Allah-u Teâlâ’nın duyurması ve göstermesi ile husule gelen bir akıldır. “Akl-ı kül”den sonra artık akıl çalışmaz. Ancak ondan sonraki beşinci akıl, Allah-u Teâlâ’nın duyurması ile ve göstermesi ile olan bir akıldır. Bu ise “Ulül-elbâb”dır.
Allah-u Teâlâ’nın Âyet-i kerime’sinde “İlimde derinleşenler” diye vasıflandırdığı kimseler işte bunlardır. Bu ilim doğrudan doğruya Allah-u Teâlâ’dan gelir, bu ilmi ancak bildirdiği kimseler bilir, başkasına şâmil değildir ve faydalı olan hakiki ilim de budur.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“İlim ikidir. Birisi dilde olup (ki bu zâhirî ilimdir) Allah-u Teâlâ’nın kulları üzerine hüccetidir. Bir de kalpte olan (mârifet ilmi) vardır. Asıl gayeye ulaşmak için faydalı olan da budur.” (Tirmizî)
Tarif edilen bu ikinci yol, yani münevver yol bu Hadis-i şerif’le öğrenilmiş oluyor.
Bir “Satır ilmi” vardır. Bu ilim duymakla, okumakla öğrenilir. Bir de Allah-u Teâlâ’nın kalbe koyduğu ilim vardır ki, bu “Sadır ilmi”dir, buna “Mârifetullah ilmi” de denir. İşte bunlar bu gayeye ulaşmış ve bu faydalı olan mârifetullah ilmine vâkıf olmuşlardır. Hem zâhirî hem bâtınî misal âlemine uçabilmek için iki kanatlı kuş mesabesinde olmuşlardır.
Ulül-elbâb, bütün varlığından soyunur, hiçbir şey bilmediğini ve câhil olduğunu itiraf eder. Çünkü dıştan içe geçmiştir, zâhirden bâtına intikal etmiştir.
“Ölmeden evvel ölünüz.” (K. Hafâ)
Hadis-i şerif’inin sırrının tecelliyatı burada başlar.
Yerine göre ne akıl ne ilim burada çalışmaz. Burası Ulül-elbâb’a âittir. Bunlar Allah-u Teâlâ ile karşı karşıya gelenlerdir.
Allah-u Teâlâ ona ne bildirirse onu bilir, ne gösterirse onu görür. Gerçekten hiç olduğunu gözü ile görür ve bilir. Çünkü Hakk’a vâsıl olan Hakk’ı görür, kendisini görmez. Allah-u Teâlâ’ya iman eder, kendisini inkâr eder. Bu öyle bir makamdır.
Allah-u Teâlâ o kulundan perdeyi dilediği kadar kaldırır ve esrârını ona duyurur.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“İlimde derinleşenler ise: ‘Ona inandık, hepsi Rabbimizin katındandır.’ derler. Bu inceliği ancak akl-ı selim sahipleri düşünüp anlarlar.” (Âl-i imran: 7)
İşte Allah-u Teâlâ ancak ilimde derinleşen ve aklı Ulül-elbâb’a varan hakikat ehlinin hakikatı kavrayacağını beyan ediyor, başkası kavrayamaz.
Diğer bir Âyet-i kerime’sinde ise şöyle buyuruyor:
“Ancak akl-ı selim sahipleri öğüt ve ibret alırlar.” (Zümer: 9)
Ulül-elbâb’dan başka kimse bunu tefekkür edemez. Bu sırlara ancak o mazhar olur.
Ulül-elbâb’da olanların ilmi:
Bu doğrudan doğruya vehbidir, Allah vergisidir. Bunlar Resulullah Aleyhisselâm’ın vârisidir.
Allah-u Teâlâ’nın imanı kalbine yazması ile, nuru kalbine akıtması ile, kalp kulağına duyurması ile, kalp gözüne göstermesi ile olur, Allah-u Teâlâ bu kullarına lütfu ile ilham eder.
1. Zâhirî ulül-elbâb: Allah-u Teâlâ kimi ilimde derinleştirdiyse bunlar ilimde derinleşenlerdir.
2. Bâtınî ulül-elbâb: Allah-u Teâlâ’nın kendinde derinleştirdiği kullar vardır ki, bunlar Hakk’a vâkıftır, Allah-u Teâlâ’ya vukûfiyet kesbederler.
Ezcümle kimi ilme vâkıftır, kimi Hakk’a vâkıftır. Kimisini ilimde derinleştirmiştir, kimisini Zât-ı akdes’inde.
Allah-u Teâlâ onlara kendi ilminden ve hilminden ihsan eder. Binaenaleyh Ulül-elbâb’da olanlar doğrudan doğruya vehbîdir. Bunlar Resulullah Aleyhisselâm’ın vârisidirler. Allah-u Teâlâ bir peygambere dilediğini verdiği gibi, vehbi ilim de böyledir, çalışmakla okumakla öğrenilmez.
Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:
“Bu Allah’ın fazl-u ikramıdır, kime dilerse ona verir.” (Cumâ: 4)