Resulullah Aleyhisselâm âhirete intikal ettikten sonra o nur, vârislerine sirayet etmeye başladı. Yakınlık nesebi itibarı ile Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh-e geçti. Kıyamete kadar gelecek enbiyâ vârisleri de o nuru taşıyorlar. Resulullah Aleyhisselâm’ın ruhanî hayatı silsile-i sâdât vasıtası ile gönülden gönüle aktarılarak günümüze kadar ulaşmıştır. Binaenaleyh kıyamete kadar gelecek olan onun vârisleri de o nuru taşımaktadırlar.
Mânevî nesep itibarı ile en yakın olanlar, mânevî fütuhatlarla gönül kapılarını açtılar. Bu fütuhat el’an devam ediyor.
Kur’an-ı kerim her asra hitap ettiğine göre:
“Size Allah’ın âyetleri okunurken ve aranızda da O’nun Resul’ü bulunurken nasıl küfre dönersiniz?” (Âl-i imran: 101)
Âyet-i kerime’sinden, o nurun kıyamete kadar bâki kalacağı anlaşılmış oluyor.
O nuru taşıdıklarından ötürüdür ki, her bir peygambere ayrı bir hâlât verildiği gibi, vekil olan her bir velî, bir peygamberin hâlâtını taşır. O peygambere verilen hâlât ona da verilmiştir. O peygamberin hem emanetini, hem tecelliyatını, hem de ibtilasını taşır. Niçin? Onun vekili olduğu için. Diğer peygamberler de onun nurunu taşıyorlardı. Bu nuru taşıyan veliler de bu lütfa mazhardırlar. Onlara verilen her nimet ve keramet, hep Resulullah Aleyhisselâm’ın emaneti üzerlerinde olduğu için, vâris-i enbiya oldukları için verilmiştir.
Resulullah Aleyhisselâm’ın tam vârisleri bir evlat derecesinde olup, zâhirî nesep itibarı ile ona yakın olanlardan da ileridirler. Mânevî nesep itibarı ile en yakınları onlardır.
Onlar esrar odasının has erleridir.
Sıddık-ı Ekber -radiyallahu anh- Hazretlerinin yoluna girip, Selmân-ı Fârisî -radiyallahu anh- Hazretleri üzerinden gelen yine onun ıyâlidir.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den şöyle rivayet edilmiştir:
“Biz bir kere Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-in yanında otururken Cumâ sûresi nâzil olmuştu. Resul-i Ekrem: ‘Ashâba erişmeyen ümmetlere de peygamber gönderdi.’ âyetini okuyunca:
‘Yâ Resulellah! Biz Ashâbına erişmeyen kimseler kimlerdir?’ diye soruldu. Resulullah cevap vermeden sorgucu üç kere tekrarladı. Aramızda Selmân-ı Fârisî de vardı. Resulullah mübârek elini Selmân’ın üzerine koydu. Sonra:
“Şunlardan öyle erler veya er vardır ki, eğer iman yıldız mesabesinde olsa muhakkak onlar ona yetişir, onu tutar.” buyurdu.” (Buhârî, Tecrid-i sarîh: 1747)
Binaenaleyh Arab olmak şart değildir. Nice kimseler bu büyük lütuf ve mazhariyete nâil olacaklardır.
Allah-u Teâlâ dilediğini zâhirî nesep itibariyle gönderir, dilediğini de mânevî nesep itibariyle gönderir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyururlar:
“İmâm Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin benim ehlimdir. Ebu Bekir ve Ömer ehlullah’tır. Ehlullah ise benim ehlimden efdaldir.” (Nevadirül-usül)
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz; Sıddık-ı Ekber -radiyallahu anh- ile Ömer-ül Faruk -radiyallahu anh-in kendisine daha yakın olduğunu beyan buyurarak, mânevi nesep itibariyle evlat olanların zâhiri nesepten daha efdal olduklarını haber vermişlerdir.
İşte en büyük delil budur.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Selman-ı Fârisi -radiyallahu anh- Hazretleri için buyururlar ki:
“Selman bizdendir ve Ehl-i beyt’tendir.” (Taberânî)
Herkes biliyor ki Selmân-ı Fârisi -radiyallahu anh- Hazretleri Acemdir. Amma mânen öyle yaklaşmış ki Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz onun hakkında: “Ehl-i beytimdir.” buyurmaktadır. Buradaki ıyâl mânevi ıyâldir ve mânevi ıyâl maddi ıyâli de geçebilir.
Bu Hadis-i şerif mânevi ıyâl ve mânevi nesebi tarif etmektedir. Yani Allah-u Teâlâ dilediğini dilediği zaman dilediği şekilde gönderir. İşte sehm-i nübüvvet ve sehm-i velâyete vâris olanlar yalnız bunlardır. Has oda ile tarif edilenler de bunlardır. Allah-u Teâlâ bunları dilediği zaman mânevi nesep itibarı ile gönderir.
