Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde Hıristiyanları vicdanları ile başbaşa bırakarak, hakikatı araştırmakla aydınlatılmaları için şöyle buyurmaktadır:
“Meryem oğlu Mesih ancak bir peygamberdir.” (Mâide: 75)
İlâh değildir. Ancak Allah-u Teâlâ’nın delil ve fermanı ile gönderdiği bir elçi, bir tebliğci, bir peygamberdir.
Allah-u Teâlâ özel olarak bazı peygamberlere mucizeler verdiği gibi, ona da doğruluğunu göstermek için apaçık bazı mucizeler vermiştir. Eğer Allah-u Teâlâ İsâ Aleyhisselâm vasıtası ile ölüleri diriltti ise, şüphesiz ki Musa Aleyhisselâm vasıtasıyla asaya can verdi ve asa sürünen bir yılan oldu. Bu ötekinden daha hayret vericidir. Eğer İsâ babasız yaraltıldıysa, şüphesiz Âdem Aleyhisselâm hem anasız hem babasız yaratılmıştır. Bu daha şaşırtıcıdır. Bunların hepsi Allah katındandır. Musa ve İsâ Aleyhisselâm’lar ancak Allah-u Teâlâ’nın yaratıcı kudretinin tecelli yerleri ve vasıtalarıdır.
İsâ Aleyhisselâm ilk olarak gelmiş bir peygamber de değildir:
“Ondan önce de nice peygamberler gelip geçmiştir.” (Mâide: 75)
O da diğer peygamberler gibi bir insandır.
“Annesi de sıddîka bir kadındı.” (Mâide: 75)
Doğruluk ve sadakatten ayrılmayan, Allah’ı ve peygamberlerini tasdik eden ve onlara inanan, özünde sözünde, işinde son derece doğru bir hanımdır.
“Her ikisi de yemek yerlerdi.” (Mâide: 75)
Böylelikle onların kendilerine yakıştırılan ulûhiyet niteliklerinden uzak oldukları ifade edilmektedir. Çünkü yemek yiyerek gıdalanma ihtiyacını duyan bir varlığın ilâh olduğu nasıl düşünülür! Herhangi bir ihtiyaç ile muhtaç olanlara ilâh demek “muhtaç değil” demektir, bu ise çelişkidir.
“Bak! Onlara delilleri nasıl açıklıyoruz?” (Mâide: 75)
İsâ Aleyhisselâm’ın da, annesinin de birer beşer olduğunu belirten delilleri nasıl gösteriyoruz?
“Sonra da bak ki, nasıl yüz çeviriyorlar?” (Mâide: 75)
Bu gerçek gündüzün ortasındaki güneşten daha açık olmasına rağmen görmek istemiyorlar.
Allah-u Teâlâ diğer bir Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:
“İnkâr edip kâfir olanları, dünyada da ahirette de şiddetli bir azaba çarptıracağım. Onların hiç yardımcıları da olmayacak.” (Âl-i imran: 56)
Onlardan herhangi birini ilâhi azaptan kurtaracak bir fert de bulunmayacak.
Daha sonra Allah-u Teâlâ yahudi ve hıristiyanların iftiralarını anlatarak Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurur:
“Yahudi ve Hıristiyanlar ‘Biz Allah’ın oğulları ve sevgilileriyiz.’ dediler.” (Mâide: 18)
Kendilerinin başka insanlara benzemediklerini, diğer insanlara karşı Allah katında böyle bir seçkinlikleri olduğunu iddia ettiler ve gurur ile Allah-u Teâlâ’dan korkmaz oldular.
“De ki: O halde neden Allah günahlarınız sebebiyle size azab ediyor?” (Mâide: 18)
Halbuki Allah-u Teâlâ onları dünyada bile zaman zaman azaplara uğratıyor. Nice öldürülmelere ve esaretlere maruz kalıyorlar. İddia ettikleri gibi Allah’ın oğulları ve dostları iseler inkâr ve iftiralarına karşılık onlara niçin cehennem ateşini hazırladı?
Ebu Said-i Hudrî -radiyallahu anh- den rivayet edildiğine göre Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Kıyamet günü bir nidâcı ‘Her ümmet dünyada neye tapmışsa onun arkasına takılsın.’ diye ilân edecek. Bunun üzerine Allah-u Teâlâ’dan başka şeylere, putlara ve heykellere tapmış olanlardan hiçbiri kalmayacak, hepsi cehenneme düşecekler.
Nihayet yalnız Allah’a tapan iyi ve kötülerle ehl-i kitab’ın bakiyyeleri kalacak ve evvelâ yahudiler çağırılarak kendilerine ‘Siz dünyada neye ibadet ederdiniz?’ diye sorulacak. ‘Biz Allah’ın oğlu Üzeyr’e tapardık.’ diyecekler.
Kendilerine:
‘Yalan söylediniz! Allah’ın hiç bir zevcesi ve çocuğu yoktur. Şimdi siz ne istiyorsunuz?’ denilecek.
Yahudiler ‘Susadık Yâ Rabb’i, bize su ver!’ diyecekler. Bunun üzerine kendilerine işaretle ‘Suya buyurmaz mısınız?’ denilecek ve yahudiler cehenneme o serap gibi (alev dalgaları) birbirini târumar eden ateşe haşrolunarak oraya düşecekler.
Sonra Hıristiyanlar çağrılarak kendilerine ‘Siz dünyada neye ibadet ederdiniz?’ diye sorulacak. ‘Biz Allah’ın oğlu Mesih’e tapardık.’ diyecekler.
Onlara da:
‘Yalan söylediniz! Allah hiçbir zevce ve çocuk edinmemiştir. Şimdi siz ne istiyorsunuz?’ denilecek.
Hıristiyanlar da ‘Susadık Yâ Rabb’i, bize su ver!’ diyecekler. Bunun üzerine kendilerine işaretle ‘Suya buyurmaz mısınız?’ denilecek ve hıristiyanlar ateşe haşrolunarak oraya düşecekler.” (Müslim: 183)
Âyet-i kerime’nin devamında şöyle buyuruluyor:
“Hayır! Siz de O’nun yarattıklarından bir beşersiniz.” (Mâide: 18)
Allah-u Teâlâ’nın yarattığı ve O’nun iradesine mahkûm bulunmak bakımından diğerlerinden hiçbir farkınız yoktur. Bütün kulları hakkında hüküm verecek olan Allah-u Teâlâ’dır.
“O dilediğini bağışlar, dilediğine azab eder.” (Mâide: 18)
Tevbe edenlerin günahlarını örttüğü gibi, Allah-u Teâlâ’ya ortak koşan, yaratılanı Yaratan yerine koyanlar için de bu azab muhakkaktır.
“Göklerin, yerin ve ikisinin arasında ne varsa hepsinin hükümranlığı Allah’ındır.” (Mâide: 18)
Varlıklardan hiçbirinin Allah-u Teâlâ’ya kulluktan başka bir şekilde bağlılık iddia etmeye hakkı yoktur. Hepsi O’nun mülkü ve melekûtu, kudret ve azameti altında bulunmaktadır.
“Dönüş de O’nadır.” (Mâide: 18)
Ahirette yalnız O’nun huzuruna gidilecektir. İnananlara bol sevaplar ve mükâfatlar verecektir, dilediği günahkârları da lâyık oldukları cezalara kavuşturacaktır.