Bu adamın hususiyetle İslâm kahramanlarını hedef alan bu densizliklerinin, bu “Câhil cesareti”nin sebebi nedir?
Bu gibi kişiliği dengesiz, akçalı işlerde hak ve hukuka riayetsiz kimseler; kullanılmaya müsait karakterdeki kişilerdir.
Nitekim Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri’ni o necis diline dolamaya çalıştığı konuşması da böyledir. Başkaları tarafından yönlendirildiği, kullanıldığı anlaşılmaktadır. Soru-cevap şeklindeki bir konuşmada kendisine sorulmadığı halde bir saat arayla iki defa iftirada bulunması ve kullandığı üslup kendisini ve arkasındakileri ele veriyor.
Binaenaleyh bazı sinsi din bölücülerinin bu gibi dengesiz kişilerin arkasına saklanarak düşmanlığını yürütmeye çalıştıkları bizce aşikârdır.
Ey sinsi iftiracılar! Bu hâinliğinizi Allah-u Teâlâ’dan gizlediğinizi mi zannediyorsunuz?
“Yoksa bizim kendilerinin sırlarını ve gizli konuşmalarını işitmediğimizi mi sanıyorlar? Hayır! İşitiriz ve yanlarında bulunan elçilerim de (her yaptıklarını) yazmaktadırlar.” (Zuhruf: 80)
Bu düşmanlığın sebebi nedir?
Sözlerine bakıldığında bu düşmanlığın arkasında yatan esas sebebin Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri’nin hükm-ü ilâhî’yi ortaya seren beyanları; Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerle delilli ve mühürlü; İslâm dinindeki ve vatandaki bölücülerin içyüzünü ortaya koyan eserleri olduğu görülüyor.
Nitekim, “Bu bölücüleri küfürle itham ediyor!” demek istiyor.
Halbuki bu Zât-ı âli Allah-u Teâlâ’nın beyanlarını ortaya koyuyor.
Kur’an-ı kerim’de müslümanların birleşmelerini emreden; tefrikayı, bölücülüğü şiddetle yasaklayan pek çok Âyet-i kerime mevcuttur.
Âllah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruyor:
“Fırka fırka olup dinlerini parça parça edenlerle senin hiçbir ilgin yoktur. Onların işi Allah’a kalmıştır. Sonra O, yaptıklarını kendilerine haber verecektir.” (En’am: 159)
Ezcümle;
Hucurât sûre-i şerif’i: 10. Âyet-i kerime,
Mâide sûre-i şerif’i: 2. Âyet-i kerime,
Âl-i imrân sûre-i şerif’i: 103. ve 105. Âyet-i kerime’leri,
Rûm sûre-i şerif’i: 32. Âyet-i kerime,
Enfâl sûre-i şerif’i: 46. Âyet-i kerime,
Yunus sûre-i şerif’i: 19. Âyet-i kerime,
En’âm sûre-i şerif’i: 153. Âyet-i kerime,
Şûrâ sûre-i şerif’i: 13, 14, 15. Âyet-i kerime’leri,
Zuhruf sûre-i şerif’i: 65. Âyet-i kerime,
Enbiyâ sûre-i şerif’i: 92, 93, 94. Âyet-i kerime’leri,
Müminûn sûre-i şerif’i: 52-56. Âyet-i kerime’leri, dinde ayrılık yapmanın mesuliyetinin, suç ve cezâsının ne kadar ağır olduğunu beyan buyurmaktadır. Bu Âyet-i kerime’ler bölücülere hitap ediyor.
Bu hükümler Allah-u Teâlâ’nın dinde bölücülük yapanlar hakkında verdiği hükümdür, bunu beşere atfetmeyin. İlâhî hükümleri hiçe mi sayıyorsunuz? Bu Âyet-i kerime’leri görmüyor musunuz? Yoksa görmek işinize gelmiyor da mı bu zâta isnad ediyorsunuz?
Bu Âyet-i kerime’ler Allah-u Teâlâ’nın kelâmı mı, yoksa bu zâtın beyanı mıdır?
El-cevap; Allah kelâmıdır! Şu halde niçin bu zâta isnad ediyorsunuz? Allah-u Teâlâ’nın bölücüler hakkında verdiği küfür hükmünü niye bu zâta atfediyorsunuz?
Meğer size söylenenler Hakk sözü imiş, halk sözü değilmiş!..
Bu sebeple bu zâta düşmanlık yaptığını zannedenler aslında Allah-u Teâlâ’nın hükmüne düşmanlık yapıyorlar. O’na muhalefet ediyorlar.
“Allah’a ve Peygamber’ine muhalefet edenler, işte onlar en aşağılık kimseler arasındadırlar.” (Mücâdele: 20)
Bugün ağızlarına geleni konuşmaya çalışıyorlar. Ama öyle bir gün gelecek ki hiç konuşamayacaklar!
“O gün (hakikatleri) yalanlayanların vay haline!” (Mürselât: 34)
“Bu, onların konuşamayacakları gündür.” (Mürselât: 35)
“Kendilerine izin de verilmez ki mazeretlerini beyan etsinler.” (Mürselât: 36)
“O gün (hakikatleri) yalanlayanların vay haline!” (Mürselât: 37)
Bu hatırlatmaların ve ikazların muhatabı olan din bölücüleri olsun, ahir zaman âlimleri olsun, kendisini allame zanneden câhiller olsun bu zâta düşmanlık yapmaya çalışmışlardır.
