Süleymancıların İçyüzü

Cep Kitapları

Süleymancıların İçyüzü

Dinlerini İlân Ettiklerine Dair


“Allah katında din İslâm’dır.” (Âl-i İmran: 19)

“Hakk’a yönelerek kendini Allah’ın insanlara yaratılıştan verdiği dine ver. Zira Allah’ın yaratışında değişme yoktur. Bu, dimdik ayakta duran bir dindir. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Rum: 30)

“Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, onunki katiyyen kabul edilmeyecek ve o âhirette kaybedenlerden olacaktır.” (Âl-i İmran: 85)

“Onlar Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek isterler. Halbuki kâfirler istemeseler de, Allah nurunu tamamlayacaktır.” (Saf: 8)

Allah-u Teâlâ’nın bu dört Âyet-i kerime’si ile Kelâmullah onlara cevap veriyor.

Bunlar dış düşmandan, solcusundan ve alevisinden niçin daha büyük tehlike arzeder? Dış düşmanın cephesi var. Fakat bunların cephesi yok. Müslüman gibi görünüyorlar. Tahribatları da daha büyük. Ve aslında bütün bölücüleri Allah-u Teâlâ Din-i İslâm’dan çıkarmıştır.

Bunun birkaç nümunesini size şöyle arzedelim:

Körfez savaşında Saddam imamlarına bir iğne aşıladı. Hepsi bir ağızdan Saddamcı oldular. Refah dinini unuttular, Baas dinini tuttular. Halbuki Hüseyin zâlimdi. Müslümana tecâvüz etmişti.

İslâm dini’ne göre müslümanların mazluma yardım etmeleri gerekirken bir ilâhi emri inkâr etti. Zâlime yardım etti ve zâlim oldu.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyuruyor ki:

“Eğer mü’minlerden iki topluluk birbirleriyle savaşırlarsa, hemen aralarını düzelterek barıştırın.

Eğer onlardan biri diğeri üzerine saldırırsa, o zaman o saldıranla Allah’ın emrine dönünceye kadar savaşınız.

(Sonunda teslim olur, Allah’ın emrine) dönerse, yine adaletle aralarını düzeltin ve hep adaletle iş görün. Şüphesiz ki Allah adalet yapanları sever.” (Hucurat: 9)

Halbuki o zaman vatanımızın durumu çok nazikti. Her an harbe girme ihtimali vardı. Bunlarsa vatanımıza ihanet ettiler, Hüseyin’in tarafını tuttular.

Görülüyor ki hem Dinimize, hem vatanımıza en büyük düşmanlığı yaptılar.

Bunlar hepimizin gözü önünde değil mi?

Daha bunları nasıl oluyor da Müslüman olarak kabul edersiniz?

Bir diğeri Allah ve Resulü’ne harb ilân eder. Çünkü fâiz alan Allah ve Resulü’ne harb ilân etmiş olur.

Âyet-i kerime’de buyuruluyor ki:

“Yok eğer fâizi terketmezseniz, bunun Allah’a ve Peygamber’ine açılmış bir savaş olduğunu bilin. Eğer fâiz almaktan tevbe ederseniz, ana paranız yine sizindir. Böylece ne kimseye haksızlık etmiş ne de haksızlığa uğramış olursunuz.” (Bakara: 279)

Hazret-i Allah ve Resulü’ne alenen harb ilân edenlere nasıl müslüman gözüyle bakabilirsiniz?

Bu Âyet-i kerime’lere siz inanmıyor musunuz?

Bir de Almanlar tarafından satın alınan hain bölücü Cemalettin Kaplan ve oğlu, dinimize ve vatanımıza güya iyiymiş gibi görünerek en büyük darbeyi vurmak ister. Her türlü hile ve entrikalar çevirmeye çalışır.

Almanya kendi televizyonuna çıkarıp, Türk bayrağı ve Türkiye aleyhinde en büyük propagandayı yaptırıyor. Bu suretle küfrünü de ilân etmiş oluyor.

Türk bayrağı hakkında paçavra diyen bir adama, siz müslümandır diye nasıl bakabilirsiniz?

Dikkat ederseniz, işgal altındaki müslümanların tek ümidi Türkiye’dir. En çok buraya gönül bağlarlar. Ümitleri ve gönülleri bu vatandadır. Fakat müslüman gibi görünen kâfirler, gerek dinimize, gerek vatanımıza içten saldırdıkları için, dış düşmandan çok daha tehlikelidirler.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:

“Onlar ahiret karşılığında dünya hayatını satın alan kimselerdir.” buyuruyor. (Bakara: 86)

Hatta bir kardeşimiz dedi ki:

“Bütün bölücüler birleşmiş, Almanya’da kitaplarımızın yayılmamasına çalışıyorlar.”

