Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri Allah dostu çok büyük bir mutasavvıf, hak ve hakikat yolunun önderi bir mürşid-i kâmil idi.
Ömrünü Allah yoluna adadı. Bütün ömrü irşadla, nasihatle geçti, eserler neşretti. Allah için, Resulullah için mücadele ve mücahede etti.
Sohbetlerinde, eserlerinde İslâm'ı, imanı, Allah ve Resul'ünü, tasavvufu, Nûr-i Muhammedî'yi anlattı.
Allah-u Teâlâ'nın emirlerine ve Resulullah Aleyhisselâm'ın sünnetine gönülden teslim olmuştu. İki cihan serveri Muhammed Mustafa -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e en derin bir muhabbetle ve büyük bir saygıyla bağlıydı. Onun izine basa basa gitmekte büyük bir azim sahibiydi. İlâhî hükümlerin ve Sünnet-i seniyye'nin ihyası için gayret gösterirdi.
Hayat-ı saadetleri; Allah-u Teâlâ'ya ve Resulullah Aleyhisselâm'a; "İlâhi Görüş Birliği"ne davetle geçti.
Gaye ve hedefleri; Allah ve Resul'ünü sevdirmek, müslümanları Allah ve Resul'ünde birleştirmek, Nûr-i Muhammedî'nin yayılması, kalpleri Hakk'tan gayrı her şeyden kurtarmak ve arındırmaya çalışmaktı. Bu uğurda hiç kimseden bir şey istemedi, canıyla malıyla cihad etti.
Din-i İslâm'ı aslından çıkarmak isteyenlere ise hiç müsamahası yoktu.
•
O müşfik bir baba, dertlilerin sığınağı, hastaların şifâ kaynağı idi. Garipleri, yetimleri, çocukları ve çiçekleri çok severlerdi. Çocukların gözle terbiye edilmesini, karı-koca hakkına çok dikkat edilmesini tavsiye ederlerdi.
Her şeyde hikmet ararlardı. Gösterişi hiç sevmezlerdi. Tevâzuda son derecede idiler.
Düzce'deki hanelerinde yıllarca misafirlerini bizzat kendileri ağırlamışlardı. Misafirlerini koltukta oturturlar, kendileri ise kapının girişindeki bir pufun üzerinde otururlardı.
Sohbetlerinde rüyâlar da ayrıca bir hususiyet arzetmekteydi. Anlatılan rüyâlardaki rumuzlara verdikleri cevaplar, her türlü takdirin üstündedir. Soran da dinleyen de itminan bulur, alacağını alır, yoluna koyulurdu. Kur'an-ı Kerim'in ifâdesiyle "Edğâsu ahlâm = karmakarışık rüyâlar"a bile kalpleri mutmain eden cevaplar ve öğütler verirlerdi.
"Hakiki mücahid nefs-i emmaresi ile savaşan kimsedir" (Tirmizî)
Hadis-i şerif'inin tecelliyatına tam manası ile mazhar olmuş bir Zât-ı âli idi.
Oruçlu olmadıkları günlerde iki öğün yemek yerler, bu yemeklerinde asla çeşit çeşit yahut doyacak kadar yemezlerdi. Ahir ömründe hastalık zamanında doktoru diyet listesi verdiğinde; "Zaten ben hayatımda bunlardan doyacak kadar yemedim." demişlerdi.
Birçok ihvanının şahit olduğu, gerek kendilerine misafir olan ihvanı, gerekse Zât-ı âlileri'nin misafir oldukları yerlerdeki ihvanı hepsi; "Bize misafirliğe geldiği zaman yatağını hiç açılmamış, bozulmamış halde bulurduk!" demişlerdir. Zât-ı âlileri'ne misafir olanlar da; "Bize yatak açarlardı fakat kendileri hiç uyumazlardı. Çünkü biz yatarken arada bir kalkıp odasına baktığımızda devamlı namaz kılar halde bulurduk!" diyorlardı.
Gençliklerinde irşad gayesi ile yaptıkları şehirlerarası yolculuklarda yolda leblebi-üzüm ile karınlarını doyururlar, hususiyetle kalabalık gittikleri yerlerde yemek yemezler, misafir oldukları hânelere asla külfet ve yük olmazlardı.
