Her din kuran sapıtıcı imamlar ve onlara tâbi olan türemeleri din-i İslâm’ın düşmanı oldukları için, her hakiki müslüman da din-i İslâm’ı parçalamak, kurdukları dini ayakta tutmak isteyen bu bölücülerin düşmanıdır.
Diğer topluluklar ise, onlar ilâhlarından bahseder. Kurdukları dini metheder ve hep paradan bahseder. Çünkü kurdukları din paraya dayanıyor.
Hadis-i şerif’te:
“Onların dinleri para olacak.” buyuruluyor. (Münâvi)
Size delil olarak En’am Sûre-i şerif’inin 159. Âyet-i kerime’sini gösteriyorum:
“Fırka fırka olup dinlerini parça parça edenlerle senin hiçbir ilgin yoktur. Onların işi Allah’a kalmıştır. Sonra O, yaptıklarını kendilerine haber verecektir.” (En’am: 159)
İşte bu Âyet-i kerime, bir bölücü ile bir mümin arasında bir berzahtır. Bütün bölücülerin İslâm dairesinden atıldıklarına dair hudut çizmektedir.
Allah-u Teâlâ onları kulluğundan tardetmiş, dininden atmış, Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine de tardetmesi için emir buyurmuştur. “Benim onlarla ilgim yok, senin de olmasın.”
Resulullah Aleyhisselâm’a emrettiği gibi gerçek müminlere de şamildir.
Bu emr-i ilâhî kıyamete kadar şamildir. Çünkü Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in vekilleri kıyamete kadar devam edecek.
Bir Hadis-i şerif’lerinde:
“Allah-u Teâlâ bu ümmete her yüzyıl başında dinini yenileyecek bir müceddid gönderir.” buyuruyorlar. (Ebû Davud)
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de onları:
“Ayrılık yapan bizden değildir.” (Münâvî)
Hadis-i şerif’i ile ümmetliğe kabul etmiyor.
•
Deccal’in fitnesi ile birçok insanın yoldan sapacağı malûmdur.
Zira deccal, ilâhlık dâvâsında bulunacak ve İslâm’a büyük tahribat yapacaktır.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:
“Adem’in yaratılışı ile kıyametin kopması arasında Deccal’den daha büyük bir fitne yoktur.” buyurmuştur. (Müslim)
Deccalin geleceğini Nuh Aleyhisselâm’dan itibaren bütün Peygamberân-ı İzam Aleyhimüsselâm Efendilerimiz ümmetlerine telkin etmişlerdir.
Abdullah bin Ömer -radiyallahu anhümâ-dan rivayet edilmiştir:
“Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- halk arasında ayağa kalkarak Allah’a gerektiği şekilde senâda bulundu. Sonra Deccal’i anarak şöyle buyurdu:
“Ben sizi ondan uyarırım. Hiçbir peygamber yoktur ki, kavmini ondan uyarmış olmasın. Gerçekten Nuh Aleyhisselâm, kavmini ondan uyarmıştır. Lâkin size onun hakkında bir söz söyleyeceğim ki, bu sözü hiçbir peygamber kavmine söylememiştir.
Bilmiş olun ki bu adamın bir gözü kördür. Allah Tebâreke ve Teâlâ ise kör değildir.” (Müslim: 2931)
Resulullah Aleyhisselâm Efendimiz görüldüğü gibi Deccal’in sıfatını, icraatını ve İslâm’a yapacağı tahribatını beyan ettiği gibi, sapıtıcı imamların da tahribatının bundan daha büyük olacağına dair Hadis-i şerif’i haklarında delil olarak gösterilmiştir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Sizin için Deccal’den daha çok Deccal olmayanlardan korkarım.”
“Onlar kimlerdir?
“Saptırıcı imamlardır.” (Ahmed bin Hanbel)
“Deccalden daha beter, daha kötü nasıl olabilir?” derseniz bunu size izah edeceğim.
