Hazret-i Allah'ın sevdiği, seçtiği ve hususiyetle ikinci bin yılda, ahir zamanda göndereceği bu üç yapıcı zevât-ı kirâm, bu fitne ve zulümâtı kaldırmak için çalışacaklar ve birbirlerini tamamlayıp, Allah-u Teâlâ'nın izniyle ve inayetiyle muzaffer olacaklardır.
Bunlar Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in haber verdiği Hadis-i şerif'ler ile bilinir. Evliyaullah Hazerâtının izahlarıyla anlaşılır.
Hâtem-i Evliya; ahir son zamanda gelecek velilerin sonuncusu demektir.
Naim bin Hammad'ın Ka'b -radiyallahu anh-dan rivayet ettiği Hadis-i şerif'te Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
"Mehdi'nin çıkış alâmetlerinden bir tanesi de batıdan, başlarında Kinde kabilesi'nden ayağı sakat bir adamın bulunduğu bayraklıların çıkmasıdır." (İmâm-ı Suyûtî, Kitab'ü-l Arf'il Verdi Fi Ahbâr'il Mehdi)
Resulullah Aleyhisselâm Efendimiz Hâtem-i velinin beş işaretini beyan buyuruyorlar, bu işaretler ile anlaşılır, zira hatem meselesi gizlidir. Resulullah Aleyhisselâm biliyordu, varisi olan evliyaullah'a da bildirdiler.
Sevban -radiyallahu anh-den rivayet edilen diğer bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyuruyorlar:
"Sizin hazinenizin yanında, hepsi de bir halifenin oğulları olan üç kişi öldürülür ve bu hazine hiçbirisine nasip olmaz.
Sonra Doğu tarafından siyah bayraklılar çıkarak hiçbir kavmin yapmadığı bir şekilde savaş yaparlar ve ardından Allah'ın halifesi Mehdi gelir.
Siz onun ismini işittiğinizde kar üzerinde sürünerek de olsa ona gelin ve ona biat ediniz. Çünkü o, Allah'ın halifesi Mehdi'dir." (Hâkim)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz üçüncü olarak Abdullah bin el-Hâris bin Cez'iz-Zübeydi -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardir:
"Doğudan birtakım insanlar çıkacak ve Mehdi için zemin hazırlayacak."
Ravi der ki: "O, Mehdi'nin hakimiyetini kastediyor." (İbn-i Mâce: 4088)
Mehdi; kelime olarak hidayet kökünden gelir. Allah-u Teâlâ'nın hidayetine ermiş mânâsını taşır. "Allah-u Teâlâ'nın izniyle hidayete erdirecek." mânâsını da ifade eder.
Allah-u Teâlâ kıyametin kopmasına çok az bir zaman kala Hazret-i Mehdi'yi ümmet-i Muhammed'in başina gönderecek, bu zât-i muhterem dogrudan dogruya Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin vekâletini taşiyacak, onun vazifesini yapacak, garip duruma düşen Islâm'ı gariplikten kurtarmaya çalışacak. Çünkü bunun için gönderilecek. Allah-u Teâlâ onu muzaffer edecektir.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde Mehdi Hazretlerini haber veriyorlar:
"Kıyametin kopmasına bir gün bile kalsa, Allah-u Teâlâ o günü uzatarak benim soyumdan bir kişi gönderecektir. Adı adımın, babasının adı babamın adının aynısı olacak, zulüm ve zorbalık altında inleyen yeryüzünü huzur ve adaletle dolduracaktır." (Ebu Davud, Tirmizî)
"O zât insanlar içerisinde Peygamber'in -sallallahu aleyhi ve sellem- sünneti ile amel eder. İslâm yeryüzüne tam mânâsı ile yerleşir. Yeryüzünde yedi sene kalır, sonra vefat eder ve müslümanlar onun üzerine namaz kılarlar." (Ebû Dâvud. 4286)
İsa Aleyhisselâm'ın geleceğini bize Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz 1400 sene evvel haber veriyorlar:
Deccalin fitnesi ile müslümanların iyice bunaldığı bir sırada yeryüzüne inecek ve icraatlarını gerçekleştirecektir.
