Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri, Şeyh Muhammed Es'ad Erbilî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin hulefasından Şeyh Halil Fevzi -kuddise sırruh- Hazretleri'nin hizmetlerinde olmakla kemâl bulmuşlar, Şeyh Halil Fevzi -kuddise sırruh- Hazretleri'nin 1950 senesinde ahirete intikallerinden sonra irşad vazifesini deruhte ederek bütün ömürlerini bu yola adamışlardır.
Vefatlarına kadar tam 60 yıllık bir irşad hayatı ile insanları tenvir etmeye, yol göstermeye çalıştılar.
O, Allah için çalıştı, Allah yolunun hizmetkârı idi. Gayesi, maksadı, menfaati yoktu. Fîsebilillâh hayatı mücadele ile geçti. Allah ve Resul'ünü sevdirmeye, Allah ve Resul'ünde birleştirmeye, Nûr-i Muhammedî'nin yayılmasına, kalplere Hazret-i Allah'ı ve Resulullah'ı yerleştirmeye çalıştı. Hazret-i Allah ve Resul'ünü örnek aldı. Ömrü ibadetle, taatle ve cihatla geçti.
Hazret-i Allah'a giden nurlu yolu tarif etti, mahviyet ve istikamet üzereydi, bunu öğretti. Ölçüsü Kur'an-ı kerim ve Sünnet-i seniyye idi...
Tasavvuf, İslâmî ilimlerin özü ve kaynağıdır. Esrar odasının ilâhî sırlarına mazhar olabilmek ve hakikati anlamak için kurulmuş ilâhi bir ilim-irfan mektebidir. Bu tahsil sayesinde bütün ilimlerin özüne inilir.
Bu mektebin ve bu mektepteki tahsilin en mühim amillerinden birisi mürşidin müridi ile olan sohbetidir.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri ümmet-i Muhammed'i tenvir edebilmek, hakikatleri duyurabilmek için eserler neşrettikleri gibi; yakınlarını, ihvanını yetiştirmek, nasipdar olmak için ziyarete gelenlere nasiplerini ulaştırabilmek için, yıllarca büyük bir tevazu ile, büyük-küçük, zengin-fakir ayırmadan her biri ile ayrı ayrı ilgilendiler, sohbet ettiler.
Buradaki sohbet kelimesi bildiğimiz anlamda basit bir sohbet değildir.
Zira tasavvuf yolunda müridin mürşid ile sohbeti, Ashâb-ı kiram'ın Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ile sohbetine nispet olunmuştur.
Zira Ashâb-ı Kiram -radiyallahu anhüm- Hazerâtı Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in sohbetinde yetişmişlerdir. Sohbetten aldıkları feyz ve bereket sebebiyle onlara "Sahabi" denilmiştir. Zira onlar, Hazret-i Muhammed Aleyhisselâm'ın daha ilk sohbetinde çok büyük kemâlâta kavuştular, nihayette erişilecek mertebelere yükseldiler.
Bu faziletin sebebi şüphesiz ki kitap ve kitap mütâlâa etmek değildir. Çünkü ekserisi ümmî idiler. Bu üstünlüğün sebebi bilgi ve malumatın çokluğu da değildi. Böyle olsaydı kendilerinden sonra gelip dinin bütün ahkâm ve meselelerini tafsilâtıyla bilen alimlerin onlardan üstün olması gerekirdi. Şu halde onların fazilet ve üstünlüğünün sebebi, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- ile sohbet etme bahtiyarlığına ermiş olmalarıdır.
Ashâb-ı kiram'ı Medine-i Münevvere'de yetiştiren medrese, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin Mescid-i nebevî'si idi.
Bunun içindir ki;
Onun vekillerinin sohbet şerefine nâil olabilmek de büyük bir lütf-u ihsandır. Onların sohbetleri yakınlık makamından doğar. Sohbet ve nazarları kalp hastalıklarına şifâdır.
Mürşid ile sohbet, birçok ilâhi tecellilerin doğmasına sebep olur. Mürşidin kalbi ile müridin kalbi arasında vasıta yoktur. Hakk'a yaklaşmak, merhalelerden geçmek, kalbin itminan bulması, gizli şeylerin öğrenilmesi ancak muhabbet ve sohbet ile mümkündür.
