Süleymancıların İçyüzü

Cep Kitapları

Süleymancıların İçyüzü

Hüküm Yalnız Allah’ındır


Allah-u Teâlâ Kelâm-ı kadim’inde:

“Yaratmak da emretmek de Allah’a mahsustur.” buyuruyor. (A’raf: 54)

Hazret-i Allah’ın hükmü esastır, mahlukun hükmü yoktur. Emir ve yasak koyma hakkı yalnız O’na âittir. Mülk O’nundur, O’ndan başka hiç kimsenin hiçbir şeye müdahale etmesine hakkı ve salâhiyeti yoktur. Yalnız emir, yasak, tedbir, irade, tam tasarruf O’na âittir. Hükmünü hiç kimse değiştiremez.

Zira:

“Hüküm yücelerin yücesi Allah’ındır.” (Mümin: 12)

Çünkü O mülkünde yücedir, dilediğini yapar, dilediği hükmü verir. O’nun verdiği hükümler belirli bir asır ve zaman ile sınırlı değildir, kıyamete kadar geçerlidir.

“Rabbinin sözü doğruluk bakımından da adalet bakımından da tamamlanmıştır, tam kemalindedir. O’nun sözlerini değiştirebilecek hiç kimse yoktur.” (En’am: 115)

Tatbikini emir buyurduğu bütün hükümler kemâle ermiş, tamamlanmıştır. Hiç birisinde noksanlık ve eksiklik tasavvur edilemez, hükmünde yanılması düşünülemez. O’nun haber verdiği her şey gerçeğin ta kendisidir. O’nun emrettiği her şey adaletlidir, O’nun dışında hiçbir şey adaletli değildir. O’nun yasakladığı her şey bâtıldır. Hiç kimse O’ndan daha doğru söz söyleyemez, hiç kimse O’ndan daha adil hüküm koyamaz. Hükmünde hikmet sahibidir, her şeyi hikmetle yapar.

O’nun sözlerini değiştirebilecek, temyiz edecek, tashih yapacak hiçbir kimse olamaz.

Söz O’nun sözü, hüküm O’nun hükmü, kitap O’nun kitabıdır.

Binaenaleyh bütün insanlar ve cinler birleşerek bir araya gelseler, kasten bir Âyet-i kerime’yi inkâr etseler hepsi kâfir olurlar. Çünkü mahlukun hükmü yoktur, O’nun hükmü esastır.

O’nun hükmünü kim bozabilir? O’nun hükmünden kim kurtulabilir?

“Hüküm veren Allah’tır, O’nun hükmünü bozacak kimse yoktur.” (Ra’d: 41)

O’nun verdiği hükmü değiştirecek, engelleyip ortadan kaldıracak hiçbir kuvvet, hiçbir devlet, hiçbir makam ve merci yoktur.

 

Din kuran ve dinini ayakta tutmak isteyenlere gelince:

Onlar bu Âyet-i kerime’yi inkâr ettiler. Hazret-i Allah’ın hükmüne karşı geldiler, Âyet-i kerime’lerin hükmünü ortadan kaldırmaya çalıştılar. Fâize helâl diyenler, küfrü hoş görenler, ilâhlığını ilân edenler, tesettürü inkâr edenler, sahte halifeliğini ilân edenler ve daha nice sahte ve türemeler Allah-u Teâlâ’nın hükümlerini ortadan kaldırdılar.

Emr-i ilâhi’yi kenara itip bırakan, kendi arzu ve reyini ortaya koyan, kendi nefsini ilâh olarak ilân etti demektir. Bu gibi kimselerin sözü doğrudur diyenler de onu ilâh edinmiştir.

Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“Resulüm! Gördün mü o nefis arzusunu ilâh edineni? Artık ona sen mi vekil olacaksın? (Onu şirkten sen mi koruyacaksın?)” (Furkan: 43)

Nefis putuna dayanmış olduğundan, bunlara uyan ve tâbi olan kimse bunları ilâh olarak kabul etmiştir.

Bu Âyet-i kerime, her yoldan sapana ve sapıtıcıya hitap eder. Yaptığı icraat ahkâm-ı ilâhi’ye ters düşüyorsa bu Âyet-i kerime’ye bakarak hükmedin ki onlar nefsini ilâh edinmiş, şirke düşmüşlerdir.

Öyle ki; Allah-u Teâlâ nefsinin hevâ ve hevesini ilâh edinenin kulağını ve kalbini mühürler, gözünün üstüne perde çeker.