İsa Aleyhisselâm'ın halen sağ olduğuna, âhir zamanda mutlaka yeryüzüne inerek Muhammed Aleyhisselâm'ın şeriatı ile hükmedeceğine ve Allah yolunda mücadele, mücahede edeceğine inanmak farzdır.
Bu husus tevatür derecesine ulaşmış; Kitap, Sünnet ve İcmâ ile sabit olmuştur.
Ümmet-i Muhammed'in her asırdaki âlimlerinin ileri gelenleri, İsa Aleyhisselâm'ın kıyamete yakın bir zamanda ineceği hakkında icmâ etmişler, muhalefette bulunmamışlardır. Ancak birtakım filozoflar inkâra kalkışmışlardır.
İsa Aleyhisselâm'ı çok sevmeli ve gelmesini de beklemeliyiz, ancak henüz daha gelmiş değil. Bu yüzden bu çıkanların hepsi sahtedir, yalancıdır, soytarıdır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyurur:
"Şüphesiz ki o, kıyametin kopacağını gösteren bir bilgidir." (Zuhruf: 61)
İsa Aleyhisselâm'ın kıyamete yakın bir zamanda ineceğine dair Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyururlar:
"Hayatım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, çok sürmez Meryem oğlu İsa adil bir hakem olarak inecek, haçı kıracak, domuzu öldürecek, cizye vergisini kaldıracak ve mal o kadar çoğalacak ki, onu kabul eden kimse bulunmayacak." (Buhâri, Tecrid-i sarih: 1018)
Binaenaleyh İsa Aleyhisselam inecek ve Mehdi Aleyhisselâm'ın arkasında namaz kılacaktır. Beraberce cihad edecekler, Deccal'i öldüreceklerdir.
"İsa bin Meryem'in, arkasında namaz kılacağı kişi bizdendir." (İmam-ı Suyûtî)
Bir diğer Hadis-i şerif'lerinde ise şöyle buyuruyorlar:
"Mehdi bu ümmettendir ve Hazret-i İsa'ya imam olacaktır." (İmam-ı Suyûtî)
Bu devir, müslümanların paramparça olduğu, bölücülerin her yeri işgal ettiği, saptırıcı imamların, âhir zaman âlimlerinin insanları hak yoldan uzaklaştırdığı ve imansızlık girdabına düşürdüğü bir devirdir. Dünya kurulalı beri böyle bir devir gelmiş değil.
Maddecilik, dünyaya aşırı muhabbet gönülleri tutuşturmuş, medya insanların zihinlerini bulandırmış, felsefe fikirlerde kararsızlık husule getirmiş ve nice insanları imandan, İslam'dan uzaklaştırmıştır.
Binaenaleyh ilk iman kurtarma cihadını Hâtem-i veli başlatacak, onun ardından Hazret-i Mehdi, onun ardından da Hazret-i İsa Aleyhisselâm gelecek, bu cihadı tamamlayacaklar, birbirleriyle mütemmim olacaklar. Bu noktada üçü de birbirine bağlanıyor. Bu merdiven üçtür, üçü birdir.
Çünkü bu iman kurtarma cihadı bu birinci merdivenden başladı. Hâtem-i veli, Hazret-i Mehdi ve İsa Aleyhisselâm, üçü de birbiri ardından geliyor. Birisi kalemle, birisi kılıçla, birisi ıslahatla vazifeli olacak. Her birinin vazifesi ayrı olacak.
Bu üç zevât-ı kiram'ı Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz haber vermişlerdir. Hazret-i Mehdi ve İsa Aleyhisselâm açık olarak beyan edilmiş, tarif edilmiştir.
Ve fakat Hatemiyet meselesi gizli olduğundan yalnızca, Allah-u Teâlâ'nın sevdiği seçtiği birçok veli kulları Hatem-i veli'nin ahir son zamanda gönderileceğini Allah-u Teâlâ kendilerine bildirdiği için biliyorlardı.
İnsana hakikatı bildirecek olan, her şeyden kemâliyle haberdar olan Zât-ı kibriyâ'dır.
