Süleymancıların İçyüzü

Cep Kitapları

Süleymancıların İçyüzü

Bizim Onlar Hakkında Daha Öncede Açıklamalarımız Vardı


(Hakikat ile Dalâleti Bilmemiz Lâzım, İstanbul-1991)

 

HAKİKAT İLE DALÂLETİ BİLMEMİZ LÂZIM

Sual: “Süleymancılar doğru yolda mıdır?”

Cevap: Hayır.

 

Sual: “Doğru yolda olmadıkları nasıl bilinir?”

Cevap: Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerle.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:

“Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyun. Onlar doğru yoldadırlar.” (Yâsin: 21)

Bütün Peygamber Aleyhimüsselâm Efendilerimiz Hakk’ı tebliğ ettikleri, hakikata çağırdıkları topluluklara:

“Sizden buna karşılık hiçbir ücret istemiyorum. Benim mükâfatım âlemlerin Rabbine aittir.” demişlerdi. (Şuarâ: 109)

Onlar topladıklarını zevk ve safâ yolunda süse ve lükse harcarlar.

İsraf ise haramdır.

Âyet-i kerime’de:

“Yiyin için, fakat israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez.” buyuruluyor. (A’raf: 31)

Talebeleri âlet ederek topladıklarını kendi arzuları istikametinde harcadıkları için, emanete hıyanet etmiş oluyorlar. Bu ise münafıklık alâmetidir.

Hadis-i şerif’te:

“Münafıklık alâmeti üçtür. Söylediği zaman yalan söyler, vâdederse sözünü yerine getirmez, kendisine bir şey emanet edildiği zaman ona hıyanet eder.” buyurulmaktadır. (Buhârî-Müslim)

Sual: “Onlara yardımda bulunmak caiz midir?”

Cevap: Hayır.

 

Sual: “Niçin caiz değildir?”

Cevap: Hazret-i Allah ve Resulü -sallallahu aleyhi ve sellem- ile harp ettikleri için.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:

“Fâsıka ihsan eden kimse İslâmiyet’in yıkılmasına yardım etmiş olur.” buyuruyorlar. (Münavî)

Hatta tevbe edip rücu etmedikçe kız da alınıp verilmez.

Sual: “Şu halde daire-i saâdette midirler?”

Cevap: Hayır.

 

Sual: “Ne ile ispat edersiniz?”

Cevap: Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerle.

Aslında hiçbir bölücünün daire-i İslâm’da olmadığını şu Âyet-i kerime’ler açıklamaktadır:

“Şüphesiz sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim. O halde benden korkun.

Amma ne var ki, insanlar din hususunda kendi aralarında parçalara bölündüler, çeşitli kitaplara ayrıldılar. Her bölük, her parti kendi tuttuğu yoldan memnundur, yanında bulunan (din veya kitapla) sevinmektedir.

Şimdi sen onları bir süreye kadar kendi sapıklıkları ile başbaşa bırak!

Kendilerine verdiğimiz servet ve oğullar ile, onların iyiliklerine koştuğumuzu mu zannediyorlar? Hayır, onlar işin farkında değiller.” (Müminun: 52-56)

“Fırka fırka olup dinlerini parça parça edenlerle senin hiçbir ilgin yoktur. Onların işi Allah’a kalmıştır. Sonra O, yaptıklarını kendilerine haber verecektir.” (En’am: 159)

Hadis-i şerif’te ise:

“Ayrılık yapan bizden değildir.” buyuruluyor. (Münâvî)

Bu Âyet-i kerime’lere ve Hadis-i şerif’lere göre Hazret-i Allah kulluğuna, Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de ümmetliğine kabul etmiyor. Nasıl daire-i İslâm’da olabilirler?

Allah-u Teâlâ bölücüler hakkında hükmünü vermiş, âkıbetlerini açık olarak beyan etmiştir:

“Onlar kendilerine ilim geldikten sonra, birbirlerini çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler.

Eğer belirli bir süre için Rabbinin verilmiş bir sözü olmasaydı, aralarında hemen hükmedilerek iş bitirilmiş olurdu.” (Şûrâ: 14)

“İşte bundan ötürü sen onları tevhide, birliğe davet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Onların heveslerine uyma.

