Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde Mekke müşriklerine hitap ederek, kıyamete kadar gelecek bu tıynetteki kişileri uyarmaktadır:
“Ne oluyor size? Nasıl hükmediyorsunuz?” (Kalem: 36)
Sizi bu pek yanlış fikir ve kanaatlere sevk eden nedir? Nasıl oluyor da kâfirleri hoş gören bir hüküm veriyorsunuz?
“YOKSA SİZE MAHSUS BİR KİTAP VAR DA ONDAN MI OKUYORSUNUZ?” (Kalem: 37)
Size âit olmak üzere böyle ders veren bir kitap mı var? Var da ondaki emirlere dayanarak mı böyle hükmediyorsunuz?
Her şeyin nefsinizin hevâ ve hevesine, süfli arzusuna göre olacağını o kitaptan mı okuyup inceliyorsunuz?
“O kitapta ‘Beğendiğiniz her şey sizindir.’ diye mi yazılı?” (Kalem: 38)
“Her yaptığınız yanınıza kâr kalır, sizin her yaptığınız icraat, her söylediğiniz söz doğrudur.” diye yalnız size ait bir delil mi var?
“Yoksa ‘Ne hükmederseniz mutlaka sizindir.’ diye sizin lehinize olarak tarafımızdan verilmiş, kıyamet gününe kadar geçerli kesin sözler mi var?” (Kalem: 39)
Halbuki ellerinde hiç bir delil, hiç bir istinat yok. Hevâ ve heveslerine göre konuşuyorlar. Kendi kendilerine hüküm ve hakikatı değiştirmeye kalkıyorlar.
“Sor bakalım onlara, hangisi bunu üzerine alıyor?” (Kalem: 40)
İçlerinden hangisi böyle bir şeyi garanti edebilir?
“Yoksa onların ortakları mı var? Sözlerinde doğru iseler, hadi ortaklarını da getirsinler!” (Kalem: 41)
Bütün insanlar ve cinler bir araya gelseler, Allah-u Teâlâ’nın bir hükmünü değiştiremezler. Hepsi de Hakk’ın karşısında kahrolmaya mahkûmdurlar.
•
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:
“Onlar müminleri bırakıp kâfirleri dost edinirler. Onların tarafında bir şeref ve kudret mi arıyorlar? Bilsinler ki şeref ve kudret tamamen Allah’a aittir.” (Nisâ: 139)
Allah-u Teâlâ’nın hükmü budur. Müminleri bırakıp kâfirleri dost edinenin durumu beyan ediliyor.
Bir Âyet-i kerime’sinde ise:
“Fitneden eser kalmayıp ve din de tamamen Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın.” (Enfâl: 39)
Buyurarak, İslâm dini’nin haricinde olanlarla mücadele etmeyi emretmektedir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde böyle buyuruyor, o ise Âyet-i kerime’yi inkâr ediyor, bir patrikle dost olup hoşgörü toplantıları yapıyor. İslâm’ın emrini hafife alıyor.
“Eğer vazgeçerlerse şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını görendir.” (Enfâl: 39)
Allah-u Teâlâ onlarla mücadeleyi emrediyor. O ise hoşgörüden bahsediyor.
Bu patrik İslâm’ın en büyük düşmanıdır. Bugüne kadar bu vatana en büyük ihaneti etmiş, gittiği ülkelere Türkiye’yi şikayet etmiştir. Vatikan devleti gibi Fener’i Vatikan’a benzetmek, ayrı bir devlet kurmak istiyor. Heybeliada ruhban okulunun açılması için kendisinden yardım istemiştir.
“Ey Peygamber! Kâfirlerle ve münâfıklarla cihad et! Onlara karşı sert davran. Onların varacağı yer cehennemdir. O gidilecek yer ne kötüdür!” (Tahrim: 9)
Allah-u Teâlâ cihadı emretmekte, o ise “Hoş görelim.” demekle bu Âyet-i kerime’leri inkâr etmektedir.
