Tasavvuf'un Aslı, Hakikat ve Marifetullah İncileri

Kalplerin Anahtarı Külliyatı

Tasavvuf'un Aslı, Hakikat ve Marifetullah İncileri

1- Tevbe


Tevbe; günahtan dönmek, pişmanlık duymak demektir. Ölüm halinde olduğu gibi kalpte ikilik yapan Hakk’tan gayrı bütün isteklerden ayrılmak, Mevlâ’ya yönelmek, günahların hepsini terketmek, günah arzusunu kalpten tamamen silmek, iyiliklere dönmek demektir. Öyle ki, günah arzusu kalpten tamamen silinmelidir.

Tevbe, yolunu şaşırmış bir insanın yeniden yola gelmesi demektir.

Günahlardan tevbe etmek, her mümine vaciptir. Bu; Kitap, Sünnet ve İcmâ ile sabittir. Bunun içindir ki, tevbeyi terketmek de ayrıca bir günahtır.

Günahlardan uzak durmak meleklere mahsus olduğu için, hiçbir insan tevbenin dışında kalamaz.

Enes -radiyallahu anh-den rivayete göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:

“İnsanoğlunun her biri hataya düşmekten kendini alamaz. Ancak, hata işleyenlerin en hayırlısı tevbe edenlerdir.” (Tirmizî)

Günahı işleyen, hatayı yapan biz olduğumuz halde, Allah-u Teâlâ bizi tevbeye çağırmakta ve affedeceğini müjdelemektedir:

“De ki: Ey kendilerine kötülük edip haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin, Allah bütün günahları bağışlar. Çünkü O çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir.” (Zümer: 53)

Âyet-i kerime’deki ümit günaha teşvik için değil, en günahkâr kimseleri bile bir an önce tevbe edip Hakk’a yönelmeye teşvik içindir.

Allah-u Teâlâ dilediği kimsenin, deniz köpüğü kadar da olsa bütün günahlarını örter. Çünkü O’nun merhameti bol, affı geniştir.

Bir Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:

“Ey müminler! Hepiniz Allah’a tevbe ediniz ki felâha eresiniz.” (Nur: 31)

Allah-u Teâlâ bilmeyerek kötülük yapıp, sonra da can boğaza gelmeden evvel tevbe edenlerin tevbesini kabul buyuracağını, makbul olan tevbenin nasıl yapılacağını Âyet-i kerime’lerinde haber vermektedir:

“Allah katında makbul tevbe; kötülüğü ancak cahillik sebebiyle yapanların, sonra da çarçabuk vazgeçip tevbe edenlerin tevbesidir. İşte Allah onların tevbesini kabul eder. Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir.

Yoksa kötülükleri yapıp yapıp da, içlerinden birine ölüm gelip çatınca: ‘Ben şimdi tevbe ettim!’ diyenlerin tevbesi makbul değildir, kâfir olarak ölenlerin tevbesi de makbul değildir. İşte onlar için pek acıklı bir azap hazırlamışızdır!” (Nisâ: 17-18)

Bilerek günah işleyen, tevbe etmeyip günah işlemeyi alışkanlık haline getiren ve bu halde iken can boğaza gelip hayattan ümidini kesmeden önce tevbe edenlerin, tevbelerinin kabul edilmesi Allah-u Teâlâ’nın iradesine kalmıştır.

Ebu Musa -radiyallahu anh-den rivayete göre, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuştur:

“Allah-u Teâlâ gündüz günah işleyenin tevbesini kabul etmek için gece elini açar. Gece günah işleyenin tevbesini kabul etmek için gündüz elini açar. Bu durum güneşin battığı yerden doğmasına kadar devam eder.” (Müslim)

Bir zâhirî bir de bâtınî tevbe vardır.

Zâhirî tevbe; kişinin bütün kötü huylardan ve kötülüklerden kaçınması, kötülüklere asla dönmediği gibi hatırına bile getirmemesidir.

Bâtınî tevbe ise; kötü işlerin tamamıyla iyiliğe çevrilmesi, iyi işlerde sabır ve sebat edilmesidir.

Bâtına intikal edemeyen insanlar, tevbe ettikleri halde zamanla aynı kötülüğü yine yapmaktan kendilerini alıkoyamazlar. Tevbeleri dilde kalmıştır.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:

“Dil ile yapılan istiğfar yalancıların tevbesidir.” buyurmuşlardır. (Münavi)

Bir ot, dibinden de kesilse yine büyür, hatta daha çok dallanır. Kökünden çıkarılıp yeri kurutulursa bir daha bitmez.

Bâtınî tevbeye muvaffak olan insan o kötülüğü artık terkettiği gibi, o kötülüğe karşı meylini de kalbinden söküp atar. Daha ileride, böyle bir şey zaten düşünemez.

Bâtınî tevbe inabe ile gerçekleşir. Hakk’tan gelen feyz-i ilâhî sayesinde kalpteki mâsiva otları kurutulur, ekilmeye hazır bir tarla haline gelir. Kemâl bulmuş bir elden kalbe tevhid tohumu düştüğü zaman, hemen filiz verir ve ağaç olur. Yerlerin dibine kök salar, dalları ise semâlara yükselir. O tohumu kemâl bulmuş bir elden almak şarttır.

Kemâle ermeyen bir tohum, ekilmiş gibi görünse de filiz vermez. Kişi kendi gayreti nisbetinde yol alır. Bir noktaya kadar gidebilir, daha öteye geçemez.


 

Önceki Sonraki

İçindekiler