Fakat Hazret-i Allah nûrunu dilediği şekilde yayıyor.

Hacı Süleyman Efendi’nin Silistre’den Türkiye’ye geldiği, dersiam olduğu ve fakat dersiamlık yapmayıp ticaretle meşgul olduğu, Medrese-i ibtidaiyye’de öğretmenlik yaptığı söylenmektedir.

Süleyman Hilmi Tunahan hakkında süleymancıların yayın organı olan Fazilet Neşriyat’ın 1974 yılına ait takviminin 16-17 Eylül tarihli yapraklarında; 1888’de Silistre’de doğduğu, babasının adının Osman olduğu, ilk ve orta tahsili Silistre’de yaptığı, bilâhare İstanbul Fatih Medresesi’ne girdiği, sonra Kadil Kuzat Medresesi’ne girip pekiyi derece ile bitirdiği, Siracüddin Hazretleri tarafından İmam-ı Rabbani’ye teslim edildiği, seyyidler sınıfının son 33. halkasını teşkil ettiği yazılıdır.

Ekrem Güler’in araştırmalarına göre ise, 1918 yılında Matbaa-i Amire’de basılan Dar-ül Hilafet-i Aliye yayınlarından olan İlmiyye Salnamesi’nde Kadil Kuzat Medresesi’ne girenlerin isimleri yazmaktadır. 1856-1916 yılı arası 1000 mezun veren bu medreseden mezun olanların içinde 160 kişinin isminin Süleyman olduğu, hiç birisinin Süleyman Hilmi olmadığı tespit edilmiştir.

Hacı Süleyman Efendi’nin Ehl-i Beyt’ten olmadığına dair imzası mevcuttur. Çünkü Ehl-i Beyt’ten olanlara maaş bağlanırdı.

Medrese-i Eimme ve’l Hutaba (Şimdiki İmam Hatip) açılınca buna karşı çıkmış ve Samsunlu Mustafa Bağışlayıcı Hoca’nın anlattığına göre, Bayındır Hacı Mustafa Efendi, Saffet Efendi, Tayfur Efendi, Ömer Nasuhi Bilmen, Celal Öktem Hocaların olduğu toplantı salonunu, “Bu hizmet benim kurslarımla yürür.” diyerek terketmiştir.

Zamanın Reis’ül Meşayıhı olan Muhammed Es’ad Erbilî -kuddise sırruh-dan tekke istemiş, Es’ad Efendi -kuddise sırruh- “Usulümüze aykırıdır” diyerek geri çevirmiştir.

Şeyh Hüsameddin Efendi’nin de tekke vermediği, daha sonra ise, Medine’de mücavir Şeyh Siracüddin Efendi’den icâzet aldığı söyleniyor.

Süleyman Efendi’nin talebelerinden Mustafa Emanet Hoca anlatıyor:

“Yanına gelene intisabı teklif ederdi. ‘Eğer intisab etmezseniz kıpkızıl kâfir gidersiniz.’ derdi.

Zamanın Hereke İmamıyla 1954’lerde ziyaretine gitmiştik. Süleyman Efendi İmam Efendi’ye intisabı teklif etti ve aynı sözü söyledi.

Süleymaniye Camii’nin yanında Taşteknelerde Kuduri ve Mantık okunurdu. Halil Banar’la Hafız Hasan, Süleyman Efendi’ye “Merakıl felah” kitabından bir fıkhî mesele hakkında eski Karagümrük Çarşı Camii İmamı Şevket Efendi ile eski Alay Müftüsü Mehmet Şakir Efendi’ye sual sorduklarını söylediler. Süleyman Efendi de: ‘Siz o abdestsiz ve taharetsiz kimselerden ders almaya mı gidiyorsunuz? Her kim ki bizim dergâhı terkederse yirmi senelik alacağı feyzden mahrum olur.’ dedi. Ben de: ‘Elimde muhtelif ayarda beş çeşit altın var ve bunların hepsine altın diyebilir miyiz?’ dedim ve bana kızdı. Beni dergâhtan kovdu.”

Aynı zat: “Kur’an kursları reklâmdır. Çünkü para kapılarıdır. Kur’an kursları kapansa kaynakları kapanacak.” diyor...

Bu zâtlar böyle söylemiştir.

