Gerek Musa Aleyhisselâm’ın ve gerekse İsâ Aleyhisselâm’ın getirdiği din aslında İslâm dini idi. Nitekim Kur’an-ı kerim’in bildirdiğine göre Musa Aleyhisselâm kavmine:
“Ey kavmim! Eğer siz gerçekten Allah’a inanıyorsanız ve O’na teslim olmuş Müslümanlar iseniz, O’na güvenin.” buyurmuştu. (Yunus: 84)
Havarilerin de İsâ Aleyhisselâm’a şöyle dedikleri Kur’an-ı kerim’de ifade edilmiştir:
“Biziz Allah’ın yardımcıları, Allah’a inandık. Sen de Ey İsâ! Şahid ol ki biz müslümanlarız.” (Âl-i imran: 52)
Gerek İsâ Aleyhisselâm gerek Havariler İslâm’ı kabul etmiş iken, size ne oluyor ki küfürde inat ediyorsunuz, kendi arzunuzla cehenneme gidiyorsunuz?
Ehl-i kitaptan iman edenler hakkında nazil olan bir Âyet-i kerime’de ise şöyle buyurulmaktadır:
“Kur’an onlara okunduğu zaman ‘Ona iman ettik, doğrusu o Rabbimizden gelen hakikattır. Esasen biz bundan önce de müslümanlığı kabul etmiş kimselerdik.’ dediler.” (Kasas: 53)
İşte gerçek inananlar böyle inandılar, iman ettiler ve kurtuldular. Fakat siz bu dalâletten nasıl kurtulacaksınız?
Allah katında ne hıristiyanlık ne de yahudilik makbul değildir. Ancak İslâm dini makbuldur.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde ulul-azm peygamberlerden İbrahim Aleyhisselâm’ın ne hıristiyan ne yahudi olduğunu, Allah’ı bir tanıyan bir müslüman olduğunu haber veriyor:
“İbrahim ne yahudi ne de hıristiyandı. Fakat o Allah’ı bir tanıyan dosdoğru bir müslümandı. Müşriklerden değildi.” (Âl-i imran: 67)
Çünkü yahudilik Musa Aleyhisselâm’ın şeriatından tahrif edilmiş bir dindir. Hıristiyanlık da İsâ Aleyhisselâm’ın şeriatından tahrif edilmiş bir dindir. Fakat o bütün bâtıl dinlerden uzak, hak dine mensup dosdoğru bir müslümandı. Allah-u Teâlâ İbrahim Aleyhisselâm’ın müşrik olmadığını beyan etmekle; yahudilerin ve hıristiyanların müşrik olduklarına işaret buyurmaktadır.
Ben de sizi Allah-u Teâlâ’nın kelamı ile davet ediyorum. İman eden kurtulur, etmeyenin kendi aleyhinedir.
İslâm dini ilk insan ve ilk peygamber Hazret-i Âdem Aleyhisselâm ile başlamış, zamanın akışı içerisinde ve her peygamber gelişinde en mükemmele doğru daima bir gelişme kaydetmiştir. Hazret-i Musâ Aleyhisselâm’a indirilen İslâm, Hazret-i Nuh Aleyhisselâm’a indirilen İslâm’dan daha geniş ve daha mükemmeldi. Hazret-i İsâ Aleyhisselâm’a gönderilen İslâm, Hazret-i Musa Aleyhisselâm’a indirilen İslâm’dan daha şümullü ve daha mükemmeldi. Muhammed Aleyhisselâm’a gelince de kemâlini buldu ve son şeklini aldı.
Artık İslâm’dan başka kıyamete kadar yeni bir din ve peygamber gelmeyecektir.
Allah-u Teâlâ son dini ve son peygamberini İslâm’ı tamamlayıcı olarak göndermiş, dinini tamamlamış;
“Allah katında din İslâm’dır.” (Âl-i imran: 19)
Fermanı ile mühürlemiştir.
Diğer bir Âyet-i kerime’sinde:
“Yaratmak da emretmek de O’na mahsustur.” buyuruyor. (A’raf: 54)
O’nun hükmü karşısında mahlukun hiç hükmü yoktur. Binaenaleyh narcılar her nekadar din kursalar da hükümsüzdür. Şüphesiz bu da Hazret-i Allah ve Resulullah’a iman edenler içindir.
•
Narcılar işe nasıl başladı? Temiz, nezih ve saf müslümanları ne şekilde soydular?
İlk evvelâ topladıkları talebelerine namaz kıldırıyorlardı, teheccüd namazına kaldırıyorlardı, ilk çıkışları böyle idi. Lâkin bu çok sürmedi. İslâm’ın ön safında görünerek halkı avladılar. Sonra lüzumlu olan maddeyi elde edince ve etraflarında kalabalıkları görünce, kendilerinde bir güç gördüler ve dinlerini ilân ettiler, ilâh kesildiler.