Nitekim bir Âyet-i kerime'sinde:
"Her şeyden haberdar olan Allah gibi sana hiç kimse haber veremez." buyurmaktadır. (Fâtır: 14)
Her bir velinin ayrı ifşaatı var. Birine verdiğini diğerine vermemiş, birine gösterdiğini diğerine göstermemiş. İki beyan birbirini tutmuyor. Her birisi bir noktaya temas etmiş.
Onu Levh-i mahfuz'da görmüş, Ümmül-kitab'ı okumuş, tâ asırlar sonra geleceğini bilmiş ve yazmış.
Hakîm-i Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri Allah-u Teâlâ'nın, âhir zaman müceddidi Hâtemü'l-evliyâ'yı göndermedikçe, onunla hüccet ve delillerini yeniden ayağa kaldırmadıkça kıyameti koparmayacağını on asır öncesinden müşahede ederek şöyle buyurmuştur:
"Allah Hâtemü'l-evliyâ'yı getirmedikçe dünyâ yıkılmaz. O ilâhî hücceti (âyet ve delilleri) ayakta tutar. O'nun makâmı Melik'in mülkünde, Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-in makâmına en yakın makamdır. O'nun payı ise ferdiyyet yani tekliktir." (Hatmü'l-evliyâ, s. 441)
Kendisinden bin küsur sene sonra gelecek olan ve hakkında müstakil bir eser yazdığı zâttan şu şekilde bahsetmiştir:
"Peygamber Aleyhisselâm, doğruluk ayağını bütün peygamberlerden ileriye atmıştır. O, bütün peygamberlerin hâtemidir..."
"... Dünyanın zeval vakti gelince Allah bir veli gönderir. Bu veliyi seçmiş, kendine yaklaştırmıştır. Evliyâya verdiğini buna vermiş, buna hâtem'ül-velâye de denmiştir.
Bu, kıyamet gününe kadar Allah'ın, diğer velilere hücceti olur. Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-in nübüvvet sıdkı bulunduğu gibi, bunun velâyet sıdkı vardır. Ona şeytan musallat olamaz, nefis onu velâyetten alıp zevkine düşüremez."
"Bu Hâtem'ül-evliyâ, bütün velilerin seyyididir. Nasıl ki Muhammed Aleyhisselâm peygamberlerin seyyidi ise o da evliyânın seyyididir." (Hatm'ül-evliya, s. 342-346)
Her peygamber yerinden sürülmüştür. Hakîm-i Tirmizi -kuddise sirruh- Hazretleri de "Hatm'ül-evliyâ isimli kitabını yazması, Allah-u Teâlâ'nın Hâtem-i veli hakkında ona ihsan ettiği bilgileri açığa vurması sebebiyle memleketinden sürülmüştür.
Hâtem-i veli'nin gelişini ve cihadini Seyyid Abdülkâdir Geylânî -kuddise sirruh- Hazretleri "Feth'ur-Rabbânî" adlı eserinin "60. Meclis"inde beyan buyuruyorlar:
"Kim ki bu hale ererse, artık Aziz ve Celil olan Allah'ın kapısından onu hiçbir engel alıkoyamaz. Bayrağı indirilemez."
Bu ifşaatinda üç nokta var.
O, Hakk tarafindan gönderilmiştir, Hakk onu destekliyor. Onun içindir ki onu hiç kimse mağlup edemez.
Ona öyle bir bayrak verilmiştir ki, o bayrak nübüvvet bayrağıdır. Onu o taşıyor.
Hadis-i şerif'te Hazret-i Mehdi'den evvel siyah bayraklıların çıkacağı beyan buyuruluyor. Siyah bayrak Resulullah Efendimize âittir, o bayrağı o taşıyor.
"Askeri mağlup edilemez. Hakk'ı haykıran sesi susturulamaz."
Allah-u Teâlâ onu desteklediği gibi, askerini de ordusunu da destekliyor.
Bu husus şu Âyet-i kerime'nin şümulüne girer:
"Ey Peygamber! Allah sana da sana tâbi olan müminlere de yeter." (Enfâl: 64)
"Tevhid kılıcı için bir hudud çizilemez."
Allah-u Teâlâ öyle geniş, öyle hudutsuz bir irşad ihsan buyuracak ki, kılıcını her tarafa sallayacak.