Fakat onu tanımadığım için, onunla konuşmadığım için, onun hakkında hüsn-ü zanda bulunuyorum. Birşey söylemiyorum. Ve fakat talebelerinin bütün durumları meydanda. Her bir hareketleri ahkâma uymuyor. Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde dinlerinin ayrı olduğunu beyan ediyor.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in ümmetliğinden çıkardığına, Âyet-i kerime’lere inanıp iman ediyorsanız, bu bölücülerin durumlarını görün.

Halbuki Allah’ın katında din İslâm’dır:

“Allah katında din İslâm’dır.” (Âl-i İmran: 19)

“Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, onunki katiyyen kabul edilmeyecek ve o âhirette kaybedenlerden olacaktır.” (Âl-i İmran: 85)

Hacı Süleyman Efendi kendisinden sonra bir vekil bırakmadı. Vekil bırakmadığına göre bu yol burada biter.

Kendisinden sonra bu güruhun nasıl gasp ve dilencilik yapacakları, dinde büyük bir bölücü, vatanda da büyük bir parçalayıcı olacakları bu zâta malûm olsa gerek ki yolu kesti. Eğer vekil bırakmış olsaydı, bunların bütün yaptığı kötü iş ve icraatlardan mesul olurdu, büyük bir vebal altına girerdi.

Ve fakat süleymancılar onu putlaştırdılar. Sevdiklerinden değil, onun ismini âlet ederek kurdukları dini sağlamlaştırmak için putlaştırdılar, imanları da para oldu.

Allah-u Teâlâ onları İslâm dininden çıkardı ve attı. Dinlerinin, kitaplarının, partilerinin ayrı olduğunu ilân etti. Büyük bir gadab-ı İlâhi’ye uğratacağını Kelâm-ı kadim’inde müslümanlara bildirdi.

Müminun sûresi 52-56. Âyet-i kerime’lerinde buyurur ki:

“Şüphesiz sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim. O halde benden korkun.

Amma ne var ki, insanlar din hususunda kendi aralarında parçalara bölündüler, çeşitli kitaplara ayrıldılar. Her bölük, her parti kendi tuttuğu yoldan memnundur, yanında bulunan (din veya kitapla) sevinmektedir.

Şimdi sen onları bir süreye kadar kendi sapıklıkları ile başbaşa bırak!

Kendilerine verdiğimiz servet ve oğullar ile, onların iyiliklerine koştuğumuzu mu zannediyorlar? Hayır, onlar işin farkında değiller.”

Bu Âyet-i kerime’leri incelediğiniz zaman bunların küfrünü ilân etmiş olduklarını göreceksiniz.

Biz size bunların durumlarını; üç ayrı noktadan küfürde olduklarını, kız dahi alınıp verilmeyeceğini “Hakikat ile Dalâleti Bilmemiz Lâzım” adlı eserimizde çok daha evvel beyan etmiştik. Belki kabul eder ve dönerler diye kendilerine de kitabı vermiştik.

Ey halk!

Âyet-i kerime’leri dikkatli bir incele de inanarak sen de kararını ver, görünüşe aldanma, kısır zannına kapılma!

Onlar ki, dinden imandan ayrılıp bir yağlı kemik için cehennemi göze almışlar.

Bütün gayeleri Din-i Mübin’i aslından çıkarıp, süleymancılık dinini İslâm dini diye kabul ettirmeye çalışmaktır.

Bu gibi bölücülerin icraatı, dinimiz ve vatanımız için büyük bir ihanettir ve nankörlüktür. Bunlar dinimizi ve vatanımızı paramparça etmeye çalıştıklarından, dış düşmandan daha da tehlikeli ve zararlıdırlar. Çünkü dış düşmanın cephesi vardır, onlara karşı gerekli tedbirler alınabilir, düşman olduğunu biliyorsun.

Bunların tahribatı ise içten içedir. Bunlar iç düşmandır. İslâmmış gibi göründüklerinden gasp ve soygunculuğu rahat yapıyorlar.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde müminlere dost ve düşmanlarını ayırdetmesini muhakkak emrediyor:

“Ey inananlar! Müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmeyin!” (Nisâ: 144)

Ey Müslüman!

Sana yakışan dinini ve vatanını bu sahtelerden korumaktır. Velev ki can pahasına da olsa!

Onlar nefislerini maddeye, dünyaya sattılar, cehenneme düçar oldular.

Ey kardeş! Sen de bu gibi küfrünü ilân edenlerle mücâdele ederek nefsini Allah-u Teâlâ’ya sat ve şu Âyet-i kerime’deki mükâfata nâil ol:

“Şüphesiz ki Allah yolunda savaşıp düşmanları öldüren ve öldürülen müminlerin canlarını ve mallarını Allah, cennet kendilerinin olma karşılığında satın almıştır.” (Tevbe: 111)

Nisâ Sure-i şerif’inin 160. ve 161. Âyet-i kerime’lerini dikkatli bir incele.