Halkı yemeğe dâvet ederlerdi. Yemekli toplantılar düzenlerlerdi. Balığı tutmak için olta attıkları gibi, gelenleri oltaya takarlardı. Cazgırlar: “Şu kadar şu verdi, şu kadar şu verdi!” diyerek oradaki halkı utandırırlar, paralarını alırlardı. Halkı mahçup etmek suretiyle senet imzalatırlardı ve bu senetleri ödemeyenleri icrâ ile tahsil ederlerdi, halka bu kadar zulmederlerdi.
Bu yolmalar, soymalar sofra eşkiyalığı değil midir?
Yanında parası olmayana senet imzalattırırlar, bu senetleri günü gelince ödeyemeyenler icraya verilir, evini, arabasını ve arsasını dahi elinden alırlardı. Hiçbir şeyini bırakmazlardı. Yani halkı kaz yerine koyarlardı. Bütün bunların hepsi dünyaya âlet etmek suretiyle oluyordu. Bütün bu sapıtıcı imamlar bu şekilde yapıyordu.
Oysa Allah-u Teâlâ:
“Sizden hiç bir ücret istemeyenlere uyun, onlar doğru yoldadırlar.” (Yâsin: 21)
Âyet-i kerime’si ile onların doğru olmadığını bildirdiği halde, halk onların doğru yolda olmadığını bilemedi. Onları müslüman zannetti ve yardım etti.
Haram lokma midelerine girince, hemen refahtan daha çok para toplamak yoluna girdiler. Refah’tan görerek onlar da sürekli para toplamaya başladılar, para toplamada onu da çok geçtiler ve bu husustaki Âyet-i kerime’leri tamamen inkâr ettiler. O kadar para topladılar ki, nihayet arzu ettikleri noktaya gelince paralarını muhafaza edemez oldular ve koyacak yer bulamadılar. Allah-u Teâlâ’nın en çok buğzettiği haramlardan birisi fâiz olduğu halde onlar banka kurdular.
“Ey iman edenler! Allah’tan sakınınız. Eğer imanınızda gerçek iseniz, fâizden arta kalanı bırakın almayın. Yok eğer fâizi terketmezseniz, bunun Allah’a ve Peygamber’ine açılmış bir savaş olduğunu bilin.” (Bakara: 278-279)
Âyet-i kerime’lerinde haber verildiği üzere, doğrudan doğruya Hazret-i Allah’a ve Resulullah Aleyhisselâm’a harp ilân ettiler.
Bu nur çıkınca, iç yüzlerini açığa vurunca bunların soygunları bitti. Bu para toplama hırsı onları İslâm dininden rahatça çıkardı. Böylece kendilerine tâbi olanları, o masum yavruların hepsini küfrün kucağına attılar.
Bu da yetmiyormuş gibi imanlı talebeleri yavaş yavaş küfre meylettirdiler. Papazlarla anlaştılar, papazları resmen hazret olarak kabul ettiler. “Küfrü hoş görün!” diye milyonlarca müslümanı küfre kaydırdılar. Nitekim papaya yazdığı mektup ve muhtevası gazetelerde neşredildi.
Alenen Hazret-i Allah’a karşı geldi ve küfrü hoş gördü, hoşgürüyü ilân etti ve bütün müslümanları kâfir olmaya dâvet etti.
Ona tâbi olanlar ona uydular, papazlarını hazret olarak kabul ettiler ve onlara tâbi oldular, böylece hepsi birden küfre kaydılar.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Ey iman edenler! Müminleri bırakıp kâfirleri dost edinmeyin. Allah’ın aleyhinize apaçık bir ferman vermesini mi istersiniz?” (Nisâ: 144)
Bunların vasıfları daha önce “Nurcu” iken, bu hallerinden ötürü “Nurcu” isimlerini “Narcı” olarak vasıflandırdık. Bu ismi onlara biz verdik ve artık “Narcı” olarak tanınıyorlar. Nurculuk Said-i Nursî Hazretlerinde ve onun yolunda olanlarda kaldı.
Çünkü bunlar papazlarını hazret kabul ettikleri için, bunlara nurcu demek, İslâm’a büyük bir zillet getirir.
Allah-u Teâlâ mümine izzet, kâfire ise zillet vermiştir. Bu zillete düşenlere izzet vermek, İslâm’ın izzetini yok etmek demektir.
Nitekim Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Sizden kim onları dost edinirse, o onlardandır.” buyuruyor. (Mâide: 51)
Küfrü hoş görmeyi, her yerde küfrün soluklanmasını ilân edince, hepsi de kabul ettiler. Onu ilâh olarak kabul edenler böylece küfre kaymış oldu ve küfür içinde donup kaldılar.
Şimdi soruyorum! Hanginiz küfrü reddetti, çirkin gördü, kabul etmediğini ilân etti? Duydunuz mu hiç?
Müslümanların küfrü çirkin ve iğrenç görüp ikrah ettiklerini ve kabul etmediklerini görünce; din-i İslâm’ı yıkmak ve müslümanlara zarar vermek ve küfre kaydırmak için solcularla birleştiler, onlarla bir oldular. Öyle olmadı mı?