Muhabbet ve sohbet ile kazanılan feyz ve bereketin birçok şeyle elde edilemeyeceği erbabınca malumdur.
Nitekim Şâh-ı Nakşibend -kuddise sırruh- Hazretleri:
"Yolumuz sohbet yoludur." buyurmuşlardır.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri yıllar yılı yaptıkları sohbetlerin hangi kaynaktan geldiğine işaretle şöyle buyurmuşlardı:
"Bir zamanlar her akşam sohbet yapardık. O zamanki feyz bambaşka idi. O zamanlar tutulsaydı şimdi mükemmel istifade ederdik."
Kendilerinin uzun yıllar yaptıkları bu sohbetler ses tellerini yormuştu, doktorları konuşmamasını tavsiye etmişti, ancak o hiçbir zaman sohbeti bırakmadı:
"Allah-u Teâlâ yirmi iki yaşında sahneye koydu. Eskiden her gece sohbet yapardık. Her gece bir saat, iki saat, üç saat, dört saat sürdüğü olurdu. Artık ses telleri de bitmiş, dimağ yorulmuş, vücut bu duruma düşmüş, fakat Sahib'im ayakta tutuyor elhamdülillâh."
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri çok defa kendilerini bir çeşmeye benzetmişler, içindeki su olmasa çeşmenin bir hükmü olmadığını beyanla hem mahviyet hallerini hem de akan suyun yani ilâhî feyiz deryasından süzülen hakikat pınarının kıymetinin bilinmesi gerektiğini duyurmaya çalışmışlardır:
"Daha önce de arzetmiştik ki; çeşme akarken gözünüzü açın, çünkü çeşmenin malı değildir. O akıyor bir daha gelmez. Çeşmenin kendisini sıksan bir damla su akmaz. Çeşme de ona muhtaçtır."
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri'nin bu sohbetleri 1970'li yıllarda not alınmaya başlandı. Bu notlar teksirle çoğaltılarak elden ele dolaştırılıyordu.
Kendilerinin tetkik ve tensipleriyle ilk olarak 1980 yılında "Notlar" isimli eseri yayınlandı. Böylece yayınlanmaya başlanan eserleri 40 ciltlik bir külliyata ulaştı. Ayrıca altmıştan fazla kitapçığı yayınlandı. "Kalblerin Anahtarı" külliyatının içerisine Kur'an-ı Kerim'in bütün Âyet-i kerime'leri ve meâl-i âlisi dercedilmiş durumdadır. Bu sebeple "Kalblerin Anahtarı" külliyatı aynı zamanda bir Kur'an-ı Kerim tefsiridir. Kur'an-ı kerim'in tefsiri mahiyetinde olan ve tüm Âyet-i kerime'lerin içine dercedildiği "Kalblerin Anahtarı" külliyatı bu ümmete en büyük hizmetlerinden birisidir.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri'nin, insana yaratılış gayesini öğreten, Yaratan'ını tanıtan, ebedî saâdet ve selâmete yönelten, düşündüren, gönül üzerine, mâneviyat üzerine, iman, İslâm, ilim-irfan, ahlâk-fazilet, aşk-şevk üzerine söylenen sözlerle dolu, bilhassa erbâb-ı sülûkün çok istifade edeceği bu eserlerinde İslâm hakikatleri, iman letâfetleri, tasavvuf sırları Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'lerin nur ışığında selis bir üslupla anlatılmaktadır.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri aynı zamanda bu ahir zamanda türeyen, İslâm dini'ne zarar veren dindeki bölücü hareketlere karşı Müslümanları birlik ve beraberliğe davet etmek gayesiyle 1980'li yıllardan itibaren "Kardeşlik Dini Siyaset ve Cihad", "Kardeşlik Dini ve Hakikatler" gibi eserlerinde beyanlarda bulunmuş, hatalı iş ve icraatta bulunan gruplara haberler göndererek yanlışlarından dönmeleri için ikaz etmiştir. Ve fakat bunlardan pek azı hatasından dönmüş, kendilerinin beyan buyurduğu gibi; on yıl boyunca bu çağrıya uymayan, dinde ve vatanda bölücülük yapmakta ısrar edenlere karşı kalemle cihada başlamışlar, haklarında eserler neşrederek bu bölücüleri ilan ve ifşa etmişlerdir.
