1. Hazret-i Allah ile iftihar edenlere yapılır. Zira onlar Hakk’ta fânî olmuştur. Varlığından bir eser kalmamıştır.
Nefsi ile iftihar edenlere gelince; o doğrudan doğruya kendini putlaştırmıştır, râbıta edenler nefis putuna râbıta eder. Bu, bu kadar hassas ve ince bir mevzudur ve fakat bilinmiyor.
Âyet-i kerime’de:
“Sâdıklarla beraber olunuz.” buyuruluyor. (Tevbe: 119)
Bu sâdıklar kimdir?
“Onlar sıdk makamında, kuvvet ve kudret sahibi hükümdarın huzurundadırlar.” (Kamer: 55)
Allah-u Teâlâ’ya vâsıl olanlar sıddıkiyet makamına alınırlar.
Râbıta yalnız bunlara yapılır, başkasına değil. Onlar dünyâda nâdirdir.
2. Yalnız ve yalnız kendisini bir maskeden ibaret olduğunu bilene ve görene Râbıta yapılır.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“İlmi ile amil olan âlimin yüzüne bakmak ibadet makamına kâim olur.” (Münâvî)
Çünkü o bir maskeden ibarettir. Onun içinde gerçekten Hakk vardır. Onun içindir ki, ona nazar eden, tecelliyat-ı ilâhî’ye mazhar olur.
3. Vücudu da bir elbiseden ibaret olduğunu bilen ve görene Râbıta yapılır. Bunlar Hazret-i Allah ile bakar ve bunları görür.
Hani Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurmuyor mu?
“İçinizde... Görmüyor musunuz?” (Zâriyat: 21)
İşte Allah-u Teâlâ’nın içte olduğunu gören ve bilen yalnız bunlardır. Bu sırra yalnız bunlar mazhardır. Râbıta ancak bunlara yapılır, başkasına şâmil değildir. Bu surette Allah-u Teâlâ’ya ulaşmak için köprü mesabesindedir, bir vasıtadır, hem de en mühim bir vasıtadır. Nasipdar olanlar oradan alırlar..
Bunlar “El-fakru fahrî”nin sırrına erenlerdir. Allah-u Teâlâ’nın ihsan ve ikram ettiği sonsuz nimetlerin karşısında, bir zerrenin dahi idrâkinden âciz olduğunu bilirler. Amma o görüyor da âciz düştüğünü biliyor. Hem biliyor, hem görüyor.
•
İşte Râbıta yapan, bu içindekine yapmış olur. Râbıta’ya mezun olanlar da ancak bunlardır. Neden? Çünkü o, kendi varlığını var olan Hazret-i Allah’ta ifnâ etmiş. Zira Gerçek Mürşid Hazret-i Allah’tır.
İtiraz edenler bu Âyet-i kerime’lerin, bu Hadis-i şerif’lerin tecelliyatından mahrum kaldıkları için, bilmeyerek itiraz ediyorlar. Amma bu itirazları ile gerçekten câhil olduklarını ortaya koyuyorlar.
Kalbini Allah-u Teâlâ’nın dostuna raptetmek emr-i ilâhî olduğu halde, bu emr-i ilâhî’yi inkâr edenlerin ellerinde ne gibi deliller var?
Dilinizi göstereceğinize delil gösterin!
Zira bunların dilini, önlerine sürdüğümüz Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerle kesmiş oluyorum.
Kâbe-i Muazzama’ya secdeye kapanmayı şirk olarak kabul etmiyorsun da, Râbıta’dan murad olunan: “Sâdıklarla beraber olunuz!” emr-i ilâhî’sini neden şirk kabul ediyorsun? Halbuki o da Allah-u Teâlâ’nın emri, bu da Allah-u Teâlâ’nın emri.
İnsan-ı kâmil bir perdeden, bir maskeden ibarettir. Kâbe-i muazzama’da ne ki varsa İnsan-ı kâmil’de hepsi mevcuttur. Onda öyle bir bina var ki, onu O yarattı. Onun özünde Hakk var.
Kâbe-i muazzama’da Hacer-ül esved, Kâbe-i muazzama’da Altınoluk var. Fakat Allah-u Teâlâ ona öyle bir oluk ihsan buyuruyor ki, feyz deryâsından Resulullah Alayhisselâm’ın deryâsına gelir. Kâinat da o derdyâdan alır, o Altınoluk’tan alır. Yani ona yönelen Hakk’a yönelmiş olur. Ondan aldığı feyz, feyz-i ilâhî’dir. Allah-u Teâlâ’dan Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine, Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-inden ona, ondan O alınmakla feyz-i ilâhî olur.
O gördüğün insan-ı kâmil bir maskeden, bir resimden ibarettir. İçinde yalnız ve yalnız O olduğunu hem bilir hem görür.
Gören yalnız bunlardır. Onun içinde yalnız O olduğu için, O Kâbetullah oldu. İşte Râbıta ancak Kâbetullah’a yapılır.
Kâbe-i muazzama’nın yapılması için Allah-u Teâlâ İbrahim Aleyhisselâm’a emretti ve bütün ruhların dâvet edilmesi emrolundu. Bu dâvet kıyamete kadar devam eder, umuma şâmildir.
İbrahim Aleyhisselâm’a yapımını ve dâvetini emreden Allah-u Teâlâ, sâdıklarla olmayı emreden de yine Allah-u Teâlâ’dır.
Nasipdar ettiği kimseler o vâsıta ile tekâmül eder. Aynı zamanda “Kalbül-mümin arşur-rahman” olduğu için; Allah-u Teâlâ’nın ihsan ve tevdî ettiği emâneti, ezelî nasibini, Râbıta ve muhabbet sayesinde almış olur.
Bütün kâinâta taksimat maddî arş’dan gelir. Mânevî bütün taksimat da, mânevî arş’dan gelir. Bu da İnsan-ı kâmil’dir. Onun içindir ki Allah-u Teâlâ taksim etmişse nasibdar olanlar nasibini oradan alırlar.
•
Allah-u Teâlâ diğer bir Âyet-i kerime’sinde:
“Ey iman edenler! Sabredin, sebat gösterin, hazırlıklı ve uyanık bulunun ve Allah’tan korkun ki, felâha erebilesiniz.” buyuruyor. (Âl-i imran: 200)
Şeyh Es’ad Efendi -kuddise sırruh- Hazretleri buyururlar ki:
“Bu Âyet-i kerime’yi bu mânâya kullanırsam, zâhir âlimleri tarafından hatalı görülmemeliyim. Çünkü;
“Kur’an’ın bir zâhiri bir de bâtını vardır. Bâtını da yedi dereceye kadar gider.”
Gibi Hadis-i şerif’ler tefsir dairesini genişletmişlerdir.” (45. Mektup)