Bütün insanlara küfrü hoş göstermeye çalıştılar. Böylece ilk çığırı bunlar açmış oldu.
Öyle ki;
Küfre dâvet ettiler. Küfre girmeyenlere zulmetmek için solcularla birleştiler, solcuların tarafına geçtiler ve müslümanlara çok büyük eziyet ettiler. Amma en büyük zararı yine kendileri gördüler. Çünkü Fethullah Gülen ve diğerleri hiçbir zaman bu solcuların zamanına kadar düşmemişti ve rezil olmamıştı.
Oysa Allah-u Teâlâ Vâkıa Sûre-i şerif’inde şöyle buyurmaktadır:
“Sağın adamları, ne uğurludur onlar!”
Solun adamları ne uğursuzdur onlar!
Hayır yarışlarında tâ öne geçip kazananlar, işte onlar (Allah’a en çok) yaklaştırılmış olanlardır.” (Vakıa: 8-11)
Bunlar bunu bilerek sola kaydılar ve Allah-u Teâlâ’ya hasım kesildiler.
Biz demiyor muyduk? Dikkatli olun, bu sapıtıcı imamlar deccalden daha tehlikelidir.
Her fırsatta sizi ikaz ediyorduk. Fakat siz onları müslüman zannediyordunuz, bütün gücünüzle onları destekliyordunuz ve yardım ediyordunuz. Din-i İslâm’ı yıksınlar diye mi bunu yapıyordunuz?
“Fâsıka ikram eden kimse İslâmiyetin yıkılmasına yardım etmiş olur.” (Münâvî)
Hadis-i şerif’ini kaç defa önünüze koymuştuk.
Allah-u Teâlâ’nın kendi yolundan çıkanları belirttiği:
“Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyun, onlar doğru yoldadırlar.” (Yâsin: 21)
Âyet-i kerime’sini kaç defa önünüze sunmuştuk. Doğrularla eğrileri bu Âyet-i kerime ayırmıyor muydu?
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“SİZİN İÇİN DECCAL’DEN DAHA ÇOK DECCAL OLMAYANLARDAN KORKARIM.
- Onlar kimlerdir?
SAPTIRICI İMAMLARDIR.” (Ahmed bin Hanbel)
Deccalden niçin daha beter?
Şöyleki; Deccal doğrudan doğruya Allah’lık dâvâsı ile çıkacak. İman-ı kâmil olanlar hiçbir zaman onun tuzağına düşmez. Ve fakat bunlar öyle bir sûrete büründülerki İslâm gibi görünüp sûret-i Hakk’tan göründüler.
İşte deccal bunu yapamaz. Deccalden beter oluşları, sûret-i haktan görünüşlerinden oldu. Böylece bir çok müslümanları hem imanlarından soydular aldılar, hem dünyalarını hem âhiretlerini yok ettiler.
Nitekim onların sapıtması ile yoldan sapanlar âhirette cehenneme düştükleri zaman bu sapıtıcılara şöyle söyleyecekleri Âyet-i kerime’de haber verilmektedir:
“Siz bize sağdan gelir, sûret-i haktan görünürdünüz.” (Saffat: 28)
Firavun, âhirette avanesinin önünde cehenneme gittiği gibi, bu sapıtıcı imamlar da küfre kaydırdığı kimselerin hepsinin cehennemde öncüleridir.
Bunların bu azgınlığı Allah-u Teâlâ’nın gazabına vesile oldu. Onlara en büyük darbeyi solculardan verdi. Gördünüz mü? Daha dünyada iken onlarla birleşmenin cezasını gördüler. Âhirette de onlarla beraber olacaklarını Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde beyan buyurmuyor mu?
“İnsan sınıflarından her birini biz o gün imamlarıyla beraber çağıracağız.” (İsrâ: 71)
Resulullah Efendimiz muhabbetle bir topluluğun arasına iltihak eden kişinin onlardan sayılacağını, mahşerde de onlarla haşrolacağını Hadis-i şerif’lerinde arzetmiyor mu?
“Kişi sevdiği ile haşrolunur.” (K. Hafâ)
“Kim bir topluluğun arasına girerse onlardan olur.” (Ebu Dâvud)
İşte onlarla beraber olmanın mükâfatı! Onlar bunu daha dünyada iken tattılar.
•
Nitekim bunlar hakkında Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Âhir zamanda öyle kimseler türeyecektir ki, bunlar dinlerini dünyalığa âlet edeceklerdir. İnsanlara karşı koyun postuna bürünmüş gibi yumuşak ve güzel huylu görünürler. Dilleri şekerden bile tatlıdır, amma kalpleri kurt gönlü gibidir.
Aziz ve Celil olan Allah-u Teâlâ (bu gibi kimseler için) şöyle buyurur:
‘Bunlar acaba benim sonsuz affediciliğime mi güveniyorlar, yoksa bana karşı meydan mı okuyorlar? Ululuğum hakkı için, onlara öyle ağır bir musibet vereceğim ki, aralarında bulunan yumuşak başlılar şaşakalacaklardır.’” (Tirmizî)