Lütfu ile onu öyle hallendirmiş ki, kendi lütuf tecelliyatından başka içindekileri hep atmış.
"İhlâs adımları yürümekle yorulmaz."
O, O'nun tecelliyatı ile yürüyor. Allah-u Teâlâ onda rızâ-i ilâhî'den gayrı ne gaye, ne maksat, ne menfaat, hiçbir şey bırakmamış.
"Hiçbir iş ona güç gelmez."
Allah-u Teâlâ ona öyle bir azim ve irade vermiş ki, Allah-u Teâlâ onu desteklediği için, o azamet ile her güç iş kolay geliyor.
"Hiçbir kapı, önünde kapalı durmaz, açılınca da kapanmaz."
Nitekim bu ilmin dünyanın her tarafına yayılışının sebebi ve sırrı budur.
"Bütün kapalı kapıların kanatları uçuşur, bütün yönler açılır."
İlâhî bir lütuf bu, başka bir şey değil.
"O, Hakk Teâlâ'nın huzuruna varıncaya kadar, hiç kimse onu durdurmaya güç yetiremez."
"Rabb'inin huzuruna vardığı an, O da ona lütfeder, ikramlarda bulunur. Onu kendi hücresinde uyutur. Lütuf ve fazlından yedirir, ülfet bâdesinden içirir. Bunları bulduktan sonra, hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir insanın hatırına gelmeyen hârikulâdelikleri görür."
"Hakk Teâlâ'nın fazlını, keremini bulduktan sonra, o büyük insan halk arasına yine katılır."
"Sebebi; onlara hidayet yolunu göstermesi ve mülk sahibi kılmasıdır. Çünkü o kul, sonsuz mânevî bir mülke sahiptir."
"Ulaşmış olduğu mertebelerin bereketiyle diğer insanlara feyz saçar, rehberlik ve hidayet öncülüğü eder.
O öyle bir kuldur ki, Hakk'a vâsıl olmuş, O'nu görmüş ve mâsiva denen Hakk'ın zâtından gayrı şeyleri bilmiştir."
"Artık işi halkla uğraşmaktır. Yerine göre halkın tepesine bir tokmak olur. Hak olanla bâtıl olanı birbirinden ayırt eder."
Bu ilâhi bir lütuftur. "Bu haktır, bu bâtıldır." diye rahat ayırt eder.
"Onları Aziz ve Celil olan Allah'ın katına götürmek için bir elçi, bir kılavuz olur."
"Bu zâta melekût âleminde Azîm yani büyük kişi ismi verilir."
"Bütün halk onun kalbinin ayakları altında durur ve onun gölgesinde gölgelenir."
"Bu halleri işitip heyecana kapılma." (60. Meclis)
Fusûsu'l-Hikem isimli eserinde Hatem-i veli'nin ilmi hususunda şöyle buyurmaktadır:
"Bu ilim ilm-i billâhın âlâsıdır. Bu ilim, ancak peygamberlerin ve velilerin sonuncusuna verilmiştir.
Bu ilmi, Nebî ve Resûl'lerden görebilenler ancak Hâtem-i nübüvvet olan Muhammed Aleyhisselâm'ın mişkâtından (kandilinden) görürler. Velilerden görebilenler de ancak onun mirasçısı olan hâtem-i veli'nin mişkâtından görürler, hatta peygamberler, o ilmi ne zaman müşahede etseler ancak Hâtem-i velâyet kandilinin ışığıyla görürler. Çünkü Resullük ve Nebilik keyfiyeti sona ermiştir. Velilik ise aslâ nihayete ermez." (Fusûsu'l-Hikem, s. 43-44, çeviren N. Gençosman)
Hâtem-ül Enbiya ve Hâtem-ül Evliya mevzusunun en gizli sırlarından birisi, Muhyiddin-i İbn'ül-Arabî -kuddise sırruh- Hazretlerinin; velilerin sonuncusu olan Hâtem-ül evliya'nın da Âdem Aleyhisselâm'ın su ile toprak arasında iken veli olduğu hakkındaki beyanlarıdır.