Gerek bu bölücülere karşı, gerek özellikle FETÖ'nün açtığı çığırdan istifade etmeye çalışarak vatanımıza konmaya çalışan misyonerlere, Papa'ya, hıristiyan ve yahudilere karşı büyük bir mücadele vermişlerdir.
Bu mücadeleleri sebebiyle gerek dış düşmanın, gerekse içerdeki bu bölücülerin türlü tertiplerine, iftiralarına maruz kalmışlardır. FETÖ bu Zât-ı Âli'yi 2009 yılında tertip ettiği Ergenekon kumpasına karıştırmaya çalışarak askeriyenin kullandığı bir kimse gibi göstermeye çalışmış, bu Zât-ı âli'ye büyük bir iftira atmıştır. Benzer bir kampanya misyonerlere karşı yapmış oldukları neşriyat sebebiyle 2004 yılında tertip edilmiştir.
Bu sebeple vermiş oldukları hukuki mücadeleler de eserlerinde ayrıntıları ile yayınlanmıştır. Ömürlerinin son günlerinde türlü hastalıkları yanında bir de bu tertiplerle uğraşmak zorunda kalmışlardır.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri bütün bu kumpaslara, susturma gayretlerine, karalama kampanyalarına rağmen asla bir adım bile geri atmadı, din-i mübin için, İslâm için mücadelesine devam etti. Çünkü o Allah'a ve Resul'üne dayanıyordu.
Hıristiyanlar Türkiye'yi ele geçirmeye çalışıp teslim almak için uğraşırken, bu Zât-ı âli gerek Türkiye'de gerek dünyanın her yerinde İslâm'a davet broşürleri ile hıristiyanları Hakk'a davet etti, bu misyonerleri mağlup etti. Ama bundan birçok kimsenin haberi olmadı.
•
Hazret-i Allah'tan gelen bu ilim ve mahviyet ile irşad halkaları sadece kendi ihvanına değil bütün müslümanlara uzanmıştı.
Tasavvuf erbabı, mürşidler, şeyhler eserlerinden ilham aldılar, kendi talebelerine okunması için tavsiye ettiler. Bunlar arasında tanınmış zâtlar vardı.
1984 yılında vefat eden bir Zât-ı âli yakınlarının kendisinden sonra kimi bıraktığını sormaları üzerine kendi talebelerinden bir kimseyi değil, Muhterem Ömer Öngüt'ü işaret etmişti. Bunu en yakın talebeleri naklettiler ancak bu vasiyete riayet etmediler.
Daima tevazuyu tercih ettikleri için öne çıkmayı asla istememişlerdi. Bir İstanbul ziyaretlerinde Gönenli Mehmet Efendi'nin kendilerine yönelerek teveccüh göstermek istemesi üzerine kibarca oradan uzaklaşmışlardı. Bu Zât-ı âli de 1991 yılında vefat etti.
1993 yılında vefat eden bir başka Şeyh Efendi talebelerine bu Zât-ı âli'nin kitaplarını okumalarını tavsiye etmişti. Vefatından sonra bu tavsiyeye sırt çevirdiler.
2001 yılında vefat eden bir Şeyh Efendi hakkında şöyle söylemişlerdi: "Onlar da para toplamaya çıkıyorlardı. Biz dedik ki: 'Onlara bu yakışmaz.' Hemen vazgeçtiler. Onun için onlar bizdendir, kardeşimizdir."
Bir Zât-ı muhterem onun hakkında "O Resulullah Aleyhisselâm'ın gölgesidir." buyurmuştu.
Samsun'dan bir Şeyh Efendi "Gerçek Mürşid Hazret-i Allah'tır" isimli eserini okuduktan sonra müridleri ile beraber gelerek kendisine intisap etmişti. Bu zât Muhterem Ömer Öngüt'ten bir gün önce vefat etti.
Binaenaleyh devrinin önde gelen şahsiyetleri Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri'ni bilir ve hürmet ederlerdi.
Ancak bu zâtların hepsi vefat etti. Bugün "Tasavvuf yolundayız" diyenlerin hemen hepsi ticarete yöneldi, şeyhliği babadan oğula geçen saltanata çevirdi. O eski zâtlardan kimse kalmadı.