Son derece sehavetli ve cömert idiler.
Geçimini kendi geliri ile temin ederlerdi. Kitaplarının gelirini vakfetmişti, hediye ettiği kitaplarının dahi parasını vakfa satış fiyatından öderdi.
Kimseye el açmadılar, İslâm'ı dünyalık için âlet etmediler. Yâsin: 21 Âyet-i kerime'sini düstur edinmişlerdi.
Müslümanların selâmeti için her türlü ikazı, her türlü hatırlatmayı yaptı.
Bu devir için "Harp ve harabiyat devri" buyururlardı. Bugünkü alâmetler henüz ortada yokken; yaşanacak büyük savaşları, önümüzdeki dehşetli ve müzayakalı günleri; Hadis-i şerif'lerde haber verilen devirlerin artık geldiğini haber verdi, tedbir alınması için ikaz ve irşadda bulundu.
"Bunları size hatırlatıyorum, şimdiden Hazret-i Allah'a ve Resul'üne yönelmeye ve sığınmaya bakın. Bu felâketler geldiği zaman şaşırmayın. Artık kendinize gelin, dünyanın sonundayız, ona göre kendinizi ayarlayın."
"Harpler, kıtlıklar, kargaşalar, üçüncü dünya harbi, ticaret yollarının kapanması bunların hepsi önümüzdeki senelerde beklenen afatlardır. Resulullah Aleyhisselâm'ın haber verdiği kıyamet alâmetleridir. Bunları arzediyoruz; irşad ve ikaz için. Tedbir almanız için. Binaenaleyh 'Tedirgin olmayın, tedbirli olun.'" buyurmuşlardı.
Bu âhir son zamanda ortaya çıkan fitnelerle mücadele etti, dinimizin ve vatanımızın selâmeti için büyük bir mücadele verdi. "Ümmet-i Muhammed'in affı, vatanımızın muhafazası, ordumuzun muzafferiyeti" için dâima duâ ederlerdi.
1967 Arap-İsrail savaşını Mısır kaybedince önce hatayı kendisinde aradığını, Cenâb-ı Hakk'a istiğfar ettiğini söylemişlerdi.
Kıbrıs Harekatı'nın olduğu gün bir ihvanı haber dinlemek için küçük bir cep radyosu getirip açtığında Zât-ı âlileri o anda işi bırakmış, sağ elini alnına koymuş, gözlerinden şapır şapır yaşlar gelmişti.
Çok cesaretli ve çok zeki idiler, hiçbir şeyi unutmazlardı.
•
Evliyâullah Hazerâtı'nın eserlerinde haber verdiği üzere o; bütün muhteşemliğine rağmen Allah-u Teâlâ'nın halkın nazarından gizlediği, kendi adına veli olarak kullandığı, iradesi kendi elinde olmayan, Allah-u Teâlâ'nın sahiplendiği, ehl-i tasavvuf'un önderi bir Zât-ı âli idi.
Evliyâullah Hâzerâtı onun vasıflarını, şemâilini, eserlerini, icraatlarını, her türlü hususiyetini de bir bir haber verdiler.
Şeyhü'l-ekber Muhyiddîn İbnü'l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri "Ankâ-i Muğrib fî Ma'rifeti Hatmü'l-evliyâ" adlı kitabında, Hâtemü'l-evliyâ'nın dış görünüşüne ve ismine işâret ederek şöyle buyurmuştu:
"O sanki Arap'dan değil de Acem'dendir. O, rengi kırmızımsı beyaz olan; uzuna yakın, ondan biraz kısa bir âdemdir. O âdetâ pırıl pırıl parıldayan bir ay gibidir. İsmi, 'Allah'ın kulu'dur. O, Allah'ın her kulunun ismidir. Onun kendisine has olan ismine gelince; yapısı husûsunda net bir belirti sarfedildiği halde, o net bir belirti şeklinde açığa vurulmadı." ("Ankâ-i Muğrib fî Ma'rifeti Hatmü'l-evliyâ"; s.75. Bas.: Mısır, 1954)
Yaklaşık on bir asır önce bu Zât-ı âli'nin ahir zamanda zuhur edeceğini ifşa eden ve "Hatmü'l-evliyâ'" adında müstakil bir eser neşreden Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri (v. 932), "Büdüvv-ü Şe'n" adlı risâlesinde bu zâtın, halkın fesada düştüğü bir zamanda Türk'e gönderileceğini haber vermişti. (Hakîm et-Tirmizî, "Risâle'-i Büdüvv-i Şe'n", İsmâil Sâ'ib, nr. 1571, vr. 215b-216a-217a)
Nitekim Şeyhü'l-ekber Muhyiddîn İbnü'l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri de "Fütûhâtü'l-Mekkiyye" adlı eserinde Hâtemü'l-evliyâ' olan zâtın Resulullah Aleyhisselâm'ın huzurunda Arapça değil, başka bir milletin diliyle konuştuğuna dikkati çekerek; "Hatm onun (Resûlullah'ın) huzurunda diz çökmüştü ve ona bir kadının sözünü haber veriyordu, Ali -radiyallahu anh- de Hatm'in konuştuğu dili tercüme ediyordu." demiştir. ("Fütûhâtü'l-Mekkiyye", c. 1, s. 114. bas.: Beyrut, 1994)
Çünkü o Türkler'in arasına gönderilmiştir.
