Peygamber Aleyhimüsselâm Efendilerimizin seslerine kulak veren insanlar, vücudu nefsin işgaliyetinden, ruhu esaretten kurtarmak için mücadeleye başladılar. Nefislerine muhalefet ettiler. Mücadele nisbetinde muvaffak oldular. Dünyada da âhirette de ebedi saâdete erdiler.
Peygamber vekili olan bir mürşid merdiven gibidir. Allah-u Teâlâ’nın ezeli ilminde hidâyet nasip ettiği kulları tasarrufu ile o ulvî âlemlerin yüksek makamlarına tekrar ulaştırır. Nefis de ruha tâbi olarak o makamlara çıkar. Tarikat-ı Nakşibendiye’nin bir hususiyeti de budur. Mürşid, muhabbet ve teslimiyet nisbetinde tasarrufunu kullanır. Gün be gün tekâmül edip yükselmeye başlar.
Melekût âlemine çıktığında Rûhânî ruh olur.
Ceberût âlemine çıkabilirse Sultânî ruh olur.
Ve nihayet lâhut âlemine yükseldiği zaman Kudsî ruh olmuş olur. Burası nebilerin, velilerin makamıdır.
“İnsan benim sırrımdır, ben de insanın sırrıyım.”
Kudsî Hadis-i şerif’i bu ruhu tavsif eder.
Bir Âyet-i kerime’de de şöyle buyuruluyor:
“Onlar o kimselerdir ki, Allah imanı kalplerine yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir.” (Mücâdele: 22)
Allah-u Teâlâ kudsî ruhla desteklediği ve lâhut âlemine kadar çıkmaya fırsat verdiği bu kullarından dilediklerini orada tutar, irşad memuru olmayacaksa o makamda kalır. Dilediklerini de irşad için tekrar insanların arasına geri gönderir. Bir veli ikinci turda ne kadar çok yükselirse, üçüncü turda o kadar aşağı iner, irşad ve terbiyesi de o kadar çok tesirli olur.