Hıristiyanlar namaz kılmaz, hacca gitmez, her türlü haramı irtikâb eder. Hiçbir emr-i ilâhi’yi yapmazlar, nehyettiklerinden kaçınmazlar.
Oysa Allah-u Teâlâ İslâm dini’nde kimlerin kardeş olduklarını beyan buyuruyor ve iman edenlere duyuruyor:
“Eğer tevbe ederler, namazı kılarlar ve zekâtı verirlerse dinde sizin kardeşinizdir. Bilen kimseler için âyetleri böyle uzun uzadıya açıklıyoruz.” (Tevbe: 11)
Bir Hadis-i şerif’te ise Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyuruyorlar:
“Sünnet-i seniyye’me tâbi olmayan benden değildir.” (Münâvi)
Diğer taraftan Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“İman iki kısımdır. Yarısı sabırda yarısı şükürdedir.” (C. Sağir)
Buradaki sabır, Hazret-i Allah’ın nehyettiği şeylerden içtinab etmek; şükür ise ne ki emrettiyse seve seve yapmaktır. Yapmak başka, seve seve yapmak başka. Meselâ zekât, seve seve veriliyorsa kabulüne delâlettir. Bir vazifedir, mecburiyettir diye veriliyorsa, sadece farz yerine gelir. Namaz da diğer ibadetler de böyledir. O aşk yoksa asıl ruha inilmemiş olur. Hakiki sabır ve şükür buradan başlıyor. Diyelim ki hem sabrettik hem şükrettik, böylece iman husule geldi. İmanın husule gelmesi bu kadar ince bir konu iken hıristiyanları “Onlar da Allah’a iman ediyorlar.” diye kucaklamak ne büyük dalâlettir.
Bu sefer önümüze ikinci bir Hadis-i şerif çıkıyor:
“İman üryândır, libâsı takvâ, ziyneti hayâ, semeresi ilimdir.” buyuruyorlar. (Beyhakî)
İman meydanda yanan bir kandil gibidir, bir rüzgâr gelir onu söndürür, karanlıkta kalırız. Bir fânus geçirilirse söndürülemez. Bu şişe takvâdır. Haram-helâl üzerinde durmamız, imanı zedeleyici her türlü şüpheli noktalardan kaçınmamız bizi takvâ şişesinin içine atar.
Takvâyı da hayâ muhafaza eder.
Bir Hadis-i şerif’te buyuruluyor ki:
“Hayâ ile iman mütelâzımdır, birbirinden ayrılmaz. Yâni biri gidince öteki de kalmaz.” (C. Sağir)
Bir başka Hadis-i şerif’te de:
“Hayânın azlığı küfür alâmetidir.” buyuruluyor. (Münavi)
Demek ki biz hayâdan yoksun olmakla küfre kaydığımızı da bilmiyoruz. Çünkü hayâ ile iman yekdiğerinden ayrılmıyor, biri giderse öteki de kalmıyor. Bunu bilmediğimizden imanımızı da tehlikeye düşürüyoruz. O halde bu cehâlete düşmemek ve bunların hakikatını bilebilmek için ilme de ihtiyaç var.
Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“Her şeyin bir yolu vardır, cennetin yolu ise ilimdir.” buyuruyor. (C. Sağir)
İlim olmasaydı, hayâyı gidermekle imanı da giderdiğimizi bilemezdik. İlim takvâyı da hayâyı da bize bildiriyor ve onun usulüyle hakikata varmış oluyoruz. Şu halde biz ilimle hakikatı çözeceğiz, zanla değil. Zanla amel eden dalâlettedir.
Şüküre gelince;
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Şüphesiz ki Allah insanlara karşı lütufkârdır. Fakat insanların çoğu şükretmezler.” (Mümin: 61)
Bir düşün! Hayatın boyunca bu hususlara bir defacık tefekkür edip şükrettin mi?
Beyan buyurulduğu üzere iman mevzuu bu kadar hassas iken hıristiyanlar tüm hükm-ü ilâhi’yi yapmazlar.
Hıristiyanlar fâiz de alırlar. Oysa ki fâiz İslâm dini’nde şiddetle yasaklanmıştır:
“Eğer fâizden vazgeçmezseniz bunun Allah ve Resul’üne açılmış bir savaş olduğunu bilin.” (Bakara: 279)
İslâm fâizi yasaklarken, hıristiyanlar fâizin önderliğini yapmaktadırlar. Üstelik bütün emr-i ilâhi’ye de karşıdırlar. Ve fakat narcılar hâlâ bunları dost kabul etmekte ve “Onlar da Allah’a iman ediyorlar.” sözleriyle de halkı kandırmaya çalışmaktadırlar. Halbuki hıristiyanlar İslâm dini’ne tamamen karşı ve İslâm’ın en büyük düşmanlarındandırlar.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Sen onların dinine uymadıkça ne yahudiler ne de hıristiyanlar senden asla hoşnut olmazlar.” (Bakara: 120)