Hülâsa olarak hepsi Resulullah Aleyhisselâm’ın ıyâlidir. Kimisi Sıddıkiyye yolundan gelir. Kimisi de Hazret-i Ali -kerremellahu veche- Efendimizin yolundan gelir. Bazen her ikisinin bir kimsede cem olması da mümkündür. Yani hem zâhiri nesep itibariyle Hazret-i Ali -kerremellahu veche-ye hem de mânevi nesep itibariyle Sıddık-ı Ekber -radiyallahu anh-a varırlar. İşte bunlar Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin hem nübüvvet ve hem de velâyet haline sahiptirler.
Mânen öyle yakınlık var ki, en yakından da yakındır ve bu yakınlık kıyamete kadar bir yoldan devam eder. Her fazilet her meziyet o Nur-i Muhammedî sayesindedir.
•
Hazret-i Fâtıma -radiyallahu anhâ- Vâlidemizin soyundan geldiğim için, Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimiz dedem olması hasebiyle; ayrıca Hazret-i Ebu Bekir Sıddîk -radiyallahu anh- Efendimizin yolunun yolcusu olduğum için; dolayısıyle Hafî ve Cehrî iki yoldan geldiği için, Allah-u Teâlâ bu fazileti, bu nuru Hâtem’de toplamış. Yani iki nur Hâtem’de toplanmış durumdadır.
Hâtem-i velilik hem nesep itibârı ile hem de mânevî yol ciheti ile birleşiyor. Bu hususlar gizlidir, beşerin idrâkinin dışındadır. Allah-u Teâlâ dilediğini dilediğine veriyor.
Hâlik-ı arz-u semâya eyleriz hamdü senâ,
Ahmed-i Muhtar’ı kıldı âleme nûr-i hüda.
Hazret-i Sıddîk-u Selman, Kâsım-u Câfer gibi,
Eylemiş neşr-i hakikat Bayezid-i rehnûma.
Bûl Hasen zât-ı mükerrem bû Ali kân-ı kerem,
Yusuf-i vâlaşiyem sâlâr-ı ceyş-i asfiyâ.
Hâce Abdülhâlik oldu Ârif-i Mahmûda pir,
Şeyh Ali, Baba, Külâl etti cihânı rûşenâ.
Vâris-i taht-ı tarikat şâh-ı âlem Nakşibend,
Eyledi Hâce Alâeddini halka pîşuvâ.
Oldu Yâkub’a Ubeydullah Ahrârî halef,
Hazret-i Zâhid’le geldi âleme zevk-u safâ.
Nûr-i çeşm-i mârifet Derviş Muhammed Hâcegi,
Feyz-i Bâki’yle cihân-ı mânevi buldu bekâ.
Hazret-i Ahmed Müceddid Urvetü’l-Vüskâ olup,
Şeyh Seyfeddin-u Seyyid Nûr’a nûr i’tilâ.
Habîbullah Mazhar-ı Şah Abdullah pîr-i Dehlevi,
Hazret-i Hâlid’le oldu kalb-i sâlik pür-ziyâ.
Seyyid-i âli neseb Tâha’l-Hakkâri’den sonra,
Pirimiz Tâha’l-Harîrî oldu kutb-i evliyâ.
Hâiz-i makam-ı Kutbu’l-aktab Gavs-i müceddid,
Eşşeyh Muhammed Es’ad Erbili bilütf-i Hüdâ.
Hayatında nice mürde dili ihyâ eyledi.
Her cihetten her an halkı Hakk’a irşad eyledi.
Vâris-i mensûb-i Es’ad, mürid-i esrâr-ı Hakk,
Ol Mübarek Kutbu’l-aktab Halil Fevzi kulunu
kılma gufrandan Cüda.
Eyleriz arz-ı dehâlet dergâh-ı sâdâta biz,
Hâtem-i Veli ve ihvânını mağfiret kıl ey Hüdâ!
Ve sallallahu alâ seyyidinâ Muhammedin nurin-nûr
Sübhânel-melikil-azîzil-kadîril-ğafûr.