Bu sapıtıcı imamlar, kendilerini sûret-i Hakk’tan gösterdiler. İslâm’ın önderi, kurtarıcısı imiş gibi göründüler. Ve bu suretle etraflarında fertler toplandı. Bu destekçileri görünce içleri dışarıya çıktı. Dinlerini hemen ilân ettiler. Allah’lık dâvâsında bulundukları gibi, kurdukları dini ayakta tutmak için Allah-u Teâlâ’ya ve dinine hasım kesildiler ve küçümsediler.
“İnsan, bizim kendisini kerih bir nutfeden yarattığımızı görmez mi ki, şimdi o apaçık bir hasım kesilmektedir.” (Yâsin: 77)
Hazret-i Allah’ın Din-i mübin’i olan İslâm’ı; menfaatlerine, gaye ve maksatlarına âlet ederek, İslâm’ın ulvî hükümlerini kendi çıkarları doğrultusunda bozmaya, değiştirmeye, yozlaştırmaya çalışarak Hazret-i Allah’a hasım kesildiler.
“O bizim âyetlerimizden birşeyler öğrendiği zaman onlarla alay eder. İşte öyleleri için alçaltıcı bir azap vardır.” (Câsiye: 9)
Bu sapıtıcı imamlar, dinlerini ilân edip ilâhlık dâvâsında bulunduklarından din-i İslâm’dan çıktılar, onlara tâbi olup ilâh kabul edenleri de dinden çıkardılar. Hepsi iman hırsızı oldular, yani imanlarından soyundular, küfre kaydılar. Esası budur.
Allah-u Teâlâ’nın dinini alaya almak, O’nun âyetlerini hafife almak ve inkâr etmek kadar büyük dalâlet olamaz.
“İşte böyle... Çünkü onlar Allah’ın indirdiğinden tiksinip hoşlanmamışlardır.” (Muhammed: 9)
Onlara sorsan kendilerini İslâm’mış gibi göstermeye çalışıyorlar. Âyet-i kerime’lere iman ile baktığınız zaman küfre kaydıklarını görürsünüz. Deccal ise alenen Allah’lık dâvâsında bulunacak. Gerçek iman-ı kâmil olanlar onun küfrüne asla rızâ göstermezler. Canını verir, imanını vermez.
İşte bunun için bu sapıtıcı imamlar, İslâm dininde en büyük tahribatta bulundular. Milyonlarca imanlı müslümanı kitleler halinde küfre kaydırdılar. Dünya kurulduğundan beri İslâm dini bu kadar zarar görmediği için Deccal’den de büyük tahribatı oldu bu sapıtıcı imamların. Bunlar nasıl ilâh olur derseniz:
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Onlar Allah’ı bırakıp hahamlarını, rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i rabbleri olarak kabul ettiler. Oysa kendilerine, bir olan Allah’a ibadet etmeleri emredilmişti.” (Tevbe: 31)
Bu Âyet-i kerime’nin mânâsını bizzat Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz kendisi açıklamıştır.
Şöyle ki:
Daha önceleri hıristiyan olan Adiy bin Hâtim boynunda gümüşten bir haç olduğu halde, İslâm hakkında bilgi edinmek niyetiyle Medine’ye gelmişti. Şüphelerini gidermek için Resulullah Aleyhisselâm’a bazı sorular sordu. “Bu âyet bizi âlimlerimizi, rahiplerimizi rabbler edinmekle suçluyor. Halbuki biz onları kendimize rabbler edinmeyiz. Bunun mânâsı nedir?” dedi.
Resulullah Aleyhisselâm “Onlar helâli haram kıldılar, haramı helâl kıldılar. Siz bunu öylece kabul etmiyor muydunuz?” diye sorunca Adiy “Evet böyledir.” diye tasdik etti. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“İşte bu sizin onları rabbler edinmenizdir.” buyurdu. (İbn-i kesir)
Çünkü Allah-u Teâlâ’nın açık hükmü varken, sen bu açık hükmü dinlemiyorsun, onları dinliyorsun, onu hâşâ ilâh olarak kabul ediyorsun.
Bu Hadis-i şerif, Allah’ın Kitab’ını kenara iterek, haramı helâl, helâli haram yapanların nefislerini ilâh ve rab ittihaz ettiklerini, onlara uyup peşinden gidenlerin de onları rabler edindiklerini göstermiş olmaktadır. Dolayısıyle müşrik olmuş oluyorlar. Allah’a inandık deseler bile, bu iddialarının inandırıcı olmadığı ortadadır.
