Cevap: Bu şahıs, eğer şeyhi vefat etmişse, herhangi bir tarikat-ı âliye’de kâmil bir zâta ulaşırsa tereddütsüz ona intisab etmeli ve tarikattaki noksanlarını ikmal eylemelidir.
Şayet şeyhi vefat etmemiş ise yine teberrüken intisab edebilir. Çünkü tarikat-ı âliye’de tekâmül etmiş olan bir zât bütün tarikat kaynaklarından feyz almış ve hepsine âşina olmuştur.
Cevap: Bir sâlikin, kâmil bir şeyhi hayatta olduğu halde diğer bir şeyhe râbıta etmesi veya terbiyesi altına girmesi edebe muhalif olduğundan, diğer bir şeyhin sohbet şerefiyle şerefyap olmak ve enfâs-ı tayyibelerinden feyz ve bereket almak maksadıyla intisab edebilir, ancak râbıta edemez.
Cevap:
“Ey iman edenler! Allah’ı çok zikredin!” (Ahzab: 41)
Âyet-i celile’sindeki mümin şüphesiz iç ve dış dünyası ile kâmil bir mümindir. Zikir ile emrolunan da bu zâhir va bâtın, iç ve dış âzâlarıdır. Yani yalnız dil veya kalp gibi bir cüz değildir. Binaenaleyh insanın bâtınında bulunan kalp, ruh, sır, hafâ, ahfâ ve nefs lâtifelerinin zikreder hâle gelmesi lâzımdır. Bu zikre nâil olmak ise yol gösterici ve gönül doktoru bir mürşidin zâhir ve bâtınından feyz ve mânevî yardım almasıyla müyesser olabileceğinden, bir sâlik bu zikirleri temin edinceye ve murakaba derslerine ulaşıncaya kadar Râbıta’dan uzak kalamaz. Murakabalara muvaffak olduktan sonra ihtiyaç duyarsa Râbıta yapar, duymazsa yapmaz.
Cevap: Söz ve davranışlarıyla Şeriat-ı mutahhara ve Sünnet-i seniyye’den ayrılmamakla beraber, şerefli sohbetlerine devam eden sâlikte muhabbetullah ve zikrullah husule gelmesi o şeyhin kemâline delâlet eder.
Şu kadar var ki; temyiz kuvveti olmayan bir insan olursa ve şeyhin veliliği hakkında tevâtür varsa, şer’an bu tevâtüre uyarak onun kemâlini kabul etmekle mükelleftir.
Cevap:
“İlim ikidir. Biri bedenleri ilgilendireni, diğeri de dinlere ait olanıdır.” (Keşf’ül-hâfa)
Hadis-i şerif’ine göre, tebâbet ilmi ile diyanet ilmi arasında bir hayli alâka vardır. Binaenaleyh bir hasta evvela bir tabibe müracaat eder. İlâcını perhizini vesâir malzemesini öğrenir ve tabibin söylediklerini tamamiyle icra eder. Lakin istenilen şifaya nail olmazsa, şüphesiz diğer bir tabibe müracaat eder. Bundan dolayı da ayıplanamaz. Şu kadar var ki, aldığı emirlere riayet etmediği takdirde kusur ve itâb kendisine âittir.
Keza bir sâlik ile bir mürşid arasındaki hâl ve keyfiyet bu minval üzeredir. Bir sâlik mürşidin emirlerini nehiylerini icrâ ettikten sonra matlup olan neticeye nail olamadığı takdirde, diğer bir mürşidi aramakta mazurdur, hem de aramalıdır.
Cevap: Hararetin şiddeti ortadan kalkıp normal haline dönünceye kadar zikrini terkeder. Şu kadar var ki, hararetin izalesi mümkün olmazsa bazen râbıta, bazen de salât-ü selâm ile meşgul olabilir.”
Muhammed Es’ad Erbilî -kuddise sırruh- (Mektubat, 11. Mektup)