İlâhi dâvete icabet edenlerle etmeyenlerin, inananlarla inanmayanların, aklını kullananlarla akıllı geçinenlerin âkıbetlerini beyan etmek üzere Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyurur:
“Rabb’lerinin dâvetine uyanlara en güzel karşılık vardır.
O’nun dâvetine uymayanlara gelince, eğer yeryüzünde bulunan her şey ve bir o kadarı daha onların olsa, azaptan kurtulmak için hepsini feda ederlerdi.” (Ra’d: 18)
Allah-u Teâlâ’nın azabı o kadar çetindir.
“Eğer yeryüzünde bulunanların hepsi ve bir o kadarı daha o zalimlerin olsaydı, kıyamet günü o kötü azaptan kurtulmak için hepsini feda ederlerdi.” (Zümer: 47)
Fakat ne mümkün? Hangi sebebe sarılsalar elleri boş çıkacak, azabı başlarından savamayacaklar. Zira teklif dönemi bitmiş, çare arama zamanı geçmiş, hesap görme dönemi başlamıştır. Artık ne tevbenin, ne pişmanlığın, ne de teslimiyet göstermenin bir mânâsı vardır. Onların zamanı ve mekânı dünya idi, ahiret değil.
Diğer bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“O inkâr edenler var ya, eğer yeryüzünde bulunan her şey ve bunların bir o kadarı daha onların olsa da, kıyamet gününün azabından kurtulmak için feda etseler yine kendilerinden kabul edilmez.
Onlar için pek acıklı bir azap vardır.” (Mâide: 36)
Seve seve vermek isterler, feda etmekten çekinmezler, lâkin ricaları kabul edilmez, arzularına kavuşamazlar, azaptan kurtulamazlar.
Bir insan her şeyden önce kendi canını düşünür, en kıymetli olarak onu görür. Nice insanlar vardır, sağlığına kavuşabilmek için bütün servetini harcamak ister. Ahirette de bu böyle olacak, herkes kendini kurtarmanın yollarını arayacak. Buradan şu anlaşılıyor ki, bütün dünya ve içindekilerle beraber bir misli dahi, ahiret azabının bir zerresine bile denk olamaz.
Bu son derece şiddetli bir tehdittir.
Onlar doğru yolda olduklarına, yaptıklarının iyi olduğuna inanırken; yollarının ne kadar bâtıl olduğunu, doğru bildikleri şeylerin ne kadar yanlış olduğunu anlayacaklardır.
Âyet-i kerime’de:
“O gün Allah tarafından, hiç hesaba katmadıkları şeyler karşılarına çıkacaktır.” buyuruluyor. (Zümer: 47)
Ve bu yüzden çeşit çeşit azaplara maruz kalırlar. Kendilerinin doğru yolda olduklarını zannettikleri için Allah-u Teâlâ’dan taltif beklerken, azapla karşılaşmaları üzüntülerini daha çok arttırır.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“Gönlü imanla mutmain olduğu halde, zorlanan kimse hariç, kim iman ettikten sonra Allah’ı inkâr eder ve gönlünü küfre açarsa; onların üzerine Allah’tan bir gazap iner ve onlar için büyük bir azap vardır.” (Nahl: 106)
“Yaptıkları işlerin kötülükleri o gün karşılarına çıkacak ve alaya aldıkları azap onları kuşatacaktır.” (Zümer: 48)
“Onların varacakları yer cehennemdir. Ne kötü bir yataktır.” (Ra’d: 18)
Büyük, küçük, gizli ve aşikâr her ne işlemişse hepsinden birer birer mesul olacaklar ve onların mekânları cehennemdir.
“O bütün varını fidye olarak verse, yine de ondan alınmaz. Onlar kendi kazandıkları yüzünden helâke sürüklenmiş kimselerdir.” (En’am: 70)
Allah-u Teâlâ diğer Âyet-i kerime’lerinde buyurur ki:
“Âyetlerim size okunurken, onları yalanlayan siz değil miydiniz?” (Müminun: 105)
“Yıkılıp gidin içerisine!.. Benimle konuşmayın!..” (Müminun: 108)
“Onlar Allah’ın kelâmını değiştirmek isterler.” (Fetih: 15)
Şehvetlerinin, hevâ ve heveslerinin, liderlerinin kendilerini dalâlete sürüklediğini itiraf ederler.
Nedâmet çok, fakat faydası yok.
Bu size beyan ettiklerimiz hep Hazret-i Allah’ın kelâmı ve Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in beyanıdır.
Bu beyanlardan sonra “Bunlar müslüman mıdır?” tefrikini size bırakıyoruz.