Ve de ki: Allah’ın indirdiği Kitab’a inandım, aranızda adalet yapmakla emrolundum.

Allah bizim de Rabbimiz sizin de Rabbinizdir. Bizim işlediklerimiz bize sizin işledikleriniz size aittir. Bizimle sizin aranızda tartışılacak bir şey yoktur. Allah hepimizi bir araya toplar. Dönüş de ancak O’nadır.” (Şûrâ: 15)

Görülüyor ki Hazret-i Allah birleşmeyi emrediyor, bölücülüğü de şiddetle yasak ediyor. Emr-i İlâhî çiğnendiği için, dinde ayrılık yapmanın suç ve cezası çok büyüktür.

Sual: “Süleymancıların lideri durumundaki Kemal Kacar’ın bir gazetede “Faiz alınabilir” şeklinde bir beyanı var.”

Cevap: Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Âyet-i kerime’lerinde fâizi şiddetle yasaklamıştır:

“Fâizi yemeyiniz!” (Âl-i İmran: 130)

“Fâiz yiyenler ‘Fâiz ticaret gibidir’ dedikleri için kıyamet günü kabirlerinden şeytan çarpmış gibi ihtiyaçlar içinde kalkacaklardır.

Oysa Allah alış-verişi helâl, fâizi haram kılmıştır. Bundan böyle kime Rabbinden bir öğüt gelir ve fâizcilikten vazgeçerse, geçmiş günahları kendisine ve hakkındaki hüküm de Allah’a aittir.

Kim de tekrar fâize dönerse onlar cehennemliktirler. Orada ebedî olarak kalacaklardır. Allah fâizle kazanılanı eksiltir, bereketini tamamen giderir. Sadakası verilen malları ise artırır. Allah küfrân-ı nimette bulunan günahkâr hiç kimseyi sevmez.” (Bakara: 275-276)

“Ey iman edenler! Allah’tan sakınınız. Eğer imanınızda gerçek iseniz, fâizden arta kalanı bırakın almayın. Yok eğer fâizi terketmezseniz, bunun Allah’a ve Peygamber’ine açılmış bir savaş olduğunu bilin. Eğer fâiz almaktan tevbe ederseniz, ana paranız yine sizindir. Böylece ne kimseye haksızlık etmiş ne de haksızlığa uğramış olursunuz.” (Bakara: 278-279)

Fâizciler hakkında buyurulan hem lafzî hem de mânevî bu şiddetli tehditler, hemen hemen hiçbir tahrim âyetinde yer almış değildir.

Hazret-i Allah’a ve Resulü’ne harp ilân etmiş olan bu gibi kimseler en şiddetli bir dil ile lânetlenmişlerdir.

Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise fâizin her çeşidinin günahını otuzaltı zinâya eşit saymıştır.

Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyuruyorlar:

“Allah fâizi yiyeni, yedireni, şahitlerini ve kâtibini lânetlemiştir.” (Tirmizi)

“Fâiz yiyenlerle zekât vermeyenleri cehennem ateşi ile müjdele.” (Münâvî)

Hazret-i Allah’ın hükmü bu. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in emri de bu. Onların kitabı başka mı?

Kemal Kacar bu Âyet-i kerime’leri inkâr ettiği için, otomatikman küfre kaymıştır. Kendisi küfre kaydığı gibi, ona tâbi olanlar da küfür batağına kaymıştır.

Sual: “Memleketimizin dâr-ül harp olduğunu söylüyor. Doğru mudur?”

Cevap: Hayır. Burası İslâm diyârı olduğu için dâr-ül harp olamaz. Helâli helâl, haramı haram bilmek gerekir. Kimse helâli haram, haramı helâl yapamaz.

Dar-ül harp demekle Kur’an-ı kerim’in hükmünü kaldırmak istiyorlar. Madem ki dar-ül harp diyorlar, neden harp açmıyorlar? İslâm diyarıdır. Çünkü hükümet erkânı ve milletin çoğunluğu, elhamdülillah yüzde doksandokuzu müslümandır. O hâlde nasıl dar-ül harptir diyebiliriz? Temsil olarak Almanya’yı ele alalım. Bu kadar Müslüman Türk işçisi çalıştığı halde; İslâm diyarı mıdır? Küfür diyarı mıdır?