Hıristiyan Yunan Batı Trakya’da, Hıristiyan Rus Kafkasya’da, Hıristiyan Sırbistan Bosna’da, Kosova’da ve Hıristiyan Bulgar, müslümanlara dinlerini değiştirmeleri için baskı ve mezalim yapmıyorlar mı? Bunların mânevi lideri olan patriği hoşgöreceksin ki; onlar katliamlarına devam etsinler.
Yahudiler ise Filistin’de Hindular da Keşmir’de müslümanları katlediyorlar. Bunların hepsini hoş görelim olsun bitsin, öyle mi?
•
Fakat cihadı bırakanlar için Hazret-i Allah’ın fermanı çok kesindir:
“Allah’ın Resul’üne muhalefet etmek için (savaştan) geri kalanlar, oturup kalmalarına sevindiler. Mallarıyla canlarıyla Allah yolunda cihad etmeyi çirkin gördüler ve (savaşa çıkmak isteyenlere de) ‘Bu sıcakta sefere çıkmayın!’ dediler. De ki: Cehennem ateşi daha sıcaktır, keşke bilseler!” (Tevbe: 81)
Bunca Âyet-i kerime’ler bunların, İslâm’ın emir ve hükümlerinin dışında hareket ettiklerini göstermesi bakımından yeterlidir.
Çünkü Allah-u Teâlâ İslâm dini’nde kimlerin kardeş olduklarını beyan buyuruyor ve iman edenlere duyuruyor:
“Eğer tevbe ederler, namazı kılarlar ve zekâtı verirlerse dinde sizin KARDEŞİNİZDİR. Bilen kimseler için âyetleri böyle uzun uzadıya açıklıyoruz.” (Tevbe: 11)
Bunlar hangi dine ve hangi kitaba göre hüküm veriyorlar? Bunu açıklamak mecburiyetindedirler. Açıklamadıkları takdirde, artık onların kim olduklarını tanımış olursunuz.
Şu Âyet-i kerime’de ise iman dostluğunun mahiyeti ve hakikatı beşeriyete ilân edilmektedir:
“Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velileri (dostları ve yardımcılarıdırlar.) Onlar iyiliği emreder, kötülükten menederler. Namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler. Allah’a ve Peygamber’ine itaat ederler.
İşte Allah onlara rahmet edecektir. Şüphesiz ki Allah Aziz’dir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Tevbe: 71)
Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime’sinde de, müminlerin kimleri sevip kimlerle dost olacaklarını beyan buyurmaktadır:
“Sizin yegâne dostunuz Allah’tır, O’nun Peygamber’idir ve Allah’ın emirlerine boyun eğerek namaz kılan, zekât veren müminlerdir.” (Mâide: 55)
Allah-u Teâlâ müminlerin vasıflarını beyan ederken:
“İnkârcılara karşı çok çetin, birbirlerine karşı çok merhametlidirler.” buyuruyor. (Fetih: 29)
Allah-u Teâlâ müslümanların birbirlerine karşı hoşgörülü olacağını beyan ediyor, inkârcılara karşı değil. Emir ve hüküm budur.
•
Gerçekten İslâm dini’ni tahrif ve tahrip etmekle din-i İslâm’a karşı geldiler.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:
“Eğer sana cevap veremezlerse bil, ki onlar sırf heveslerine uymaktadırlar. Halbuki Allah’tan bir yol göstericisi olmaksızın kendi heveslerine uyandan daha sapık kim vardır?
Allah zâlimler güruhunu hidayete erdirmez.” (Kasas: 50)
Çünkü Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyuruyor ki:
“Resul’üm! De ki: Size amelce en çok ziyana uğrayanı bildireyim mi? Dünya hayatında çalışmaları boşa gitmiştir. Oysa onlar iyi yaptıklarını sanıyorlardı. İşte onlar Rabb’inin âyetlerini ve O’na kavuşmayı inkâr edenlerdir. Bu yüzden amelleri boşa gitmiştir. Kıyamet günü biz onlar için terazi kurmayız ve onlara hiç değer vermeyiz.” (Kehf: 103-104-105)