Tevekkül; Hakk’tan gelen her şeye boyun bükmek, maddi-mânevi her işi O’na bırakıp O’ndan istemek, yalnız O’na güvenmek ve aradan çıkmaktır.
Allah-u Teâlâ çalışmayı farz kıldığı gibi, Zât-ı akdes’ine tevekkül etmeyi de emretmiştir:
Âyet-i kerime’lerinde buyurur ki:
“Ezelî ve ebedî hayat ile bâkî olan ölümsüz Allah’a tevekkül et.” (Furkan: 58)
Çünkü tevekkül ve itimada en lâyık olan ancak O’dur. Ölüme mahkûm olanlar ise tevekküle lâyık olamazlar, onlar fânidirler. Onlara bağlananlar, onların ölümleriyle büyük bir sükut-u hayâle uğrarlar.
•
Tevekkül; Hâlik ile mahlûk arasında üstün bir sırdır. Hakk’a tam itimat bağlamak ve güvenmek, metanet bulmaktır. İmanın esası, kalbin kuvveti, ruhun rahatıdır. Amellerin efdali, hallerin en şereflisidir. Bedeni kulluğa, kalbi rubûbiyete bağlamak, Hakk ile mutmain olmaktır.
Tevekkül nefsin arzularını terketmek, gönülden mâsivâyı silip atmaktır. Tevekkül söz değil, hâldir.
Her işte Hakk’a tevekkül etmek iman icabıdır.
Bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Eğer inanıyorsanız, ancak Allah’a tevekkül ediniz.” (Mâide: 23)
Tevekkül eden; annesinden başka hiç kimseden yardım istemeyen, yalnız annesini bilen çocuk gibidir. Her halinde, Mevlâ’sına yönelir ve sığınır. İnsanların elinde olandan ümidini keser. Hakk katında olana itibar ve itimat eder. Az ile çok onun nazarında bir olur. Her müşkili çözülür, her sıkıntısı giderilir, halka muhtaç olmaz.
•
Tevekkülün de zâhiri ve bâtınisi vardır. Zâhiri olan, işe teşebbüsten sonraki tevekküldür. Bâtıni tevekkül, işi Hakk ile yapmaktır.
Bir Hadis-i şerif’te şöyle buyurulmaktadır:
“Deveni bağla, Cenâb-ı Hakk’a tevekkül et.” (Tirmizî)
Yani malı muhafaza tevekküle halel vermez.
Allah-u Teâlâ’ya tevekkül eden bir müslüman, büyük bir azimle işe sarılır, çalışır, çabalar, elinden gelen her şeyi yapar, sonucunu da Allah-u Teâlâ’dan bekler. Meselâ tarlasını sürer, tohumunu eker, zamanı gelince sular, sonra tarlanın ürün vermesini Allah-u Teâlâ’dan diler.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:
“Bir kere de azmettin mi, artık Allah’a tevekkül et. Çünkü Allah kendine tevekkül edenleri sever.” (Âl-i imran: 159)
Sürmek, ekmek, sulamak ürünün olması için başvurulması zaruri sebeplerdir. Asıl ürünü verecek olan Allah-u Teâlâ’dır.
Müslümanların başarılarının en önemli sırrı tevekküldür. Tevekkül duygusu insan için büyük bir güç kaynağıdır. Gönüllere itminan bahşeder.
Tevekkül sebeplere değil, sebepleri yaratana güvenmek ve O’nu tercih etmektir.
Bir Hadis-i şerif’te de şöyle buyurulmaktadır:
“Allah-u Teâlâ’ya hakkıyla tevekkül etseniz, kuşları rızıklandırdığı gibi sizi de rızıklandırır.” (Tirmizî: 2345)
Tevekkül, müslümanların kadere olan inançlarının tabiî bir sonucudur.
Ashâb-ı kiram’dan Habbe ve Sevâ -radiyallahu anhümâ- şöyle anlatmışlardır:
Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- bir işle meşgul iken onun yanına girdik, o işte kendisine yardım ettik.