İmamlara iman eden, Allah-u Teâlâ’ya iman etmemiştir. Binaenaleyh bu imamlar size hep Allah-u Teâlâ’nın yasak ettiği şeyleri mübah gösteriyor, helâl olarak kabul ettiriyorlar. Ve siz de onlara uymakla İslâm’ı bıraktığınızdan ötürü, onlara inanıyorsunuz. Allah-u Teâlâ’nın hükmünü arkaya atıyorsunuz ve böylece dinden imandan ayrılmış oluyorsunuz.
Dünyada iken kendilerine tâbi olanları yoldan çıkarıp saptıran imamlar, türemeleriyle beraber ateşli azaba düçar olacaklardır.
“Bu böyle! Şüphesiz ki azgınlar için çok kötü bir dönüş yeri vardır.
O da cehennemdir. Oraya girerler. O ne kötü bir yataktır!
İşte kaynar su ve irin! Tatsınlar onu!
Bunlara benzer daha çeşit çeşit acılar da vardır.” (Sâd: 55-56-57-58)
Tâbiler cehennemde lâyık oldukları cezalarını çekerlerken zebaniler saptırıcı önderlere şöyle seslenirler:
“İşte şunlar peşinize düşüp sizinle beraber gerçeğe karşı direnenlerdir.” (Sâd: 59)
Onlar da son derece öfkeyle cevap verirler:
“Onlara merhaba yok, rahat yüzü görmesinler. Çünkü onlar da ateşe girmişlerdir.” (Sâd: 59)
Dünyada iken kendilerine uymalarından gurur duydukları kimseleri artık görmek istemiyorlar.
Buna mukabil uyruklar da onlara cevap vermekten geri kalmazlar:
“Asıl size merhaba yok! Siz rahat yüzü görmeyin! Bunu başımıza getiren sizsiniz.
Ne kötü bir durak!” (Sâd: 60)
Saptırıcı önderlere uymanın acı ızdırabını çok acı bir şekilde çeken uyruklar güruhu, kin ve intikam duyguları ile dolup taşarak Allah-u Teâlâ’ya yönelirler.
Derler ki:
“Ey Rabb’imiz! Bunu bizim başımıza kim getirdiyse, ateşte azabını kat kat artır.” (Sâd: 61)
Aslında burada onlara karşı duydukları kin ve nefreti dünyada iken duymaları gerekiyordu. Onlara uydukları takdirde başlarına böyle bir felaketin geleceği apaçık belli idi. Allah-u Teâlâ Kelâm-ı kadim’inde, Resulullah Aleyhisselâm Hadis-i şerif’lerinde açık açık ferman buyurmuştur. İnananlar işitmişler, itaat etmişler, onlardan irtibatlarını tamamen kesmişler, Hazret-i Allah ve Resul’ünün yoluna koyulmuşlardır.
Onlar ise bütün uyarılara rağmen gerçeğe karşı direnmişler, hakikata kulak tıkamışlar, gözü yumuk bakmışlar. Ecel onları tam bu hallerinde iken yakalamış.
İşte âkıbetleri budur.
•
Ey kardeşler! Bir düşünün. İki yüzlü münafıkların, sûret-i Hakk’tan görünen deccallerin yaptıkları İslâm dininde var mı?
•
Eğer müslüman isen Hazret-i Allah’a, Kitabullah’a ve Resulullah Aleyhisselâm’a iman et. Eğer bunların içinde kalırsan sen küfre kaymışsın. Zira mevzular size bir bir izah ediliyor. Tabii ki iman edenler için. Bir de nefsini ilâh edinenlerin icraatlarını açık açık önünüze sürüyoruz. İster imanı kabul et, ister küfrü!
•
Bir Musevi’ye sorsanız; “Ben Hazret-i Allah’a inanıyorum, Musa Aleyhisselâm’a iman ediyorum.” der.
Bir İsevî’ye sorsanız; “Ben Hazret-i Allah’a iman ettim, İsâ Aleyhisselâm’a da inanıyorum.” der.