İbrahim Hakkı Erzurumî -kuddise sırruh- Hazretleri de bazı hususiyetlerini şöyle haber vermişlerdi:
"Allah-u Teâlâ'nın emir ve yasaklarına tam uyar ve bunları gayet yumuşak ve güzel bir dille halka telkin eder, öğretir.
Muhabbet ehlini sever, sevilmeyeceklere sevgisizlik gösterir. Gerek sevgisi gerekse kızması kendi nefsi için değil, sırf Allah içindir. Kalbinde kimseye kötülük beslemez. Kınayanların kınamasından korkmaz.
Bunun kahrı lütfu ile, kızması hilmi ile, celâli cemâli ile karışık olduğundan; kızma halinde râzı olup, rızâ halinde kızma gösterir. Fakat her şeyi yerli yerinde yapar. Her halinde adalet üzere hareket eder." (Mârifetnâme)
Şeyhü'l-ekber -kuddise sırruh- Hazretleri'nin özellikle Hâtemü'l-evliyâ olan zâtın makâmını, alâmetlerini ve ayırt edici hususiyetlerini tespit etmek için yazdığı "Ankâ'-i Muğrib fî Ma'rifeti Hatmü'l-evliyâ'" adlı kitabındaki ifâdesine göre ezcümle;
• Hâtemü'l-evliyâ' batı tarafından zuhûr edecektir. Bu, "Cüz'î Muhammedî imamlığın Hâtem'i" olan bu zâtın apaçık bir alâmetidir. (s. 15)
• O'nun "Hâtemü'l-evliyâ"lığının tasdik edici alâmeti, Sıddîk-ı Ekber -radiyallâhu anh-in halîfelerinden biri olarak gönderilmesi ve onun zikrini tâlim ve telkin etmesidir. (s. 48)
• O uzuna çok yakın orta boylu, pembe tenli bir kimsedir. Görünümü, pırıl pırıl parıldayan bir ay gibidir. (s. 75)
• Önünde neşredilmiş, açılmış bir bayrak vardır. (s. 16)
• Fesat ateşinin sönmesi, ümmetin başı ile sonunun birleşmesi gibi kâziyeler onun zuhûru ile meydana gelir. (s. 16, 18, 74)
• O'nun ilmi râsih, nasîbi yüce, Nûr'u apaçıktır; o, sırrı ve nasihati dile getirilir bir kimsedir. (s. 73)
• Tıpkı resul ve nebîlerin diliyle söylediği gibi, Allah kullarına Hakk'ı onun diliyle söyler. (s. 73)
• Allah-u Teâlâ bütün muhteşemliğine rağmen onu halkın nazarından gizler. (s. 16)
• Belâların ve hâinliklerin ortalığı sardığı fitne zamanında, ihvanı ile birlikte Hakk'a bağlılığı gözetir ve bu hususta onlara öncülük eder. (s. 22)
• O, hiç bilmezken "Hatemiyyet" mertebesiyle kemâl bulur. (s. 71)
• O'nun Hatemiyyet'i "Nûrun alâ Nûr"; yâni "Nûr üstüne Nûr"dur. (s. 15-16)