Zühd, dünya sevgisini kalpten çıkarmak, dünyaya karşı duyulan her rağbeti gönülden söküp atmak, nefsin arzularını gemlemek demektir.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“Rabbinin huzurunda durmaktan korkan ve nefsini hevâ ve hevesten alıkoyan kimseye gelince, cennet onun varacağı yerin tâ kendisi olacaktır.” (Nâziat: 40-41)
Hesap ve ceza gününü düşünerek hayatını ona göre düzenleyen, Rabbinin rahmetine ümit bağladığı kadar azabından da o nisbette korkan, nefislerini hevâ ve heveslerine tâbi olmaktan alıkoyan müminlere çok büyük müjdeler vardır.
Allah-u Teâlâ Kur’an-ı kerim’de dünya hayatının gelip-geçici olduğunu, ahiret hayatının ise ebedî olduğunu haber vermiş, müminleri dünya hayatına bağlanarak ebedî hayatlarını mahvetmekten sakındırmış ve:
“Sakın sizi dünya hayatı aldatmasın!” buyurmuştur. (Fâtır: 5)
Ukbayı bırakıp dünyaya meyletmek, Hakk’ı bırakıp bâtıla sarılmak demektir. Hakk ve hakikatı unutup dünya lezzetlerine dalanlar büyük bir belâya ve huzursuzluğa uğramışlardır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde dünyayı tarif ederek şöyle buyuruyor:
“Dünya hayatı ancak bir oyundur bir eğlencedir.” (Muhammed: 36)
Ömrün boş yere harcanmasına sebebiyet veren, insanı mühim işlerden alıkoyan, sebatı bulunmayan bir vakitten ibarettir.
Bu dünya hayatı, çocukların, oyun oynayarak kendilerini yordukları gibi insanların kendilerini yordukları bir oyuna benzemektedir. Ömrün akşamı olunca, çocukların oyunlarını bırakıp evlerine döndükleri gibi, her şey yüzüstü bırakılıp âhiret âlemine göç edilmekte, elde edilen her şey başkalarına bırakılmaktadır.
Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:
“Doğrusu onlar çabuk geçeni (dünyayı) seviyorlar da, önlerindeki o çetin günü (ahireti) bırakıyorlar.” (İnsan: 27)
İnsan dünyada yüzyıl da yaşasa, dünyanın bütün varlığı ahirete nisbetle bir lokma bile değildir. Çünkü sonu olan şeyin, sonu olmayan şeye mukayesesi bile yapılamaz.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyuruyor:
“Hayır, hayır! Siz çarçabuk geçen dünyayı seviyorsunuz ve ahireti bırakıyorsunuz.” (Kıyâmet: 20-21)
O âlemdeki mükâfat ve mücâzâtı hiç düşünmüyorsunuz.
“Ve siz gaflet içinde oyalanmaktasınız!” (Necm: 61)
Dünya, ahireti kazanmak için bir vasıtadır, gaye değildir. Dünyanın cazip güzelliklerinin, gelip geçici tat ve lezzetlerinin insanı Allah yolundan alıkoymaması ve ahireti unutturmaması gerekir.
Akıllı kimsenin dünyaya aldanmaması, dünya sevgisine aşırı derecede kapılmaması gerekir. Serap gibi parıldar, bulut gibi geçer gider.
Dünyayı ahirete tercih etmek; kâfirin küfründeki, münafığın nifakındaki, âsinin mâsiyetindeki gizli hastalığını gösteren bir işarettir. Onların bütün gayretleri dünya lezzetlerini elde etmek içindir. Dünyanın süsü, eğlence ve lezzetleri gözlerini kör etmiş, basiretlerini örtmüştür. Allah-u Teâlâ’ya kavuşmayı aslâ akıllarına getirmezler. Ahiret yerine dünya hayatına râzı olurlar, geçici olanı ebedî olana tercih ederler.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:
“Allah-u Teâlâ’nın indinde dünyanın bir sivrisinek kanadı kadar değeri olsaydı, hiçbir kâfire ondan bir içim su vermezdi.” buyuruyorlar. (Tirmizi)
Sevgili peygamberini taş kovuklarında, mağaralarda barındırmış, sevmediği kimseleri ise köşklerde-saraylarda yaşatmıştır.
Dünyaya rağbet eden, onu sevendir. Dünyalık edinmek ve sürekli olarak daha fazlasını istemek, dünyaya rağbet etmenin alâmetidir.
Sahl bin Sa’d -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre bir zât Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimize gelerek:
“Yâ Resulellah! Bana öyle bir amel göster ki, onu yaptığım takdirde Allah da, kul da beni sevsin.” demişti.
Bunun üzerine Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurdular:
“Dünya muhabbetini kalbinden çıkar ki Cenâb-ı Hakk’ın sevgilisi olasın. İnsanların ellerindekilere göz dikme ki, insanlar da seni sevsin.” (İbn-i Mâce: 4102)
Görüldüğü üzere zühd, Allah-u Teâlâ’nın sevgisine sebep kılınmıştır.
Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimiz şöyle anlatmıştır:
Biz Resulullah Aleyhisselâm ile otururken uzaktan Mus’ab bin Umeyr -radiyallahu anh- göründü, bize doğru geliyordu. Üzerinde deri parçası ile yamanmış bir bürdesi vardı. Resulullah Aleyhisselâm onu görünce (Mekke’de iken giyim kuşam yönünden yaşadığı) bolluğu düşünerek ağladı.
Sonra buyurdu ki:
“(Gün gelip) Sizden biriniz, sabah bir elbise akşam bir elbise giyse ve önüne yemek tabaklarından biri getirilip diğeri kaldırılsa ve evlerinizi de (halılarla ve kilimlerle) Kâbe gibi örtseniz o zamanda nasıl olursunuz?”
Orada bulunanlar: “O gün biz bugünümüzden çok daha iyi oluruz. Çünkü hayat külfetimiz karşılanmış olacak, biz de ibadete daha çok vakit ayıracağız.” dediler.
Resulullah Aleyhisselâm şöyle karşılık verdi:
“Hayır! Bilâkis siz bugün o günden daha iyisinizdir.” (Tirmizi: 2478)
Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- vâlidemiz buyururlar ki:
“Resulullah Aleyhisselâm vefat ettiğinde, evimin dolabında bir parça arpadan başka canlının yiyeceği hiçbir şey yoktu. Arpadan uzun müddet yedim durdum, nihayet kileye vurdum da tükendi.”
Zühd, tasavvufun temelidir, tasavvuf erbabının tanınmasına vesile olan bir makam olarak bilinir.