Şöyle buyuruyorlar:
"...Keza velilerin sonuncusu Hâtem-i evliya da Âdem su ile toprak arasında iken veli idi.
Diğer veliler, ancak ilâhî ahlâk cümlesinden olan velilik şartlarını kazandıktan, Allah'ın Veli ve Hamid isimlerinin feyzine mazhar olduktan sonra veli oldular.
Şu hale göre sonuncu Peygamber'in veliliği yönünden sonuncu veliye nisbeti Resul ve Nebilerin ona nisbeti gibidir. Bu itibarla Resullerin sonuncusu hem Veli, hem Nebi, hem de Resul'dür. Hâtem-i evliya ise irfanı aslından alan Vâris'tir. Mertebeleri müşahede eder.
Ve o, şefaat kapısının fethinde Âdem oğlunun seyyidi ve cemâatin mukaddemi olan Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-in hasenâtından bir hasenedir." (Fusûsu'l-Hikem. Çeviren: N. Gençosman. s. 46)
Mevlânâ -kuddise sırruh- Hazretleri de Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin buyurduğu "Bayraklılar"ı tarif ediyor ve tâbi olup iman etmeye teşvik ediyor.
"Açtılar kenz-i füyûzu olunuz hil'at-pûş
Mustafa geldi yine cümleniz iman ediniz."
"Mustafa: 'Ne mutlu benim yüzümü görene, ne mutlu yüzümü göreni görene.' dedi.
Bir mumdan yakılan mumu gören, gerçekten de asıl mumu görmüştür. Böylece o mumun ışığı, yüz muma nakledilse, o mumdan yüzlerce mum yakılsa, sonuncusunu gören bile asıl ilk mumu görmüş sayılır.
Işığı istersen son mumdan al; istersen can mumundan, hiçbir fark yoktur.
İstersen son mumun ışığını gör, istersen geçmişlerin mumunu gör." (Mesnevi: c. 1 s. 380)
O nurun nurudur. İster ilk mumdan al, ister son mumdan al. Çünkü ilk de O'nun nuru, son da O'nun nuru.
İmâm-ı Rabbânî -kuddise sırruh- Hazretleri "Mektûbat" adlı eserinin "260. Mektub"unda Hâtem-i veli'den bahsederken şöyle buyurmuştur:
"Kutb-u irşad, ferdî kemâlâtı dahi üzerinde topladığı için pek değerli bir şahıstır."
Allah-u Teâlâ o zamanda böyle bir kimseyi gönderecek ve kendisinde tecelli edecek.
"Nice uzun asırlardan ve çok uzun zamanlar geçtikten sonra böyle bir cevher dünyaya gelir."
Görülüyor ki İmâm-ı Rabbânî -kuddise sırruh- Hazretleri çok ileriyi görmüş ve çok ileriyi tarif etmiş. Kendisinin "İkinci Bin Yılının Müceddidi" olmadığını, çok uzun asırlardan sonra geleceğini beyan ediyor. Nitekim dört asır sonra geldi.
İmam-ı Rabbânî -kuddise sırruh- Hazretleri "Mektubat" adlı eserinin "261. Mektub"unda bu ilmin Allah-u Teâlâ tarafından geldiğini ve bu devrin Asr-ı saâdet'e benzeyeceğini, diğer Evliyâullah hazerâtının bu ilmi açıklamadığını, gizli ve kapalı kısımların açılacağını ve izahının yapılacağını, fakat birçok kimsenin anlamayacağını beyan etmişlerdir.
Buyururlar ki:
"Bu öyle bir kemâlât, öyle bir üstünlüktür ki, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-den bin sene sonra meydana çıkmıştır. Öyle bir sondur ki, baş tarafa benzemektedir."
Ve şu Hadis-i şerif'i delil olarak getirmişlerdir:
"Ümmetim yağmura benzer. Evvelkiler mi daha hayırlıdır, sonrakiler mi daha hayırlıdır bilinmez." (Tirmizi)
Evvelkilerden murad Asr-ı saâdettir. Sonrakiler ise ikinci bin seneden sonra gelen ve Hâtem-i veli ile başlayan cihad devresidir.