Sonra bize şöyle buyurdu:
“Başlarınız kımıldadığı (yani yaşadığınız) müddetçe rızık hususunda ümitsiz olmayınız. Zira insanı annesi kıpkızıl, üzerinde hiçbir şey olmadığı halde doğurur. Sonra Azîz ve Celîl olan Allah onu her çeşit rızıkla rızıklandırır.” (İbn-i Mâce: 4165)
Her şeyin Allah-u Teâlâ’nın takdiri ile meydana geldiğine inanarak hakiki mânâda tevekkül eden bir mümin; O’na itimat edip, her işini O’na havale etmekle, her türlü gam, keder ve sıkıntıdan uzak olur. Hakk’tan gelen her şeye severek boyun büker. O’nun her işinde hikmet olduğunu bilir. Sebeplere değil, sebepleri yaratana bağlanır. Arzu da beslemez. Her hâliyle O’na sığınır ve herşeyi ancak O’ndan bekler. O’ndan başkasına aslâ iltifat etmez, meyletmez. Her hâlinin Allah-u Teâlâ tarafından görülüp, bilinmesini kâfi görür.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“Allah kuluna kâfi değil mi?” (Zümer: 36)
Elbette kâfidir!
Çünkü O’na tevekkül etmek, helâk edici noktalardan kurtuluşa sebeptir.
Bir kimse Allah-u Teâlâ’dan korkar, emredilen ve nehyedilen hususlarda takvâya riâyet eder, sebepleri yerine getirdikten sonra tam bir tevekkülle Rabbine yönelirse; Allah-u Teâlâ onu sıkıntıdan, hüzün ve kederden kurtarır, tahmin edemeyeceği, aklına gelmeyen yerlerden rızık kaynakları verir, onu başkasına muhtaç etmez.
Tevekkül makamına yükselen takva ehli, dünya maişetlerini şu Âyet-i kerime’lerde ifade edilen gayb hazinesinden temin ederler:
“Kim Allah’tan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder, sıkıntıdan kurtarır.” (Talâk: 2)
Dünya ve ahirette her türlü üzüntüden çıkacak bir yol bahşeder. Düştüğü darlıktan ve âile yüzünden çekmekte olduğu sıkıntılardan kurtulacağı bir çare gösterir.
“Ona hayaline gelmeyecek yerlerden rızık verir.” (Talâk: 3)
Gerçekten bir insan gönlüne Allah korkusunu yerleştirdiği takdirde, Allah-u Teâlâ ona bir çare yaratır ve ummadığı yerden nasibini verir.
“Kim Allah’a tevekkül ederse, Allah ona yeter.” (Talâk: 3)
Sebeplere dayanma sınırlı, Allah’a güvenme ise sınırsızdır. Kuvvet ve emniyet sebeplere dayanmakla değil, ancak ve ancak Allah-u Teâlâ’ya güvenmekledir. Şu kadar var ki sebeplere sarılmak tevekküle mâni değildir, çünkü bu husus emr-i ilâhî’dir.
Bu durumda neticeye kolayca varılır, işler kolayca hal imkânı bulur ve kişi kolaylıklar içinde ömrünü huzurlu olarak devam ettirir.
Tevekkül edenin muradı, Allah-u Teâlâ’nın irade ve rızâsına teslim olmaktan ibaret olursa, Allah-u Teâlâ onun mükâfâtını büyültür.
“Şüphesiz ki Allah emrini yerine getirendir.” (Talâk: 3)
Hiçbir güç ve kuvvet Allah-u Teâlâ’nın emrini yerine getirmesine mâni olamaz. Hükmünü istediği gibi yürütür.
“Allah her şey için bir ölçü tayin etmiştir.” (Talâk: 3)
Ondan önce de meydana gelmez, sonraya da kalmaz. Hiçbir şey tesadüf ve başıboş değildir.