Elbette küfür diyarıdır. Niçin? Bütün hükümet erkânı ve milletin ekserisi gayr-ı müslim olduğu için. Burada haramı haram, helâli helâl bilmek gerekir. Allah-u Teâlâ’nın haram kıldığı haramdır. Harama helâl demek küfürdür. Üstelik dar-ül harptir diyenler, bütün hükümet erkânına ve millete de küfür damgasını vuruyorlar da, şu Hadis-i şerif’in kapsamına girdiklerinin farkında bile değiller.

Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:

“Bir kimse müslüman kardeşine fısk ve küfür isnad etmesin. Zira o kimsede bu haller yoksa, sözler sahibine döner.” buyuruyorlar. (Buharî)

Onlar yalnız kendilerini müslüman zannediyorlar ve her bölücü de bunu bahane ederek halkı kendine çekip-çevirmeye çalışıyor. Bu suretle din kardeşliğini, İslâm birliğini, güzel vatanımızı paramparça yapmak istiyorlar. Parçalamak isteyenleri değil suçlamak, elimizden gelse elini ve dilini uzatanları hemen men ederiz.

Biz bunu daha evvel de izah etmiştik. “Ben, hükümet Hazret-i Allah’ın bütün emirlerine uyuyor demiyorum. Hükümeti medih ve müdafaa etmiyorum. Maaş da almıyorum. Sadece fitne ve bölücülük edenleri nifaktan ittifaka davet ediyorum.”

Zira Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde:

“Sizden bir kimse çirkin bir iş görürse onu eliyle derhal değiştirsin. Eğer buna gücü yetmezse dili ile değiştirsin. Buna da gücü yetmezse bari kalbiyle buğzetsin. Bu ise imanın en zayıf derecesidir.” buyurmuşlardır. (Müslim)

Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruyor:

“Her kim Rahman olan Allah’ın zikrinden göz yumarsa, biz ona şeytanı musallat ederiz. Artık o onun ayrılmaz bir arkadaşıdır. Hiç şüphesiz ki şeytanlar o insanları yoldan çıkarırlar. Onlar da kendilerinin hidayete erdirilmiş olduklarını zannederler.

Nihayet o bize geldiği zaman der ki ‘Ey şeytan! Keşke benimle senin aranda gün doğusu ile batısı kadar uzaklık olsaydı. Ne kötü arkadaşmışsın sen.” (Zuhruf: 36-37-38)

Gerçek mânâda bütün bu sözlerimiz, bilmeyerek bir bölücü grubun içine girip hakikat zannıyla çalışan temiz ve nezih kardeşlerimize izah ve ikna maksadıyla söylenmiştir.

Yarın huzur-u ilâhiye çıktıklarında büyük vebal altında kalıp şiddetli azap göreceklerinden, vicdanımızdan kopup gelen hislerimizi beyan ediyoruz.

Sual: O halde memleketimiz Dar-ül İslâm mıdır?

Cevap: Dar-ül İslâm’dır denilebilmesi için ilâhi hükümlerle hükmetmek şarttır. Bir hükümet erkânı bu hükümleri değiştirmeye ve azınlıkta olan küfürü savunanları kaldırmaya gücü yetmezse Dar-ül İslâm’dır denilemez. O halde nedir? Dar-ül harptir denilemediği gibi Dar-ül İslâm’dır da denilemez.

O halde ne yapmamız lâzım? Bunu bizzat Allah ve Resulü’nden öğrenelim.

Bir Hadis-i kudsi’de şöyle buyuruluyor:

“Ben Allah’ım. Benden başka ilâh yoktur. Sizi idare edenlerin sahibi ve meliklerin melikiyim. Onların kalpleri benim kudret elimdedir.

Eğer kullar bana itaat ederlerse, ben de onları onlara rahmet kılarım, merhamet ve şefkatle muamele ederler. Yok eğer kullar bana isyan ederlerse ben de onları onlara belâ ederim. Kalplerini kin ve gazapla onlara çeviririm. En kötü azap ile azap ederler.