Abdülgâni Nablusî -kuddise sirruh- Hazretleri "Cevâhirü'n-Nusûs" adlı eserinde, velâyet ilimlerinin alındığı asıl kaynak olan Hâtem-i velâyet kandili ile ilgili olarak şu malûmatı vermiştir:
"Kıyâmet gününe kadar her devirdeki veliler bu ilmi ancak Hâtem-i velî'nin, o zamandaki velâyet kandilinin nûrundan görebilirler." (Cevâhirü'n-Nusûs, s. 36)
•
Hazret eserinde: "Âdem su ile toprak arasında iken ben Peygamber idim." Hadis-i şerif'inin tefsir ve izâhını yaparken, mevzunun bir noktasında, Hâtem-i velâyet mevzusu ile ilgili en gizli sırlardan birisine temas ederek şöyle buyurmuştur:
"Bahsettiğimiz türlerden üçüncüsü olan Hâtemü'l-evliya da velî iken, Âdem henüz su ile toprak arasında idi. Çünkü o, Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-in kademi üzerindedir." (Cevâhirü'n-Nusûs, s. 38)
İsmâil Hakkı Bursevî -kuddise sırruh- Hazretleri "Kenz-i Mahfi" adlı eserinin "10. Bahis"inde Hâtem-i veli'nin ilmi hususunda mühim ifşaatlarda bulunmuş; bu zâtın diğer velilerden üstün oluşuna delil olarak neşredeceği kitapları göstermiştir.
Müellif, eserinin 123. ve 162. sayfalarında, kendisinden iki yüz sene sonra dünyaya gelecek olan zâttan ve eserlerinden şöyle bahsetmiştir:
"Vâris-i nebi olanlar arasında, kendilerine ilim nasib edilen, bir de bu ilim üzerine eser yazabilen, elbette ki yazamayandan daha kuvvetlidir."
"Hatemü'l-velî ise -kuddise sırruh-, bütün velîlerden üstündür. Çünkü, en kâmil varis odur. Buna delil ise, tasnif ettiği eserlerinin pek çok olacağıdır. Nasıl ki bu, ehline gizli değildir."
"Her asırda mevcud olan insan-ı kâmil, Peygamber makamına oturmuştur ve hatem-i velâyetin üflediği nefesidir."
Her bir velinin bu hususta beyanları var ise de, Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri "Emirdağ Lahikası" isimli eserinde Mehdi Aleyhisselâm'ın vazifesinden bahsederken, Mehdi Aleyhisselâm'dan evvel gelecek bu zâttan haber vermiş; bu ilmin, bu kitapların Mehdi Aleyhisselâm'a hazır bir program olarak hazırlandığını işaret ve ifade ederek şöyle buyurmuşlardır:
"Fen ve felsefenin tasallutiyle ve maddiyun ve tabiiyyun tâunu, beşer içine intişar etmesiyle, her şeyden evvel felsefeyi ve maddiyun fikrini tam susturacak bir tarzda imanı kurtarmaktır.
Ehl-i imanı dalâletten muhafaza etmek ve bu vazife hem dünya, hem her şeyi bırakmakla, çok zaman tedkikat ile meşguliyeti iktiza ettiğinden, Hazret-i Mehdi'nin, o vazifesini bizzat kendisi görmeğe vakit ve hal müsaade etmez. Çünkü hilafet-i Muhammediye (Aleyhisselâm) cihetindeki saltanatı, onun ile iştigale vakit bırakmıyor. Herhalde o vazifeyi ondan evvel bir tâife bir cihette görecek. O zât, o tâifenin uzun tasdikatı ile yazdıkları eseri kendine hazır bir program yapacak, onun ile o birinci vazifeyi tam yapmış olacak.
Bu vazifenin istinad ettiği kuvvet ve mânevî ordusu, yalnız ihlâs ve sadakat ve tesanüd sıfatlarına tam sahip olan bir kısım şâkirdlerdir. Ne kadar da az da olsalar, mânen bir ordu kadar kuvvetli ve kıymetli sayılırlar." (Emirdağ Lâhikası, s. 259)
Bu hususta daha birçok Evliyâullah Hazerâtı'nın beyanları mevcuttur.