Halbuki bu hatırlatmalar yapıldığı zaman, teşekkür edip, “İşittik, iman ettik.” demeleri gerekmez miydi?
“Kendisine Rabb’inin âyetleri hatırlatılarak öğüt verildikten sonra, onlardan yüz çeviren kimseden daha zâlim kim olabilir?
Muhakkak ki biz zâlimlerden öç alacağız.” (Secde: 22)
İşte bunlar, bu din bölücüleri; teşekkür etmek yerine, Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri’ni “kullanılan bir kimse” gibi göstermek, iftira ile karalamak isterler.
Kadir Mısıroğlu da bu iftiralara sahip çıkıyor, “Bunlar memur” diye iftira atıyor.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri bu iftiralara Temmuz 2009 tarihli Hakikat Dergisi’nde cevap verdi. Bu iftiraların arkasında kimlerin olduğunu, bu iftiraların niye yapıldığını izah etti. Mahkemelerde büyük bir hukuk mücadelesi verdi. Televizyonlarında tekzipler yayınlamak zorunda kaldılar. Bütün bunların hepsi “Hain Tezgâh” isimli eserinde ayrıca yayınlandı.
Bütün bunlar ortada olduğu halde yine de “Çamur at, izi kalsın” niyetinde oldukları için bu iftiralara sahip çıkmaları bundandır.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri Hazret-i Allah’ın dinini tahrif eden, Hazret-i Kur’an’ın hükümlerini kaldırmaya çalışan, Sünnet-i seniyye’ye muhalefet edenlere karşı bayrak açıp Hakk’ı ve hakikati söyledi. İşte o Zât-ı muhterem Hakk adamı, Hakk’ın hizmetkârı idi. Onu Hakk kullanıyordu. O Hakk’ın memuru idi.
Peki bu iftiracılar neyin müdafii? Kimin memuru?
Bunları kim kullanıyor?
Bunlar nefis ve şeytanın memuru olmuşlardır, farkında bile değildirler.
“Doğrusu birçokları bilmeden heva ve heveslerine uyarak halkı şaşırtıyorlar. Muhakkak ki Rabb’in hududu aşanları çok iyi bilendir.” (En’âm: 119)
“Bunlar memur.” iftirasını atan Kadir Mısıroğlu kimin memuru olduğunu, kimin adına konuştuğunu açıklasa da öğrensek.
Kadir Mısıroğlu diyor ki:
“Ömer Öngüt’ün her müslümana din ayrı din güdüyor diye hücum etmesi bundandır.”
Selçuklular, Osmanlılar kendisine bu adı takmadı diye kendince teviller yaptıktan sonra da şöyle konuşuyor:
“Şimdi sen nasıl süleymancı adıyla müslüman adı sana yetmiyor mu, diye ad alıyorsun o halde bu dindir diyor Ömer Öngüt.”
Kadir Mısıroğlu Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri’nin hükm-ü İlâhi’yi ortaya koyan beyanlarına karşı laf-ı güzafla ve hakaretlerle kendisini siper ediyor, ancak Allah-u Teâlâ’nın hükmünü hükümsüz kılmaya çalıştığını, onun hükümlerinin karşısında siper olmaya çalıştığını bilmiyor. Cevap olsun diye ortaya koyduğu şey ise uzun uzun -tarihî gerçeklerle de örtüşmeyen şekilde- “Osmanlı, Selçuklu kendisine ‘Osmanlı’, ‘Selçuklu’ demedi de başkaları bu ismi verdi” demekten ibaret. Farz-ı muhal, onun bu sözlerini doğru kabul etsek; kendilerine “Biz Süleymanlıyız” diye isim vermeye çalışanların durumu ne olacak? Bunu da bir izah etseydi ya!
Başkaları adına yapılan avukatlık işte bu kadar!
Binaenaleyh Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri bu din kurucu fırkaların iç yüzünü ortaya serip bunların İslâm dini’nin yerine kendi zan ve hükümlerini koymalarına engel olduğu için; bu Zât-ı âlî’yi düşman bellediler. Hükm-ü İlâhî’nin karşısına çıkmaya cesaret edemedikleri için düşmanlıklarını sinsice, yalan ve iftira ile, karalamaya çalışarak yürütmeye çalıştılar. Böylece şeytanın kullandığı memuru oldular. Gayelerine ulaşmak için her türlü gayr-i meşru yolu mübah gördüler.
“İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayeti biz Kitap’ta açıkça belirttikten sonra gizleyenler var ya, işte onlara hem Allah lânet eder, hem de bütün lânet ediciler lânet eder.” (Bakara: 159)
Hiç şüphe olmasın ki Cenâb-ı Hakk bunlara fırsat vermeyecek. Zira onların karşısında Cenâb-ı Hakk var, Hakk ehli var. Allah ve Resul’ünün kendi namına kullandığı, sevdiği, seçtiği kulları var. Onların izinden giden İslâm taifesi var.
“Ümmetimden bir tâife, kıyamet kopuncaya kadar Allah’ın yardımı ile muzaffer olmakta devam edecek, muhalefette bulunanlar onlara zarar veremeyecektir.” (Tirmizî)