Buna rağmen Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyururlar ki:
“Muhammed’in nefsi yed-i kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, eğer bu ümmetten bir yahudi veya hıristiyan beni işitir de sonra benimle gönderilene iman etmeden ölürse, mutlaka cehennemlik olur.” (Müslim: 153)
Kıpkızıl küfrünü ilân eden Süleymancılara gelince;
Allah-u Teâlâ’ya hasım kesilirler, âyetlerini inkâr ederler, kelâmullahı mahkemeye verirler. İşte bunlar yahudiden de, hıristiyandan da daha beterdirler. Çünkü onlar iman ediyor, berikiler Kelâmullah’ı şikâyet ediyor.
“İşte böyle... Çünkü onlar Allah’ın indirdiğinden tiksinip hoşlanmamışlardır. Bunun için Allah onların amellerini boşa çıkarmıştır.” (Muhammed: 9)
Bunu kâfir dediğimiz bir kâfir yapmaz. Bu ancak süleymancı dediğimiz küfür ehline yakışır. Fakat siz hâlâ bunları müslüman olarak zannediyorsunuz!
“Hayır! O zulmedenler bilgisizce keyiflerine uydular. Allah’ın saptırdığını kim hidayete getirebilir? Onların hiçbir yardımcıları yoktur.” (Rum: 29)
Hazret-i Allah’ı şikâyet etmeleri küfre kaymış olduklarına dair en güzel bir delil değil midir? Hiç müslüman olan Yaratan’ını kullarına şikâyet edebilir mi?
Bu yoldan sapmışlara Allah-u Teâlâ buyuruyor ve iman edenlere duyuruyor:
“İnsan, bizim kendisini kerih bir nutfeden yarattığımızı görmez mi ki, şimdi o apaçık bir hasım kesilmektedir.” (Yâsin: 77)
“Kahrolası insan! Ne kadar da nankör. Onu yaratan hangi şeyden yarattı? Onu nutfeden yaratıp merhalelerden geçirerek şekil verdi. Sonra ona tutacağı yolu kolaylaştırdı. Sonra da onu öldürür ve kabre koyar. Daha sonra dilediği zaman onu tekrar diriltir.” (Abese: 17-22)
Mahlûkun hiçbir hükmü yoktur. Sözü geçerli değildir.
Zira:
“Yaratmak da emretmek de Allah’a mahsustur.” (A’raf: 54)
Mahlûk bunu yapamaz.
“Gök yarıldığı zaman.
Yıldızlar saçıldığı zaman.
Denizler birbirine karıştığı zaman.
Kabirlerin içi dışına çıktığı zaman.
Herkes yapıp gönderdiklerini ve yapmayıp geride bıraktıklarını bilecektir.” (İnfitar: 1-2-3-4-5)
Şüphesiz ki bu hadise, insan hafsalasının çok çok üstündedir.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyurulmaktadır:
“Ey insan! Engin kerem sahibi olan Rabb’ine karşı seni aldatan nedir?
O Allah ki, seni yoktan yarattı, düzenledi, ölçülü bir biçim verdi. Dilediği şekilde seni terkip etti.” (İnfitar: 6-7-8)
Allah-u Teâlâ insanı; her uzvu yerli yerince ve en mükemmel bir tarzda, en güzel bir şekilde yaratmıştır. O’nun yaratıcı gücü bütün uzuvlarda mucizevî bir şekilde kendini gösterir.
İnsanın şekline, biçimine ve uzuvlarının uygunluğuna bakıp düşünen kimse, insanın şeklinin, diğer canlılara nisbetle en güzel şekil olduğunu anlar.
“Hayır, hayır! Doğrusu siz dini yalanlıyorsunuz.” (İnfitar: 9)
Bu yazılan defterler, kıyamet günü sahiplerine teslim edilir, hesap da defterlere göre olur.
Âyet-i kerime’de:
“Oysa yaptıklarınızı bilen şerefli kâtipler sizi gözetlemektedirler. İyiler nimet içindedirler. Kötüler de cehennemdedirler.” buyuruluyor. (İnfitar: 10-11-12-13-14)
Binaenaleyh imansız imamlar hem kendilerini hem de tâbi olanlarını cehennem çukuruna sürüklüyorlar.
