Mücadele ile nefsin arzu ve lezzetlerine muhalefet etmek, Hakk’ın arzu ve isteklerini yapmakta azim ve sebat göstermek, ibtilâlar karşısında kurtuluşu Allah-u Teâlâ’dan beklemek demektir.
Sâlik, nefsin alıştığı ve sevdiği, Allah-u Teâlâ’nın ise nehyettiği şeylerden şiddetle kaçınmalı, ne ki emretti ise seve seve yapmalıdır. Çünkü haramları yasakları yapmamakta azim ve sebat göstermedikçe, kişi muttakiler derecesine erişemez. Takvâ sabır ile kaimdir.
İslâm ahlâkının şâhikalarından birisi de sabırdır. Kur’an-ı kerim’de takriben yetmiş yerde sabırdan bahsedilmiş, sabırla süslenenler meth-ü senâ edilmiştir. Allah-u Teâlâ kendisine ümit ve samimiyetle yönelen, arz-ı hâl eden kullarını sever ve merhamet eder.
Âyet-i kerime’lerinde buyurur ki:
“Onlar ki, Rablerinin rızâsına ermek için her güçlüğe sabrederler.” (Ra’d: 22)
Ne halka karşı bir gösteriş ne de gönüllerinde bir gurur ve iftihar duygusu beslemeyerek, sırf Allah-u Teâlâ’nın teveccühüne nail olmak için zahmetlere katlanıp Hakk yolunda sabır ve sebat gösterirler. İlâhî takdire boyun bükerler. Nefislerinin hoşlanmadığı çeşitli musibetlere sabırla karşılık verirler.
“Allah sabredenleri sever.” (Âl-i imran: 146)
Onlara yardım ederek derecelerini yükseltir.
Dünya mihnet ve meşakkat yeridir. İnsan hayatı boyunca çeşit çeşit musibetlere mübtelâ olur. Kişi dinine bağlılıkta samimi olduğu nisbette imtihanlarla ibtilâlarla karşılaşır. En şiddetli ibtilâlar peygamberlere gelir, sonra iman derecesine göre diğer müminlere gelir. Kul, karşılaştığı sıkıntıların verdiği üzüntüyü sadece Allah-u Teâlâ’ya arzeder.
Sabrın son derece acılığı, elbette rızânın tatlılığının başlangıcıdır. Sabredene belâ bal olur.
“Sabredenlere ecir ve mükâfatları hesapsız ödenecektir.” (Zümer: 10)
Ücret ve mükâfat alan herkesin mükâfatı sınırlı olacağı halde, sabredenlerin ecri sınırsız ve hesapsız olacaktır.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyururlar:
“Müminin işine şaşılır. Doğrusu onun her işi hayırlıdır. Bu husus, müminden başkası için böyle değildir. Ona iyilik ve genişlik isabet ederse şükreder ve bu kendisi için hayır olur. Bir sıkıntı ve darlığa uğrarsa sabreder, bu da kendisi için hayır olur.” (Buhari)
Allah-u Teâlâ kullarını imanı nisbetinde sabır ve imtihana tâbi tutar. İbtilâlara maruz bırakır. İman kemâlleştikçe imtihanlar da o nisbette artar.
Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“İnsanlar yalnız inandık demeleri ile bırakılıvereceklerini, kendilerinin imtihana çekilmeyeceklerini mi sandılar?” (Ankebut: 2)
Çünkü ihlâs ve sadakat imtihanda belli olur.
Kur’an-ı kerim’de Musa Aleyhisselâm ile Hızır Aleyhisselâm’ın kıssası, sabır ve rızâyı ilgilendiren, beşeriyetin kıyamete kadar ibret alacağı derslerdendir.
İmanın aslı sabırdır. İmandan sonra takip edilecek yolun başı sabırdır. Ahlâkın da, ilmin de, amelin de başı sabırdır. Nefis terbiyesinin en mühim bir merhalesidir, insanın saâdet sırrıdır. İmtihan sabırla verilir, ibtilâlar sabır sayesinde küçülür. Sabır bütün hayırların başı ve anahtarıdır, cennet hazinelerinden bir hazinedir. Mümin sabrı nisbetinde derece alır ve terakki eder. Rızâ makamına sabırla kavuşulur, kalp de sâfileşir.
Abdülkâdir Geylâni -kuddise sırruh- Hazretleri:
“Sabır, belâyı edeple karşılamaktır. Yani ne zâhiren ne de bâtınen sarsılmamaktır.” buyurmuşlardır.
Musibete karşı sabrın en güzel ve faziletli olanı, karşılaşılan ilk sadmesi ânında sabır gösterilmesidir.