Binaenaleyh sizi idare edenlere karşı sövmekle, bedduâ etmekle meşgul olmayınız. Fakat nefislerinizi beni zikretmekle, bana dua ve tazarru ile meşgul ediniz. Böylece ben de onların hakkından gelirim, sizi onların şerrinden korurum.” (Mişkât-ül Mesabih: 3721)

Bugün müslümanların eziyet altında oluşu, sefahat ve kabahat içinde oluşlarından ileri geliyor. Eğer biz samimi olarak Hazret-i Allah’a sığınsak, Hazret-i Allah onlara bu fırsatı vermez. Sefahat içinde yaşadığımız için başımıza bu haller geliyor. Biz bu hale suçumuzdan ötürü düşmüş oluyoruz. Bu felâketleri kendi elimizle hazırlamışızdır.

Bir insanın kendini beğenmesi veya haset etmesi ilâhi emirleri dinlememek olacağından helâkine vesile olur. Halbuki Hazret-i Allah:

“İyilik ve takvâ üzerine yardımlaşınız, kötülük ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayınız.” buyurmuştur. (Mâide: 2)

O halde Allah-u Teâlâ muhakkak iyilikte birleşmeyi emir buyururken, bizim Allah ve Resulü’nde birleşmemiz mi daha hayırlıdır? Yoksa her bir bölücüye ayrı ayrı tâbi olup, paramparça olmamız mı? “Elbet birliktir” diyeceksiniz. O halde davet ediyoruz. İç ve dış düşmanlarımıza karşı koyabilmemiz için. Zira devlet ittifaktan, devletsizlik ise nifaktan doğar.

Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde:

“Bir mümin diğer mümin kardeşi için birbirine kenetlenen tuğlalar gibidir. Birbirinden kuvvet alır.” buyuruyorlar. (Münâvi)

Bir Ayet-i kerime’de de:

“Allah ve Resulü’ne itaat edin. Birbirinizle çekişmeyin. Sonra korku ve zaafa düşersiniz ve kuvvetiniz elden gider.” buyurulmuştur. (Enfâl: 46)

Aslında fâiz alan, kumar oynayan, içki içen, tesettüre riayet etmeyen bir kadın, bunlar haramdır diyemez. Niçin? Kendisi yaptığı için.

Aslâ kimseye garaz ve düşmanlığımız yoktur. Sorulan sualleri Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerle cevaplandırmak zorundayız.

Daha evvel de söylediğimiz gibi, biz Hazret-i Allah ve Resulü’nden mâdâ kimseden çekinmeyiz. Hüküm Hazret-i Allah ve Resulü’nündür. Mahlûkun da hiçbir hükmü yoktur, sözleri de muteber değildir.

Bölücüler gaye ve menfaatları uğruna halkı etraflarına toplayabilmek için, nefse cazip gelen şeyleri ortaya atarlar. Böylece Din-i Mübin’imizi paramparça yapıp zayıf düşürürler. Bunların cihadı İslâm dini’ni tahrip ve tahrif etmektir. Bunlar cep cihatçısıdır, cihadı ceplere açmışlardır.

Biri çıkar “Cuma kılınmaz!” der. Öbürü “Faiz alınabilir.” der. Diğeri “Zekâtı bize verin” diyerek fakirin kapısını kapatır. Öteki “Bugün hacc emiri olmadığı için yapılan hacc sahih değildir.” der. Bir başkası kumar oynar, kumarın câiz olduğunu söyler. Bir diğeri “İçki hakkında kesin âyet yoktur.” der. Kimi de tesettürün Kuran-ı kerim’de olmadığını iddia eder. Kimisi “Refahtan başka İslâm yok.” der. Kimisi “En büyük benim.” der, büyüklük taslar.

Ve buna mümasil Hazret-i Kur’an’ın birçok ahkâmını esasından çıkarmaya, içten içe yıkmaya çalışırlar.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:

“İnsanlar kabul edip girdikten sonra, Allah’ın dini hakkında tartışmaya girişenlerin iddia ve delilleri, Rableri katında hükümsüzdür.