“Din günü oraya girerler.
Onlar oradan bir daha da ayrılamazlar.” (İnfitar: 15-16)
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“Din gününün ne olduğunu bilir misiniz? Nedir acaba o din günü? O gün kimsenin kimseye hiçbir fayda sağlamayacağı gündür.
O gün emir yalnız Allah’a aittir.” (İnfitar: 17-18-19)
Ne emir buyurursa o olacaktır.
“İnsan anılmaya değer bir şey olana kadar, üzerinden uzun bir zaman geçmemiş midir?” (İnsan: 1)
Allah-u Teâlâ insanı bir anda yaratmak kudretine haiz iken, insan şeklini alıncaya kadar aradan uzun zamanlar geçmesinde, yaratılışın her safhasında, hiç şüphesiz ki O’nun kudretinin yüceliğini gösteren birçok hikmetler ve ibret verici incelikler vardır.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Biz insanı erkek ve dişi suları ile karışık bir nutfeden yarattık.” (İnsan: 2)
Böyle yaratmasının hikmetini de şu şekilde açıklıyor:
“Onu imtihan edelim diye öyle yarattık.” (İnsan: 2)
Yani insanı öyle yaratıp işi bitti diye başıboş bırakıvermek için değil, bir takım emanet ve yükümlülüklerle sorumlu tutup kendisine vazifeler yükleterek imtihana çekmek için yaratmıştır.
Verilen emirleri, yapılan uyarıları dinleyip önünü ardını görerek hidayet yoluna gitmesi için;
“Onu işitici ve görücü kıldık. Biz ona hidayet yolunu gösterdik. İster şükredici olsun, isterse nankör olsun.” (İnsan: 2-3)
O ise kendisine gösterilen hidayet yoluna giremedi. Allah-u Teâlâ’nın peygamberler göndererek, kitaplar indirerek açıklayıp tanıttığı nurlu yolu takip edemedi.
Ama kötüler ise; işte onlar için de şiddetli bir azab vardır ki, kimisi zincirlere vurulur, kimisi demir halkalara düçar edilir.
“Doğrusu biz kâfirler için zincirler, demir halkalar ve alevli bir ateş hazırladık.” (İnsan: 4)
Görülüyor ki; iyiler nimet içindedir, kötüler ise büyük bir azabtadır.
Yine bu Süleymancılar vatansever olsalardı, bölücülük yapmazlardı. Zira Hazret-i Allah bölünme ve bölücülüğü şiddetle yasaklamıştır.
“Ama ne var ki, insanlar din hususunda kendi aralarında parçalara bölündüler, çeşitli kitaplara ayrıldılar. Her bölük, her parti kendi tuttuğu yoldan memnundur, yanında bulunan (din veya kitapla) sevinmektedir.” (Mü’minun: 53)
Bu Âyet-i kerime’ye göre iyi bilin ki, bunların kitapları ayrıdır. Hazret-i Kur’an’a uymazlar. Bunların dinleri ayrıdır, İslâm dinine uymazlar. Kendine göre isim yapan her bölücü din kurmuştur.
Bütün bu ayrılıklar dinlerinin, kitaplarının ve partilerinin ayrı olduğundan ileri geliyor. Oysa dinlerde bir tek din, tek ümmet vardır.
“Allah katında din İslâm’dır.” (Âl-i imran: 19)
Allah-u Teâlâ’nın dininde ayrılık, senlik-benlik, bölücülük yoktur. Âyet-i kerime’lerle yasaklanmıştır.
Hazret-i Allah bunları dininden çıkarıp atmış;
“Fırka fırka olup dinlerini parça parça edenlerle, senin hiçbir ilgin yoktur. Onların işi Allah’a kalmıştır. Sonra O, yaptıklarını kendilerine haber verecektir.” buyurmuştur. (En’am: 159)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ümmetliğinden de atmıştır.
