Yazısında kalpten bahsediyor, onun kalbi “Lâ ilâhe illâllah” demiş olsa “Lâ” da kalmazdı. Ancak ilâhi hüküm ve hudutlara bağlı kalırdı. İslâm dinini âlet edip İslâm’a muğayir hareket etmezdi. İşte bunlar İslâm değildir.
Dikkatle baktığınız zaman tarih boyunca ancak münafıklar küffarla, yahudi ile gizli veyahut aşikâr dostluk kurmuşlardır. Müslüman; kâfire karşı durmak için, dinini, imanını, vatanını müdafaa etmek için, ancak din kardeşi olan müslüman ile dostluk kurar. Kâfirlerin dostlarına gelince, o da onlardandır.
İmâm-ı Rabbanî -kuddise sırruh- Hazretleri Mektubat’ın 163. mektubunda kâfirlere iltifat eden, hoşgörü ile bakan hatta “Hazret” diyenlere çok ağır cevap veriyor.
Teberrüken buraya alıyoruz:
“...
İslâm ve küfür birbirinin zıddıdır, bir arada olamazlar. Ta kıyamete kadar, hatta kıyamette dahi. Bunlardan birini isbat etmek, diğerini kaldırmaktır. Birini ağırlamak, diğerini küçük düşürmektir.
Noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah, Peygamber’ine hitaben şöyle buyurdu:
“Ey Peygamber! Kâfirlerle ve münâfıklarla cihad et, onlara karşı sert davran. Onların varacağı yer cehennemdir. O gidilecek yer ne kötüdür!” (Tevbe: 73)
Sübhan Allah, en güzel huyla sıfatlanan Resul’üne “Küffarla cihad et ve onlara sert davran.” emrini verdiğine göre, bundan bilinir ki; onlara sert çıkmak en güzel huylar arasındadır.
İslâm dini’nin izzet bulması küfrün ve küfür ehlinin zelil düşmesindedir. Buna göre bir kimse, küfür ehlini ağırlarsa İslâm ehlini zelil düşürmüş olur.
Kâfirleri ağırlamak yalnız onlara tazim edip baş köşeye oturtmak değildir. Onları meclislere almak, onlarla sohbet etmek, onların dili ile konuşmak gibi hareketler dahi onları ağırlamaktır. Asıl uygun olanı; köpekleri uzaklaştırır gibi onları uzaklaştırmaktır.
Eğer onlarla alâka peyda etmek, dünya işlerine âit zaruretler icabı ise... başka türlü de olmuyorsa... o zaman uygun olan, ancak zaruret mikdarı onlarla olmaktır. Bu arada onları bir şey yerine koymamaya ve kendilerine lüzumsuz yere iltifatta bulunmamaya riayet etmelidir.
Ama İslâm’ın kemâli, böyle bir garazı dahi tamamen terk edip onlara iltifat etmemek ve onlarla karışıp durmamaktır. Zira noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah, onları (yani küfür ehlini), Kelâm-ı Mecid’inde zâtının ve Resul’ünün düşmanı olarak tanıttı:
“Ey iman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin. Oysa onlar size gelen hakkı inkâr etmişlerdir.” (Mümtehine: 1)
“Kim Allah’a, meleklerine, peygamberlerine, Cebrail’e ve Mikâil’e düşman olursa bilsin ki Allah da inkârcı kâfirlerin düşmanıdır.” (Bakara: 98)
Allah’ın ve Allah’ın Resul’ünün düşmanı olan kimselerle karışık durmak, cinayetlerin en büyüklerindendir.
Bu düşmanlarla karışık durmanın, onlarla arkadaşlık etmenin en azından zararı; Şer’i hükümlerin icrasındaki kuvvette zaaf ve gevşeklik hâsıl olmasıdır. Bundan başka, onlarla olan arkadaşlığı dolayısıyle küfre sebep olacak şeylerden kaçınmaya utanır. Böyle bir zarar, cidden büyüktür. Kaldı ki, Allah’ın düşmanlığını, Resul’ünün düşmanlığını çeker.
Böyle bir uygunsuz insan sanır ki, kendisi müslümanlardandır; Allah’a ve Resul’üne imanı vardır. ama bilmez ki, bu gibi kötü ameller kendisinden İslâm devletini giderir.
Nefislerimizin ve kötü amellerimizin şerrinden Allah’a sığınırız.
Bir şiir:
‘Kendini hem âlim, hem din adamı sanır,
Dinle bütün ilgisi böyle sanmasıdır.’
Bu din düşmanı mel’unların işi İslâm’ı istihzaya ve müslümanları maskaralığa almaktır. Aynı zamanda onlar, eğer bir fırsatını bulsalar bizi İslâm dini’nden çıkaracaklar ve hepimizi öldüreceklerdir.
Müslümanlara yakışan utanıp hamiyet sahibi olmaktır. Zira Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurdu:
‘Hayâ imandandır.’
Hamiyet-i İslâmiye zaruridir. Baştaki emir sahiplerine düşer ki; daima bu hizlana düşen kimselerin baş kaldırmalarına fırsat vermeyeler.
.....
İslâm devletinin husülünün alâmeti: Küfür ehline buğzedip onları kerih görmektir.
Allah-u Teâlâ Kelâm-ı Mecid’inde onları “Necis” diye isimlendirdi:
“Ey iman edenler! Müşrikler ancak bir necis (pislik)tir.” (Tevbe: 28)
Bir başka Âyet-i kerime’de ise onlara “Murdar” ismini verdi.
“Artık onlardan yüz çevirin. Çünkü onlar murdardır.” (Tevbe: 95)
Eğer o kâfirleri böyle görmüş olsalardı, hiç şüphe yok ki, onlarla arkadaşlık etmekten kaçınır ve onlarla oturmayı kerih görürlerdi.
Herhangi bir şeyde bu düşmanlara müracaat etmek, onların reyi ve hükmü ile iş tutmak, kendilerini tam mânâsıyla ağırlamaktır. Bunlardan himmet taleb edip onları bir vesile bilenin hâli n’olur ki?”
Gördüğünüz gibi İmam-ı Rabbani -kuddise sırruh- Hazretleri bunların içyüzünü ne güzel tarif buyuruyorlar.
Her fırsatta diyoruz ki elhamdülillah ben müslümanım. Bütün beyanlarım Âyet-i kerime’ye ve Hadis-i şerif’e dayanır. Ancak onları muteber tutarım ve itibar ederim. Bunun için bize cevap vermeye yeltenenler Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’ler ile cevap vermek mecburiyetindedirler. Bizim lâfa ve teferruata kıymet vermediğimizi hâlâ bilmediler mi?
Âyet-i kerime’lere hiç değinmemiş, çünkü Âyet-i kerime’ler onlardan bahsediyor. Bir tek Âyet-i kerime onların işini bitirir.
Bu Âyet-i kerime’leri arzetmek ve açıklamaktaki gayem, halk da bilsin ve bunların içyüzünü öğrensin içindir. Ancak onlar hiç bir zaman cevap veremezler. Bütün işleri Ahkâm-ı ilâhi’ye muğayirdir. İslâm’mış gibi görünerek kendilerini göstermeye çalışmaları saf müslümanları yolmak, müslümanları küfürle hoşgörüye kaydırmak ve kandırmak içindir. Zira bunlar kâfirlerle içiçe olmuş ve anlaşmış görünüyorlar.