Onlara bir gazap vardır ve çok çetin bir azap da onlar içindir.” buyuruyor. (Şura: 16)

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:

“Şüphesiz bu ilim, (Tefsir ve hadis gibi mühim ilimler üzerine kurulmuş olan fer’i ve şer’i hükümler) dininizdir. Böyle mühim bir emri alacağınız kimselere dikkat ediniz.” (C. Sağir)

“Bir kimse ilmi olmadan Kur’an âyetlerine mânâ verirse cehennem ateşinden kendisine yer hazırlasın.” (Münâvi)

“Kur’an âyetlerine kendi reyi ile mânâ veren kimse cehennemden kendisine yer hazırlasın.” (Münâvi)

Bu gibi kimseler İslâm göründüklerinden, tahripleri dış düşmandan daha büyüktür ve daha tesirlidir.

Müminun Sûre-i şerif’inin 53. ve 54. Âyet-i kerime’lerinde beyan buyurulduğu üzere süleymancıların bu gibi yanlış fikirleri kendi kitaplarına göredir. Bunlar Ahkâm-ı İlâhî’yi hükümsüz hale getirmeye çalışıyorlar, kendi hükümlerini Ahkâm-ı İlâhî yerine koymak istiyorlar. Buna rağmen hiç kimseden de tepki yok. Bunun içindir ki cidden büyük bir gadab-ı ilâhî’ye uğramaktan korkuyoruz.

Kurtuluşu arayanlar Hazret-i Allah ve Resulü’nün emirlerine dikkat etsinler. Zira yetmişüç fırka olduğuna göre, o bir fırkayı bulmak gerçekten kolay değil.

Süleymancılar Adapazarı’ndan iki kardeşe “Biz imamız, içtihadımız var, cevap vereceğiz.” demişler. Onlar da “O ancak Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’i esas tutar, lâfa itibar etmez. Böyle bir deliliniz varsa cevap verin.” karşılığını vermişler.

Onlara deyin ki; bütün insanlar, cinler ve melekler dahi Allah-u Teâlâ’nın bir tek Âyet-i kerime’sine karşı çıksalar hükümsüzdür. Çünkü hüküm vermek yalnız Allah-u Teâlâ’ya âittir, mahlûkun hükmü yoktur.

Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyuruyor:

“Ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm vermek Allah’a mahsustur. İşte benim Rabbim olan Allah budur. Ben ancak O’na güvenirim ve yalnız O’na sığınırım.” (Şûrâ: 10)

“Doğrusu birçokları bilmeden hevâ ve heveslerine uyarak halkı şaşırtıyorlar.” (En’am: 119)

“Kendisine Rabbinin âyetleri hatırlatılarak öğüt verildikten sonra, onlardan yüz çeviren kimseden daha zâlim kim olabilir?

Muhakkak ki biz suçlulardan öç alacağız.” (Secde: 22)

Hazret-i Allah’ın Âyet-i kerime’lerine karşı gelmek fakihlik değil fâsıklıktır.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:

“Gerçekten herşeyin bir esâsı vardır. Bu din-i mübinin esası ise fıkıh ilmidir. Binaenaleyh ahkâma bağlı bir fakihin vücudu, şeytan için bin âbidin vücudundan ağırdır.” (Tirmizi)

“Allah-u Teâlâ bir kimsenin hayrını murad ederse, o kimseyi dini meselelerde âlim eder.” (Buharî)

“Allah-u Teâlâ’nın emir ve yasaklarını ulemâ ve fukahâdan öğrenmek her bir müslümana farzdır.” (Münavî)

Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimiz buyururlar ki:

“Ben size Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-den bir şey haber verdiğimde onu bir hakikat olarak kabul ediniz. O’nun dilinden yalan uydurmaktansa gökten düşerek ölmem bana daha hoş ve sevimli gelir. Ancak harp gibi hayırlı bir hile olursa, onun için söyleyeceğim sözler müstesnâ. Çünkü harp hiledir.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-den kulağımla duydum şöyle buyurdular:

“Âhir zamanda yaşları küçük, tecrübeleri kıt, aklını kötüye kullanan bir zümre yetişecektir. Onlar, iyiler gibi peygamberin tebliğatından, Âyet ve Hadis’ten bahsedeceklerdir. Fakat onlar, tıpkı okun hedefi delip geçtiği gibi İslâm’dan hemen çıkıvereceklerdir. İmanları boğazlarından ileri geçmez.