“Ayrılık yapan bizden değildir.” buyuruyor. (Münâvi)
Yine bunlar doğru yolda olsalardı Yâsin-i Sûre-i şerif’inin 21. Âyet-i kerime’si mucibince kimseden para dilenemezlerdi.
Halbuki Hazret-i Allah:
“Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyun, onlar doğru yoldadırlar.” buyuruyor. (Yâsin: 21)
Şimdi kimi kime şikâyet edecekler? O ise alenen din kurup, İslâm dininden çıkıp imansız imamlara ve onlara tâbi olanlara, bunlar da müslümandır derse, bir kimse iyi bilsin ki, o da İslâm dininden çıkmış olur. Zira size açık olarak deliller veriyorum.
İslâm’ın hak din olduğu, imanın insanı aydınlığa çıkardığı, küfrün ise sapıklık olduğu, insanları karanlıklarda bıraktığı apaçık ortadadır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“İman ile küfür kesin olarak birbirinden ayrılmıştır.” buyuruyor. (Bakara: 256)
Allah-u Teâlâ diğer Âyet-i kerime’sinde:
“Birbirine hasım iki zümre.” buyuruyor. (Hacc: 19)
Ya iman, ya küfür. Sapıtıcı imamlar, dinde şirket kuranlar, koyun postuna bürünerek dini dünyaya alet edenler, saf müslümanların kanını emerler.
Bir Hadis-i şerif’te şöyle buyuruluyor:
“Âhir zamanda öyle kimseler türeyecektir ki, bunlar dinlerini dünyalığa âlet edeceklerdir. İnsanlara karşı koyun postuna bürünmüş gibi yumuşak ve güzel huylu görünürler. Dilleri şekerden bile tatlıdır, ama kalpleri kurt gönlü gibidir.
Aziz ve Celil olan Allah-u Teâlâ (bu gibi kimseler için) şöyle buyuruyor:
‘Bunlar acaba benim sonsuz affediciliğime mi güveniyorlar, yoksa bana karşı meydan mı okuyorlar? Ululuğum hakkı için, onlara öyle ağır bir musibet vereceğim ki aralarında bulunan yumuşak başlılar şaşakalacaklardır.” (Tirmizî)
Bu din kurucuların İslâm dininde yaptıkları tahribatları hıristiyan da, yahudi de yapamaz. Zira İslâm’ı tedkik edip iman şerefiyle müşerref olmak isteyen bir ecnebi, bölücünün bir tanesine tesadüf ederse, hemen onu koparır, kendi dinine çevirir. Daha doğarken öldürmüş olur.
“Ehl-i kitaptan ve müşriklerden inkâr edenler, kendilerine apaçık delil gelinceye kadar (küfürlerinden) ayrılacak değillerdi.
(O apaçık delil) Allah tarafından gönderilmiş, tertemiz sayfaları okuyan bir peygamberdir.
O sayfalarda en doğru hükümler vardır.” (Beyyine: 1-2-3)
Diğer Âyet-i kerime’lerde ise şöyle buyuruluyor:
“Kendilerine kitap verilenler, onlara apaçık delil geldikten sonra ayrılığa düştüler.
Oysa kendilerine, dini yalnız Allah’a has kılıp O’nu birleyerek Allah’a kulluk etmeleri, namaz kılmaları, zekât vermeleri emredilmişti. İşte dosdoğru olan din de budur.” (Beyyine: 4-5)
Allah-u Teâlâ’nın bu emr-i şerif’lerine itaat eden, namaz kılan, zekât veren kimse Allah-u Teâlâ’ya ve Resulü’ne iman etmiş olur.
Din budur ve Allah-u Teâlâ’nın vaad-i Sübhânisine nâil olanlar işte bunlardır.
Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Kim Allah’a ve Resulü’ne inanır, beş vakit namazını kılar, Ramazan orucunu tutarsa, Hakk yolunda cihad etse de veya doğduğu yerde otursa da, Allah onu cennetine koymayı vâdetmiştir.”
–Yâ Resulellah! İnsanlara bunu müjdeleyeyim mi?