“Nefsinin hevâ ve hevesini kendine ilâh edinen, Allah’ın da dalâleti hak ettiğini bilerek saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği ve gözüne perde çektiği kimseyi gördün mü? Onu Allah’tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Hâlâ ibret almayacak mısınız?” (Câsiye: 23)

Ve fakat bütün bölücülere bakın, imamlarına nasıl sarılmışlar. Sanki bu ilâhi hükümler kendilerine hitap etmiyormuş gibi kulak vermek bile istemezler.

Allah-u Teâlâ’ya karşı gelenlere gelince:

“İnsan bizim kendisini kerih bir nutfeden yarattığımızı görmez mi ki, şimdi o apaçık bir hasım kesilmektedir.” (Yâsin: 77)

Bu ilâhi bir emirdir ve hükümdür. İnsan; Hazret-i Allah’ın kendisini kerih bir nutfeden yarattığını görmedi, şeytana uydu ve apaçık hasım kesildi.

Buna rağmen insanoğlu; bir damla kerih sudan yaratıldığı halde Yaratan’a hasım kesiliyor, ihsan ve ikram sahibi olan Allah-u Teâlâ’ya isyan ediyor.

Günümüzde ortalığı ifsat ateşine veren kimseler, Hazret-i Allah’ın Din-i mübin’i olan İslâm’ı; menfaatlerine, gaye ve maksatlarına âlet ederek, İslâm’ın ulvî hükümlerini kendi çıkarları doğrultusunda bozmaya, değiştirmeye, yozlaştırmaya çalışarak Hazret-i Allah’a hasım kesilmektedirler.

Bu ise akl-ı selim sahibi olanların kabul etmeyeceği, hafsalanın almayacağı bir durumdur. Halbuki yaratıldığı aslî maddesini düşünseydi nankörlük etmez, hasım kesilmezdi.

Hiç şüphesiz ki iman nûruyla münevver, İslâm şerefiyle müşerref olmayan kişiler yaratılış icaplarını yerine getirmezler, Yaratan’a hasım kesildikleri gibi; dinini alaya alırlar, içten yıkmaya çalışırlar.

Allah-u Teâlâ en belirgin noktaları hatırlatarak başlangıcını ve sonunu düşündürmek üzere Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyuruyor:

“Kahrolası insan! Ne kadar da nankör! Onu yaratan hangi şeyden yarattı? Onu nutfeden yaratıp merhalelerden geçirerek şekil verdi. Sonra ona tutacağı yolu kolaylaştırdı. Sonra onu öldürür ve kabre koyar. Daha sonra dilediği zaman onu tekrar diriltir.” (Abese: 17-22)

Onu mahşere sevkeder, muhasebesini görür, ameline göre cezasını verir.

Bunca ihsan ve ikram sahibi olan Hazret-i Allah’a isyan eden münafıklar, bu ilâhî cezaya müstehak olmuşlardır.

Şeytan onları şaşırtmış, çıkmaza sokmuş. Onlar da ona kanmışlar, bu büyük hakikatı, Allah-u Teâlâ’nın yaratıcı gücünü göremez olmuşlar. İlk yaratılış apaçık önlerinde iken görmemezlikten gelmişler.

O bize ihsan ve ikram ederken hiçbir karşılık da talep etmedi. Sadece kendisini tanımamızı ve kulluk yapmamızı istedi.

Hazret-i Allah’a isyan eden münafıklara ise Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:

“Çünkü insan çok zâlim ve câhildir.” (Ahzab: 72)

İddiâ ettiği gibi âlim değil, aksine çok câhildir. Çünkü her sözünde ve her icraatında cehaletini sergilemektedir.

“Gerçekten insan Rabbine karşı çok nankördür ve kendisi de buna şahittir.” (Âdiyat: 6-7)

O kadar ilâhî nimetlere nâil olduğu halde hiç birisinin şükrünü yerine getirmez. Mazhar olduğu bolca iyilikleri hiç hesaba katmaz. Rabbini unutur da, kulluk vazifelerini yapmaz. Maruz kaldığı musibetleri ve zorlukları dile getirerek itiraz eder durur.

Rabbine karşı çok nankör olduğuna insanın kendisi de şahittir. Bu durumu kendi vicdanı da kabul eder ve dile getirir.

Diğer bir Âyet-i kerime’de:

“Kahrolası insan! Ne kadar da nankör!” buyuruluyor. (Abese: 17)

Başka bir delile ihtiyaç yoktur. Çünkü yaptıkları ayan-beyan ortadadır.

Bu Âyet-i kerime’lere iman ve İslâm ile nazar ederseniz bunlar mümin midir? Kâfir midir? Kararını kendin ver. İmanın varsa bunlardan nefret et ve imanını kurtar.

 

“Allah’ım nurun ile bu fitne ateşini söndür.

İmansız imamları kahret ve öldür.”

 


 

Önceki Sonraki

İçindekiler