Siz onlara nerede rastgelirseniz hemen öldürünüz. Zira bunları öldürene kıyamet gününde sevap vardır.” (Buharî, Tecrid-i sarih: 1472)

Ebû Said-i Hudri -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’te Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

“Sizin aranızda öyle zümreler türeyecektir ki; siz onların namazlarının yanında kendi namazlarınızı, oruçlarının yanında kendi oruçlarınızı, iyi işleri yanında kendi iyi işlerinizi küçük göreceksiniz. (Yani onların yaptıkları işler dıştan sizinkinden üstün gibi görünecektir.)

Onlar Kur’an da okuyacaklar. Fakat Kur’an(ın feyzi) onların boğazlarından öteye geçmeyecektir. (Yalnız dilde kalacaktır.) Nitekim onlar okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkacaklar, okun sahibi (avı delip geçen) okunun demirine bakar, (kana benzer) bir şey göremez. Sonra ağaç kısmına bakar, bir şey göremez, yelesine bakar, orada da bir kan izi göremez. Daha sonra (acaba ava dokunmadı mı?) şüphesiyle, kirişe gelen ve fok denilen çatal yerine bakar, orada da bir iz göremez.” (Buhârî-Tecrid-i Sarih: 1783)

Zan, nam, makam ve menfaate taptıkları için dinden kaymışlardır.

İşte bu Hadis-i şerif’ler “Âlimim” diye, “Fakihim” diye geçinen bu gibi fâsıklar hakkındadır.

Bir Âyet-i kerime’de de:

“Sen Allah de, sonra bırak onları, daldıkları bataklıkta oynayadursunlar.” buyuruluyor. (En’am: 91)

Siz gerçekten süleymancılığı bırakıp hidayete mazhar mı olmak istiyorsunuz, yoksa Allah-u Teâlâ’nın buyurduğu gibi dalâlet batağında yüzmek mi istiyorsunuz?

Umarım bu kadar açık Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerden sonra şuurlu bir müslüman süleymancı olamaz.

Kendilerini haklı zannediyorlarsa, her Âyet-i kerime ve her Hadis-i şerif’e cevap vermek zorundalar. Nasıl ki biz Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerle onları tenvir ediyorsak...

Doğru ise kabul edip hidayete ersinler, değilse cevap versinler. Fakat asla lâf kabul etmeyiz.

Bu bölücüler Müminun sûresi 53. Âyet-i kerime’si mucibince kendi kitaplarına dayanarak Hazret-i Allah’ın âyetlerine cevap vermekle Hazret-i Allah ve Resulü’ne karşı mı çıkacaklar? Yoksa dinden kaydıklarını kabul mü edecekler?

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:

“Müminler o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalpleri titrer, kendilerine Allah’ın âyetleri okunduğu zaman onların imanlarını artırır ve yalnız Rabblerine tevekkül ederler.” buyuruyor. (Enfâl: 2)

Neden bunların kalpleri titremek şöyle dursun, kılları kıpırdamıyor? Ruhları öldüğü için... Ruhları öldü, işleri bitti. Artık onlar duymazlar.

Biz sadece Hazret-i Allah’a ve Resulullah Aleyhisselâm’a ücretsiz davet edenlerdeniz. Hiç kimseye garazımız, düşmanlığımız olmadığını söyleriz. Fakat kimsenin küfrüne rıza gösterenlerden de değiliz. Eğer bu müdahalemiz olmasaydı, Allah-u Teâlâ’nın hükmünü hafife alanlar gibi olurduk.

Ey halk! Siz susuyorsunuz. Amma küfre rızâ gösterdiğinizin farkında bile değilsiniz. Acaba bu vebâlin altından nasıl kurtulacaksınız?


 

Önceki Sonraki

İçindekiler