“Elbet cennette yüz derece vardır. Allah onu Hakk yolunda cihad edenlere hazırlamıştır. İki derece arasındaki mesafe gökle yer arasındaki mesafe gibidir. Allah’tan istediğiniz zaman Firdevs’i isteyiniz. Çünkü o, cennetin ortası ve yücesidir. Üzerinde Allah’ın arşı vardır, ondan cennetin ırmakları akar.” (Buhari. Tecrid-i sarih: 1179)
“Şüphesiz ki ehl-i kitaptan olsun müşriklerden olsun inkâr edenler cehennem ateşindedirler. Orada ebedi olarak kalacaklardır. Onlar yaratıkların en şerlileridirler.” (Beyyine: 6)
Âyet-i kerime’de:
“Onlar yaratıkların en iyileridirler.” buyuruluyor. (Beyyine: 7)
Nebiler ve resuller ümmetlerine birer atiyyedir, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise bir hediyedir. Atiyye muhtaç olanlara verilir, hediye ise sevilenlere verilir.
“Allah onlardan râzı olmuştur, onlar da Allah’tan râzı olmuşlardır.” (Beyyine: 8)
Bütün gönüllerin aradıkları kavuşma zevkinin en büyüğü bu rızâdır. Ulviyeti her türlü tasavvurların fevkindedir.
Âyet-i kerime’de:
“Allah’ın hoşnud olması en büyük şeydir.” buyuruluyor. (Tevbe: 72)
Rıdvanın zevkine tamamen ermiş bulunurlar. Haklarında tecelli eden böyle bir lütuf ve ihsandan dolayı fevkalâde mahzun olarak kalben münşerih, lisanen de arz-ı şükranda bulunurlar.
“Bu, Rabbinden şiddetle korkan kimseye mahsustur.” (Beyyine: 8)
Haşyet; korku manâsına gelen “Havf”dan daha şiddetli bir korku demektir. Bütün kemâlât işte bu Haşyetullah’ın içindedir.
Azamet-i ilâhi karşısında bu haşyete sahip olanlara büyük müjdeler vardır:
“Onlar için hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır.” (Yunus: 62)
•
Kardeşler! Uyanık bulunun. Bir topluluğa girdiğiniz zaman kimin ne olduğunu öğrenmeniz için size işaret ve alâmet veriyoruz. Eğer o topluluk müslüman ise onlar Hazret-i Allah’tan, Resulullah Aleyhisselâm’dan mevzubahis ederler.
“Onlar iyiliği emreder, kötülükten men ederler. Namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler. Allah’a ve Peygamber’ine itaat ederler.” (Tevbe: 71)
Gerçek iman sahibi olan müminlerin Allah-u Teâlâ’nın bir tek kelâmı karşısında yüreği titrer.
Nitekim bir Âyet-i kerime’de:
“Müminler o kimselerdir ki, Allah zikredilince kalpleri titrer, kendilerine Allah’ın âyetleri okunduğu zaman bu onların imanlarını artırır ve yalnız Rabb’lerine tevekkül ederler.” buyuruluyor. (Enfâl: 2)
Âyet-i kerime’de:
“Ebrâr (iyiler), kâfur katılmış dolu bir kâseden içerler.” buyuruluyor. (İnsan: 5)
O kâseleri hiç durmadan dolu dolu akan ve sonsuz hayat kaynağı olan bir pınardan doldururlar.
“Bu öyle bir pınardır ki, ondan Allah’ın kulları içer, istedikleri yere onu kolayca akıtırlar.” (İnsan: 6)
Nereye isterlerse pınarın suyu sühuletle o tarafa gider. Onlar da diledikleri gibi kana kana içerler ve lezzet alırlar.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyuruyor:
“İyiler ise... İbadetlerini tam yerine getirirler ve kötülüğü yaygın olan bir günden korkarlar. Kendileri muhtaç oldukları halde, isteyerek yoksula, yetime ve esire yemek yedirirler.
‘Biz ancak size Allah rızası için yediriyoruz. Sizden buna karşılık ve teşekkür istemiyoruz.” (İnsan: 7-9)
Âyet-i kerime’lerde şöyle beyan buyuruluyor:
“Biz gerçekten buruk, çatık bir günün azabından dolayı Rabbimizden korkarız.’ derler.” (İnsan: 10)
Dil ile böyle söylemeseler bile, kalben böyle düşünmektedirler.