Siyasilerden, devlet ricalinden kendisini ziyarete gelip fikir danışanlar olurdu.
Yazmış oldukları kitapları geniş kitleler tarafından okundu, takdirler aldı.
Resulullah Aleyhisselâm'ın nûraniyetini, ruhâniyetini, Allah katındaki değerini anlatmış oldukları "Nûr-i Muhammedî -s.a.v-" isimli kitabına 1990 yılında Talim Terbiye Kurulu'nca öğretmen ve öğrencilere tavsiye kararı alındı. Daha sonra FETÖ'cülerin müdahalesi ile bu karar kaldırıldı.
"Hazret-i Muhammed Aleyhisselâm" isimli kitabı ise Pakistan'da yapılan yarışmada birinci oldu.
Büyük bir takdir ve teveccühlere mazhar oldular. O ise bu durumdan istifade etmeyi, etrafına kalabalık toplamayı aklından dahi geçirmedi.
Ömürleri boyunca zerre kadar nefsine tâviz verdiği görülmemiş, daima huzur-u ilâhi'de imiş gibi yaşamıştır. Ziyarete gelenler olsun, ihvanı olsun; yakınlık makamından neşet eden bu mehabet ve celâleti her zaman hissetmiş ve huzurlarında hürmet ve ihtiram üzere bulunmuşlardır.
Bu Zât-ı muhterem hayatı boyunca böyle yaşadı ve fakat birçok kimsenin haberi olmadı.
Binaenaleyh Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri ehlince gayet iyi bilinen; mânevî şahsiyeti çok yüksek, müridleri değil şeyhleri dahi irşad eden; dünyaya, maddeye, menfaate, makam-rütbeye zerre kadar iltifat etmeyen; memleketimizin, din ve vatanın selâmeti için gayret eden büyük bir Zât-ı âli idi.
•
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri gençliklerinde birçok defa çoğunlukla kara yolu ile hacca gitmişlerdi. O mübarek beldelerde birçok tecelliyatlar oldu, birçok zâtlarla görüşmeleri oldu.
Son defa 1993 yılında umreye gittiler.
•
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri ilim-irfan ve yardım faaliyetlerinin yürütülmesine hizmet gayesi ile 1988 yılında "Hakikat Vakfı" nın kuruluşuna öncülük ettiler. Vefatlarına kadar başkanlığını yürüttüler.
Adapazarında yaptıkları "Vakıf Sohbetleri"ne 1990 yılında başladılar. İki ayda bir yapılan bu sohbetleri memleketin dört bir tarafından gelen sevenleri ile bir buluşmaya vesile oldu. Hayat-ı saadetlerinde tensip buyurmaları ile üç ayda bir yapılmaya başlanan bu sohbetlere ahirete irtihallerinden sonra halen kendilerinden kalan bir hatıra ve vasiyet olarak devam edilmektedir.
Zât-ı âlileri 1991 yılında Düzce'deki evlerini ve dükkânlarını bırakarak, Adapazarı'ndaki Vakıf binasına yerleşmişlerdi.
"Efendim, orada her şeyinizi bıraktınız, evlerinizi, dükkânlarınızı!" diye soran bir kardeşimize;
"Efendim! Zaten bırakacak değil miyiz, biz şimdiden bıraktık!" diye cevap vermişlerdi.
Memleketin 20 küsur ilinde aşevleri açıldı. Sadece Manisa'da 7000 fakir kişinin yemek yediğini duyduğunda sevincinden ağladı.
1990 yılındaki ilk vakıf sohbetinin nihayetinde şöyle buyurmuşlardı:
"Fakir "Allah'ım! Ne olur, burasını Ravza-i Mutahhara'nın şubesi kıl! İkram senin, ihsan senin." diye niyazda bulunduk.
Burası bir kardeş yuvasıdır. Öyle bir kardeşlik ki; gaye yok, maksat yok, menfaat yok, rütbe yok, hiçbir şey yok, rıza var."
"Allah yolunda yalnız rıza vardır."
Bütün bu yardım ve vakıf faaliyetlerine rağmen asla dilencilik yapmadılar ve yaptırmadılar.
Allah ve Resul'ünün izinde, hiçbir taviz vermeden, büyük bir azimle yürüdüler ve kendilerinden sonrası için büyük bir iz bıraktılar.