Dünya bozulmaya yüz tuttuğu, fitne ve fesadın arttığı bir zamanda Allah-u Teâlâ sevdiği ve seçtiği bu kullarından birini gönderir, onunla o ifsadı kaldırır.
Hele dünyanın son zamanında; dinsizliğin, ahlâksızlıkların her türlüsünün son haddine vardığı, bilhassa Deccâl'den daha beter olan sapıtıcı imamların türeyip, din-i İslâm'ı aslından çıkarmak istedikleri bir anda, Allah-u Teâlâ yeni bir din değil de, ancak İslâm dinini kuvvetlendirmek, halkı imana dâvet etmek için bir dâvetçi gönderir.
Bu en büyük fitne zamanında ise; Allah-u Teâlâ hükümlerini ayakta tutmak için, kâfirlerin küfrünü ortaya koymak için, bu fesadı yok etmek için Hâtem-i veli'yi gönderir.
Nitekim Hakim-i Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri şöyle buyurmuşlardır:
"Âhir zamanda Mehdi yokken, henüz yaklaştırılıp seçilmemişken; aradaki boşlukta, Hâtem'ül-velâye'den başka adâleti (hakkâniyeti) ayakta tutacak kimse olmaz. Ve o, bütün veliler üzerine o devirde, Allah'ın hücceti olmaya muvaffak olur."
Dikkat edilirse "Ondan başka adaleti ayakta tutacak kimse bulunmaz." buyuruyor.
Bu söz sadece Türkiye'yi değil dünyayı kapsıyor. Bu nur değil Türkiye'ye bütün dünyaya yayılıyor.
Bu beyanı ile Hazret-i Mehdi gelmeden evvel adâleti ayakta tutmakla, her ikisini bitiştirmiş oluyor.
Daha önce belirtildiği üzere, bu ilim bugün indi. Eğer bu devir olmasaydı, bu ilim inmezdi. Böyle bir devire mukabil Allah-u Teâlâ adâletini ayakta tutmak için bu ilmi bugün indirdi. Bu devir böyle gidiyor ve hamdolsun mücadele devam ediyor.
Hakîm-i Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri çok kesin ve açık olarak beyan ediyor. "Mehdiden evvel adâlet-i ilâhîyi ayakta tutacak başka kimse olmayacak." buyuruyor.
Hâtem-i veli'nin Türkiye'de gelmesinin ve vazifelendirilmesinin sebebi; bölücüler, türemeler hep Türkiye'de türedi.
Büyük fitne Türkiye'de koptu ve Allah-u Teâlâ bu ilmi Türkiye'ye indirdi. Sonra Hicaz tarafında çok büyük fitne kopacak, Allah-u Teâlâ o zaman da Mehdi Hazretlerini gönderecek. Bugün buraya gönderdi, o gün oraya gönderecek. Yerine göre, zamana göre tayin ediyor.
Allah-u Teâlâ öyle murad etmiş. Yoksa bu bölücüler İslâm dininin hiçbir esasını bırakmayacaklardı. Hak ile bâtıl tamamen birbirine karışmıştı ve bâtıl galebe etmişti. Niçin galebe etti? Onları müslüman zannıyla çoğunluk onlara kaydı. İslâm'ı bölüm bölüm böldüler ve parsellediler, dinde şirket kurdular. Her biri kendi ismiyle bir din kurdu, dini dünyaya âlet ederek halkı alabildiğine yoldular ve soydular. Hem imandan ettiler, hem de maddelerini aldılar. "Sen çalış bana ver!" Sahte şeyhler gibi.
Fakat Allah-u Teâlâ'nın izniyle "Bu küfürdür, bunlar kâfirdir." deyince küfürleri meydanda kaldı. Nur galip geldi, küfrün üzerini ezdi geçti.
Bu sapıtıcı imamların ve türemelerinin örümcek ağı gibi örmek istedikleri tuzakları bu cihadla bertaraf edildi.
Musa Aleyhisselâm'ın asasının sihirbazların sihirlerini yuttuğu gibi, hakikat da ortaya çıkınca sahtelerin hepsini yuttu gitti. Ancak donan dondu, imanını kurtaramadı.