Hakk’ın rızasından gayrı hiçbir karşılık beklemedikleri içindir ki, O’nun katında övülmeye lâyık görülmüşlerdir:
“Allah da onları bu yüzden o günün fenalığından korur, onların yüzüne parlaklık ve sevinç verir.” (İnsan: 11)
Yine hakiki müslümanlar, Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’ten mevzubahis ederler.
“Hüküm yücelerin yücesi Allah’ındır.” (Mümin: 12)
Diğer Âyet-i kerime’de ise:
“Peygamber size ne verdiyse onu alınız, neyi yasak ettiyse ondan sakınınız. Ve Allah’tan korkun! Çünkü Allah’ın cezalandırması çetindir.” buyuruluyor. (Haşr: 7)
Asla para ile, ücret ile işleri olmaz. Zira Yâsin Sûre-i şerif’inin 21. Âyet-i kerime’sine iman etmişlerdir.
“Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyun, onlar doğru yoldadırlar.” (Yâsin: 21)
Çünkü onlar ücretini Hakk’tan beklerler.
“Resulüm! Onlara de ki: ‘Ben sizden bir ücret istersem eğer, o ücret sizin olsun. Benim ücretim ancak Allah’a âittir. O her şeye şahittir.” (Sebe’: 47)
İlâh kabul ettiği bir isimle dinini değiştirdiği ve gayesi para olduğunu duyduğunuz zaman, o topluluk hangi dinden ve hangi ilâhından bahsediyorsa o ondandır. Refahçı ise hep refah dininden konuşur, ilâhını da metheder, o kadar ileri giderler ki “Senin Allah’ın ayrı, benim Allah’ım ayrı” derler.
Halbuki Allah-u Teâlâ Kâfirun Sûre-i şerif’inde Resulullah Aleyhisselâm’a hitapta bulunarak, kâfirlere verilecek cevabı beyan ediyor:
“Resulüm! De ki: Ey kâfirler!
Ben sizin taptıklarınıza tapmam.
Benim taptığıma da siz tapmazsınız.
Ben de sizin taptığınıza aslâ tapacak değilim.
Benim taptığıma da sizler tapmıyorsunuz.
Sizin dininiz size, benim dinim banadır.” (Kâfirun: 1-2-3-4-5-6)
Bir süleymancı da, süleymancılık dininden ve ilâh edindiği imamından bahseder.
“Ve her yolun başına oturup da tehdit ederek inananları yolundan alıkoymaya ve o Allah yolunu eğriltmeye çalışmayın.” (A’raf: 86)
Gayeleri de yine paradır.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde onlar hakkında:
“Dinleri, dirhemleri ve dinarları olacak.” buyuruyorlar. (Deylemî)
Eğer o topluluk narcılar topluluğu ise hemen dininden bahseder ve hemen dinine çekmek ister. İlâh edindiği imamını metheder.
“Doğrusu birçokları bilmeden heva ve heveslerine uyarak halkı şaşırtıyorlar.” (En’am: 119)
Gayeleri hemen paradır.
Bunlara para veren, İslâm dininin yıkılmasına yardım etmiş sayılır.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise bunlara yardım edenler hakkında:
“Fâsıka ikram eden İslâmiyet’in yıkılmasına yardım etmiş olur.” buyuruyorlar. (Münâvi)
Uyan be kardeş! Bunları sen hâlâ müslüman mı zannediyorsun? Sana bunca delil gösterildiği halde inanmıyor musun? Bu deliller hep Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerdir. İman ediyorsanız gerçek müslüman olursunuz. Fakat bu din kuruculardan birine uyarsanız İslâm’dan çıkmış olursunuz.
Doğru yolda olmadıklarını Cenâb-ı Hakk En’am Sûre-i şerif’inin 159. Âyet-i kerime’si ile beyan buyuruyor:
“Fırka fırka olup dinlerini parça parça edenlerle senin hiçbir ilgin yoktur. Onların işi Allah’a kalmıştır. Sonra O, yaptıklarını kendilerine haber verecektir.” (En’am: 159)