Allah-u Teâlâ yahudilerin yaptıklarını bir bir beyan ediyor, akabinde de nasıl bir cezaya müstehak olduklarını haber veriyor:

“Yahudilerin;

Yaptıkları zulümlerinden,

Birçok kimseleri Allah yolundan çevirmelerinden,

Yasak edildiği halde fâizi almalarından,

Ve haksız sebeplerle insanların mallarını yemelerinden ötürü, kendilerine (daha önce) helâl kılınan temiz şeyleri onlara haram kıldık.

İçlerinden küfür üzere kalanlara elem verici bir azap hazırladık.” (Nisâ: 160-161)

Bir Âyet-i kerime’lere bak, bir de süleymancıların icraatlarına bak!

Dinde tefrika çıkarıp, bölücülük yapmakla; İslâm dini’ni bırakıp, kurdukları süleymancılık dinine sapmakla büyük bir zulüm yapmışlardır.

Kendilerine tâbi olanları süleymancı yapmakla, pansiyonlarına aldıkları talebelere süleymancılığı aşılamakla, birçok kimseleri Allah yolundan çevirmektedirler.

İslâm dini’nde fâiz ve fâizciler hakkında açık ve kesin Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’ler olduğu halde fâiz almaktadırlar ve fâizin helâl olduğunu savunmaktadırlar.

Ve dördüncü olarak da, barındırdıkları birkaç talebeyi alet ederek halkı soymakta, haksız yere insanların mallarını ellerinden almaktadırlar.

Âyet-i kerime’lerle bunları kıyasla, kararını ver!

Simalarına dikkat ederseniz, suretlerinin altındaki siretlerini görmüş olursunuz. Ne derece sinsi ve hain olduklarını kolayca anlarsınız.

İslâm dini’nden ayrılarak süleymancılık dinini kurdular. İslâm dini’ni tahrif etmeye ve bu sahte dini yerleştirmeye çalıştılar.

Bunlara karşı savaş açtığımız için, bu sahte dini çökertmeye gayret ediyoruz.

İcraatlarına dikkat edin, hiç çalışmadıkları halde nasıl israf içinde yaşıyorlar.

Hangi parti iktidara gelirse ona sırtını dayıyorlar. Yaptıkları gasplardan ötürü, herhangi bir durumda sıkıştıkları zaman, hemen dayılarına müracaat ediyorlar, takibat olduğu yerde kalıyor.

Kendilerine göre imam seçtiler. İmamları da onlara imansızlığı seçerek, süleymancılık dinini telkin etti.

Onlar imam değil birer deccaldir.

Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:

“Ümmetimden yalancılar, deccaller vücuda gelir.” buyuruyorlar. (Münâvi)

Bu deccaller onlara her türlü çıkara başvurmalarını telkin etti.

Birkaç çocuk âlet ederek, güyâ İslâm dini’ni öğretiyorlarmış gibi göstererek onlara süleymancılık dinini aşılıyorlar. Bu perdenin altında her türlü soygunu ve dilenciliği yapıyorlar. Hem talebelere yardım adı altında, onları âlet ederek zekât, öşür, fitre, kurban derisi... topluyorlar, hem de ayrıca talebelerden para alıyorlar. Halk da hâlâ onları müslüman zannediyor.

Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyururlar:

“Müslümanların işine harcanmak üzere ayrılan maldan birçok haksız harcamalar yapan kimseler için kıyamet gününde cehennem vardır.” (Buharî. Tecrid-i sarih: 1294)

Diğer bir Hadis-i şerif’lerinde ise şöyle buyururlar:

“Âhir zamanda öyle kimseler türeyecektir ki, bunlar dinlerini dünyalığa alet edeceklerdir. İnsanlara karşı koyun postuna bürünmüş gibi yumuşak ve güzel huylu görünürler. Dilleri şekerden bile tatlıdır, amma kalpleri kurt gönlü gibidir.

Aziz ve Celil olan Allah-u Teâlâ (bu gibi kimseler için) şöyle buyurur:

‘Bunlar acaba benim sonsuz affediciliğime mi güveniyorlar, yoksa bana karşı meydan mı okuyorlar? Ululuğum hakkı için, onlara öyle ağır bir musibet vereceğim ki, aralarında bulunan yumuşak başlılar şaşakalacaklardır.’” (Tirmizî)

Buna da âmil olan, İslâm maskesi altında Din-i Mübin’e yaptıkları büyük tahribattır.


 

Önceki Sonraki

İçindekiler