Bu nurun girdiği yerde zulümât çökmeye, yok olmaya mahkumdur.
Allah-u Teâlâ dilerse nurunu yayacak, bu nur bu zulümâtı delecek, bunlara bu sahayı bırakmayacak. Buna emin olun.
Hâtem-i veli'den sonra gelecek ikinci bir veli yok. Ancak Hazret-i Mehdi gelecek. Veli gelse de kendi çapında. Yani resulden sonra gelen nebiler gibi olacak. Fakat irşâda mezun değildir. Bundan sonra kimseden bir şey beklemeyin. Bu kitaplara tutunun. Çünkü bu mühürdür. Hâtem-i nebi'den sonra bir peygamber çıksa inanılır mı? Çıkar, fakat sahteler çıkar. Onlar yalancıdırlar.
Bu meyanda ortalık çok bozulacak, daha da karışacak. Çok büyük sıkıntılar olacak. Harp sıkıntıları, geçim sıkıntıları, telâşlar başgösterecek.
Dikkat ederseniz hadiseler başladı. Bu zelzeleler, yere batmalar, kılık değiştirmeler şimdiden başladı. Dünyanın birçok yerleri sallanıyor. Artık bu dalga böyle gidiyor. Bu zelzele hadisenin başıdır, sonu değil.
Öteden beri şunu duyardık: "Âhir son zamanda bina ile zinâ çok olacak."
Binaya ne kadar önem verildi, amma o binanın içinde hep zinâ. Hiç nikâh yok. Bugün nikâh bilinmiyor, yapılmıyor, mehir zaten bilinmiyor.
Amma görülüyor ki bina da gitti, zinâ da gitti, hepsi gitti. Dün yıkanmayı kibrine yediremeyen, bugün yıkanmadan gömülüyor. Dün saraylara sığmayan bugün barakalarda sığınmaya çalışıyor. Ne ibretler var!
Onun için gün bugün ve bugünün de sonundayız. Dünyanın ömrü pek uzun değil. Fakat insanlar devrenin ucuna geldiğinin farkında değiller. Dünya ile meşgul olacak, dünyaya meyledecek zaman değil.
Ancak ihtiyacını, maişetini temin et, ebedî hayatını kazanmak için gayret et!
Zira bir Hadis-i şerif'lerinde Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
"Dünya malını ehline terk ediniz. Zira ondan ihtiyacından fazlasını alan kimse, şuursuzca kendini helâk etmiş olur." (C. Sağir)
Haram ve nâmeşru kazançlara gelince:
"Dünya bir cîfedir, onun taliplisi köpeklerdir."
Yani kelp olarak âhirete çıkacak. Ne oldu? Kazandı! Neyi kazandı? Ateşi kazandı!
Hâtemlikle ıslahat başladı. Birinci ıslahat nurla, hatemlikle olacak. Mehdi Hazretleri kılıçla ıslahat yapacağı gibi, İsa Aleyhisselâm da müslümanlarla hıristiyanlar arasında hakemlik yapacak ve Deccal'i öldürecek.
Bu üç vazife merdiven gibidir.
Bu nur çığır açıyor, karanlıkları deliyor. Bu çığır Mehdi Hazretlerinin zamanına kadar gidecek. Nur da yayılacak, türemeler de türeyecek. Bunlar daima birbirine karşı olacaklar.
Mehdi Hazretleri zuhur ettiği zaman, ona en çok buğz eden ve karşı gelen, imansız imamlarla türemeleri olacak. İmanları yok çünkü. İmamları var, imanları yok.
İşte Mehdi Hazretleri o zamanki fukaha ile, o zamanki imansız imamlarla çarpışacak.
Bizim bu bölücülerle cihadımız, sanmayın ki küçük bir çarpışmadır. Bütün bölücülerle karşı karşıya gelmiş durumdayız. Nasipdar olan tenvir oluyor, nasibini alıyor. Nasibi olmayan görmüyor.
Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"İşte bu yol Allah'ın hidayet yoludur. Allah kullarından dilediğini bu yola eriştirir (kime dilerse ona nasip eder)." (En'am: 88)