1- Hâtem-i Nebi Hazret-i Muhammed Aleyhisselâm
2- Hazret-i Ebu Bekir Sıddîk -radiyallahu anh-
3- Selmân-ı Fârisi -radiyallahu anh-
4- Kasım Bin Muhammed -radiyallahu anh-
5- Cafer-i Sâdık -radiyallahu anh-
6- Bâyezid-i Bestâmî -kuddise sırruh-
7- Ebu’l Hasan Harkânî -kuddise sırruh-
8- Ebu Ali Farmedî -kuddise sırruh-
9- Yusuf Hemedâni -kuddise sırruh-
10- Abdülhâlik Gücdüvâni -kuddise sırruh-
11- Ârif Rivegerî -kuddise sırruh-
12- Mahmud Fağnevî -kuddise sırruh-
13- Ali Râmitenî -kuddise sırruh-
14- Muhammed Baba Semmâsî -kuddise sırruh-
15- Seyyid Emir Külâl -kuddise sırruh-
16- Muhammed Bahaüddin Şâh-ı Nakşibend -kuddise sırruh-
17- Alâeddin Attar -kuddise sırruh-
18- Yakub Çerhî -kuddise sırruh-
19- Ubeydullah Âhrar -kuddise sırruh-
20- Muhammed Zâhid -kuddise sırruh-
21- Derviş Muhammed Semerkandî -kuddise sırruh-
22- Hâcegî Muhammed İmkenegi -kuddise sırruh-
23- Hace Muhammed Bâkibillâh -kuddise sırruh-
24- İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârukî Serhendî -kuddise sırruh-
25- Muhammed Mâsum Serhendî -kuddise sırruh-
26- Muhammed Seyfeddin Serhendî -kuddise sırruh-
27- Nûr Muhammed Bedâûnî -kuddise sırruh-
28- Mazhar-ı Cân-ı Cânan -kuddise sırruh-
29- Abdullah Dehlevî -kuddise sırruh-
30- Mevlânâ Hâlid Ziyâeddin-i Bağdâdi -kuddise sırruh-
31- Tâhâ’l Hakkâri -kuddise sırruh-
32- Tâhâ’l Harîrî -kuddise sırruh-
33- Şeyh Muhammed Es’ad Erbilî -kuddise sırruh-
34- Şeyh Halil Fevzi -kuddise sırruh-
35- Hâtem-i Veli
Allah-u Teâlâ bu Nur sahipleri vekillere öyle büyük lütuflarda bulunmuş ki; onları zâtına çekmiş, onlara her şeyin en güzelini vermiş, onları takvânın en yüksek derecesine yükseltmiş, gönüllerini mârifet nurlarıyla nurlandırmıştır.
Onlar da Allah-u Teâlâ’ya gönülden bağlanmışlar, hükmü Hakk’tan beklemişler, daima ilticâ hâlinde olmuşlar, fazl-ı ilâhî’ye ve feyz-i samedânî’ye bağlılık halinde bulunmuşlardır.
Allah-u Teâlâ’nın tevfiki, onların refikidir. Tefrika ve çekişmelerden, muhalefet ve ihtilâflardan kurtuldukları için bütün mahlûkata şefkat ve merhamet nazarıyla bakarlar.
Onların ilmi mükâşefât ve müşâhedât ilmidir, ilâhî ilhama dayanan bir ilimdir. Nakli ve akli delillerle teyid olunmuştur. Onların hâl ve ahvallerini, ilim ve irfanlarını kelime ve kalıplara sığdırmak mümkün değildir.
Onlar gerçekten Allah yolunu bulan kimselerdir. Gidişleri, gidişlerin en güzelidir. Gittikleri yol, yolların en doğrusu, ahlâkları ahlâkların en temizidir.
Niçin? Çünkü onlar Habibullah’ın -sallallahu aleyhi ve sellem- ahlâkı ile ahlâklanmışlar, tabiatıyla tabiatlanmışlar, onun boyası ile boyanmışlardır.
Onlara düşmanlık eden veya haklarında suizan besleyen kimse farkına bile varmadan helâk olur. Çünkü onların üzerine titreyen bir Allah-u Zülcelâl vardır. Onlar Hakk’ın yardımına ve desteğine mazhardırlar.
Âyet-i kerime:
“Onlar o kimselerdir ki, Allah imanı kalplerine yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir.” (Mücadele: 22)
Ayrıca onlar Resulullah Aleyhisselâm tarafından “Fırka-i nâciye” yani kurtulmuş fırka lâkabıyla müşerref kılınmışlardır.
Bu kalpleri diri hakikat ehilleri Resulullah Aleyhisselâm’ın yolundan; Ashâb-ı kiram’ın, selef-i sâlihin’in yolundan yürümüşler, sırat-ı müstakim’den bir an bile ayrılmamışlardır.
Bugüne kadar bu âlî himmetleriyle Hakk yolunun saliklerini bidatçıların, ehl-i dalâletin iğva ve saptırmalarından korumuşlardır.
Allah-u Teâlâ onların doğruluğunu bizzat kendisi rahmetiyle müminlere göstermiş, müminler de bu büyüklerden istifade etmişler, feyz almışlardır.