İslâm dini kardeşlik dinidir. Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Müminler kardeştirler.” buyuruyor. (Hucurât: 10)
Bu birlik ve kardeşlik nerede tahakkuk eder?
Diğer bir Âyet-i kerime’sinde ise:
“İyilik ve takvâ üzerine yardımlaşınız. Kötülük ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayınız.” buyuruyor. (Mâide: 2)
Bu yardımlaşma, bu birlik ve takvâ emrolunduğuna göre, bu nerede tahakkuk eder? “Âmentü” de tahakkuk eder, imanda, İslâm’da tahakkuk eder.
Müslüman olmanın ilk şartı iman etmektir. İman etmek için de önce Kelime-i şehâdet getirmelidir:
“Şüphesiz şehâdet ederim ki Allah’tan başka ilâh yoktur, yine şehâdet ederim ki Muhammed Aleyhisselâm Allah’ın kulu ve peygamberidir.”
İşte İslâm dini’ne göre iman; şehâdet kelimesinde ifade edilen, Hazret-i Allah’a ve Resul’ü Muhammed Aleyhisselâm’a iman etmekle başlar, imanın altı esası olan;
1- Allah’a,
2- Meleklerine,
3- Kitaplarına,
4- Peygamberlerine,
5- Ahiret gününe,
6- Kaza ve kadere kesin olarak inanmakla tam ifadesini bulur.
Bu esasların içinde olanlar “Müminler kardeştirler.” Âyet-i kerime’si mucibince kardeştirler. İyilikte birleşmişlerdir, yardımlaşma va takvâ üzerindedirler.
Şâyet bu şartlardan birisi dahi inkâr edilse “Amentü” nün şartları inkâr edilmiş olur. “Amentü” yü inkâr eden kimse, dinden de İslâm kardeşliği hudutlarından da çıkmış olur. Onun imanla İslâm’la hiç bir ilgisi yoktur, küfre kaymıştır.
Kelime-i şehâdet’i kalp ile tasdik edip dil ile de söyleyen bir kimse, bu kapıdan müslümanlık dairesine girmiş olur.
Müslüman olan bir kimsenin “Namaz, oruç, zekât, hacc” gibi İslâm’ın esaslarına uyması lâzımdır. Bunlar ilâhî birer emirdir. Bunlara riayet etmekle Hazret-i Allah’a kul, Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- ine ümmetlik etmiş olur. Yapmazsa âsi olur, fâsık olur, İslâm dâiresinden çıkmaz.
Bir de şu var ki “Amentü”ye inanmakla beraber bu ilâhi emirlerden birisini bile inkâr etse veya itiraz etse yine dinden çıkmış olur. Ancak, inkâr veya itiraz etmediği takdirde İslâm’ın geniş hudutları dahilinde bulunur.
Allah-u Teâlâ bizi hudutlarla çevirmiştir. Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Allah’a tevbe edenler, ibadet edenler, hamdedenler, oruç tutanlar, rükû ve secde edenler, iyiliği teşvik edip kötülükten vazgeçirmeye çalışanlar ve Allah’ın hududunu koruyanlar... İşte bu müminleri müjdele!” (Tevbe: 112)
Nasıl ki her memleketin bir sınırı, her kanunun bir hududu varsa, bu da Allah-u Teâlâ’nın çizdiği bir huduttur. Bu huduttan çıkıp inkâr eden İslâm dâiresinden çıkmış olur.
Onların dediği olsaydı Allah-u Teâlâ’nın; melekler ve peygamberler göndermesine, kitaplar salmasına lüzum kalmazdı.