıştı. Hayatı boyunca dalâlet fırkalarının ve âhir zaman ulemâsının saptırıcı telkinlerini ümmet-i Muhammed'den uzaklaştırmaya ve İslâm ahkâmını hakkıyla korumaya çalıştı. Onun tek hedefi Kur'an-ı kerim'i ve Sünnet-i seniyye'yi tahriften korumak, müminlerin imanını kurtarmaktı. Bütün ömrünü bu yolda ve bu uğurda harcadı.
1950 yılından beri insanları irşad ile tenvir eden bu zâtı herkes tanırdı. Hiçbir zaman şahsi menfaat, şöhret ve nam peşinde olmadı. Her suale hak ve hakikat ölçüsünde cevap verdiği gibi, yoldan sapanları ikaz etmekten de çekinmedi. Bu sebeple sevenleri kadar sevmeyenleri de oldu. Nitekim Tevhid'e davet eden bütün peygamber efendilerimize düşmanlık yapanlar olduğu gibi bu Zât-ı âli'ye de düşmanlık yapanlar, iftira atanlar oldu.
2009 yılında ömrünün son günlerinde hasta halinde bu Zât-ı âli'nin ikaz ve irşadından rahatsız olan haçlı kâfirler ve onların piyonu FETÖ bu Zât-ı âli'ye ikinci bir defa büyük bir kumpas kurdular, "Hain Tezgâh" tertip ettiler. Niyetleri susturmaktı. Bütün bu kumpaslara, susturma gayretlerine, karalama kampanyalarına rağmen asla bir adım bile geri atmadı, din-i mübin için, İslâm için mücadelesine devam etti. Çünkü o Allah'a ve Resul'üne dayanıyordu. Bu yalan ve iftiralar "Hâin Tezgâh" isimli kitabının çıkmasına vesile oldu.
Başka bir komplo ve iftirayı 2004 yılında hıristiyan misyonerleri ile yaptıkları mücadele ve yayınlar sebebiyle kartel medyasını kullanarak yapmışlardı. Zira "Hıristiyanları Hidayet ve Gerçek Kurtuluşa Dâvet" başlığı altında yayınlanan broşürü 9 dile tercüme edilerek bütün dünyada; Amerika'da, Avrupa'da, Vatikan'da bizzat bu işe gönül veren talebeleri tarafından dağıtıldı, bütün kiliselere gönderildi. Küffar Türkiye'deki misyonerlik faaliyetlerini durdurmak, Türkiye'den çekilmek zorunda kaldı.
Allah yolunda, din ve vatan bölücülerine karşı "Hiçbir kınayıcının kınamasından çekinmeden" cihad etti.
"İtimad edin, dünyada kalmak için tek bir arzum Allah yolunda bu cihad içindir. Beni tek tutan cihaddır. Gitmeye çok meyyalim, bu cihad olmasa yaşamanın âlemi ne!.." buyurmuşlardı.
Ömrü mücadele ile, türlü ibtilâlarla geçti.
Hep sabır, şükür ve tevekkül halindeydi. Takdir-i İlâhi'ye boyun eğmiş, Hakk'ın hükmüne râm olmuşlardı. Şöyle buyurmuştu:
"Benim gayet rahat ve müsterih bir halim var. Rahatım, memnunum. O'ndan geldiği için gayet memnunum. En küçük bir şikâyetim, sıkıntım yok. Hep Hakk'tan. Çünkü Güzel'den geliyor. O'ndan gelen her şey güzel. Buna şükür. Ne demek bu? Hep şükür, hep şükür, hep şükür. İbtilâdayız, imtihandayız, hep şükür, hep şükür, hep şükür. Sonsuz şükür."
Peygamberân-ı izam ve Evliyalullâh Hazerâtı'nın hayat-ı saadetleri ibtilâ ve musibetlerle doludur. Bu ibtilâlar peygamberlerden mirastır, Sünnet-i seniyye'dir.
O Hazret-i Allah'a öyle bağlıydı ki;
"Bin tane can, bin tane canan verse, bin canımdan da, bin cananımdan da vazgeçerim." derdi.
Son günlerinde hastanede iken bir sabah söylediği şu sözler son nasihat ve vasiyetleriydi:
"Din emanettir, dinine hıyanet eden, imanını kaybetmiş olur. Bunu duyurun. İster uyar, ister uymaz."
O: "Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!" (Hûd: 112) Âyet-i kerime'sini düstur edindi, bütün hayatında tatbik etti.
Vasiyetlerinde: "Hazret-i Allah'ın hükümlerinden ve Resulullah'ın Sünnet-i seniyye'sinden ayrılmayın!" buyurmuşlardı.