Allah-u Teâlâ Kasas Sûre-i şerif’inin 76-82. Âyet-i kerime’lerinde Musa Aleyhisselâm zamanında yaşayan Karun adındaki bir zenginin; zenginliği sebebiyle şımarmasından, diğer insanlara karşı böbürlenmesinden, neticede ağır bir cezaya müstehak olduğundan, halkın da ona verilen zenginlik sebebiyle imtihan geçirmesinden bahisle, beşeriyete bir ibret nümunesi olarak hikayesini takdim buyurmaktadır:
“Karun Musa’nın kavminden biriydi. Onlara karşı azgınlık etti.
Biz ona anahtarlarını güçlü bir topluluğun zor taşıdığı hazineler vermiştik.” (Kasas: 76)
Karun, İsrailoğulları arasında pek zengin bir kimse idi, onlarla beraber yaşadı, çok büyük çapta bir servet elde etti. Menkul ve gayr-i menkul o kadar çok malı vardı ki, o malların sayı ve miktarını, ancak bilgili ve güçlü bir topluluk yapabilirdi. Âyet-i kerime onun bu durumunu tasvir etmektedir.
Musa ve Harun peygamberlerin risalet ve nübüvvetine haset ediyor, onların İsrailoğulları arasındaki riyasetini kıskanıp duruyordu. Nihayet kinini ortaya koydu. Allah düşmanı Sâmiri’nin nifaka düştüğü gibi o da münafık olmuş, Musa Aleyhisselâm’ın gösterdiği mucizeleri sihir sanarak, o mübarek peygambere gönül endişesi yapmaktan çekinmemişti.
Kavminin salih kişileri, içinde bulunduğu durum hakkında ona nasihatta bulunmuş; servetine ve ilmine güvenerek, hazinelerine dayanarak, gücü ve kuvvetine aldanarak gururlanmaması için öğüt vermişlerdi.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“Kavmi ona şöyle demişti:
‘Gururlanıp şımarma, şüphesiz ki Allah şımarıkları sevmez.
Allah’ın sana verdiği mal ile ahiret yurdunu gözet. Dünyadan da nasibini unutma.
Allah’ın sana ihsan ettiği gibi sen de ihsanda bulun.
Yeryüzünde bozgunculuk isteme. Doğrusu Allah bozguncuları sevmez.’” (Kasas: 76-77)
Allah-u Teâlâ’nın kendisine bu hazineleri ihsan ettiği gibi, bu nimetin şükrünü yerine getirmesi için, onun da Allah’ın kullarına ikram ve ihsan etmesi, sarfederken de meşru yollarda harcaması gerekiyordu.
•
Dünya ebedi hayat için bir tarla mesabesindedir. Burada hayır eken, ahirette hayır biçer. Allah-u Teâlâ’nın kendisine verdiği dünya malı ile ahiret yurdunu isteyen kimse, ahirette bol mükâfata kavuşur.
Kavmi ona öğüt verince hiddetlenmiş, o inci gibi sözleri bir tek cümle ile reddetmiş ve şöyle demişti:
“Bu bana ancak bende olan bilgiden ötürü verilmiştir.” (Kasas: 78)
Bu sözü ile bu mala müstehak ve lâyık olduğunu Allah-u Teâlâ’nın bildiği ve sevdiği için kendisine verdiğini, kazanç yollarını iyi bilmesi ve çalışması sayesinde bu malı kazandığını ifade etmek istiyordu.
Nitekim bu gibi kimseler hakkında diğer bir Âyet-i kerime’de ise şöyle buyuruluyor:
“İnsana bir zarar dokunduğu zaman bize yalvarır. Sonra kendisine tarafımızdan bir nimet verdiğimiz zaman ‘Bu bana ancak bilgimden dolayı verilmiştir.’ der.
Hayır! O bir imtihandır, fakat çokları bilmezler.” (Zümer: 49) (Bakınız. Fussilet: 50)
Karun’dan önce mal itibariyle ondan daha çok zengin nice kimseler vardı. Allah-u Teâlâ onları küfürleri ve nimetlere şükretmemeleri sebebiyle helâk etmişti.
Onun bu azgın ve mağrur sözlerine cevap mahiyetinde Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Bilmez mi ki Allah, önceleri ondan daha güçlü ve topladığı şeyler daha fazla olan nice nesilleri yok etmiştir.
Suçluların suçları kendilerinden sorulmaz.” (Kasas: 78)
Verilecek ceza kendi ifadelerine dayanılarak verilmez, yaptıkları zaten Cenâb-ı Hakk’a malumdur, amel defterlerinde de yazılıdır.
•
Karun bir gün büyük bir ziynet içinde, göz kamaştıran elbiseler giymiş bir halde, maiyeti ve hizmetçileri ile binitlere binmiş olarak dışarı çıkmıştı. Varlığını göstermek için büyük bir ihtişam içinde dolaşmaya başladı.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Debdebe ve ihtişam içinde kavminin karşısına çıktı.
Dünya hayatını isteyenler dediler ki:
‘Keşke Karun’a verilenin benzeri bizim de olsaydı! Doğrusu o çok büyük nasip sahibidir.’” (Kasas: 79)
Bunlar dünyanın geçici güzelliğine aldanmış, debdebesine meyletmiş, imanı zayıf kimselerdi. Karun’un büyük bir saltanata ve şerefe sahip olduğunu sanıyorlardı.
Doğru yolda bulunan ilim ve anlayış sahibi, akıllı kimseler ise, bütün bu debdebeye imanla karşı çıkmış; Allah-u Teâlâ’nın vereceği mükâfatın çok daha hayırlı olduğunu, O’nun nezdinde bulunanların, Karun’un elindekilerden çok daha üstün olduğunu belirtmişlerdir.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Kendilerine ilim verilmiş kimseler ise dediler ki:
‘Yazıklar olsun size! Allah’ın mükâfâtı, iman edip salih amel işleyenler için daha hayırlıdır. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir.’” (Kasas: 80)
Ahirette bu mevki ve makam, sadece Allah-u Teâlâ’nın emir ve nehiyleri karşısında sabreden müminlere verilecektir.
Karun öyle bir belâ ile karşılaştı ki; Allah-u Teâlâ evi ile, malı ile ve adamları ile birlikte onu yere batırdı.
Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruyor:
“Nihayet Karun’u da sarayını da yerin dibine geçirdik. Allah’a karşı kendisine yardım edebilecek kimsesi de yoktu. Kendini kurtarabilecek kimselerden de değildi.” (Kasas: 81)
Böylece herkes şerrinden kurtulmuş oldu. Hiç bir izi ve eseri kalmadı. Onun bu müthiş akibeti kıyamete kadar bir darb-ı mesel olarak kaldı.
•
Karun’un mevkisini arzulamakla düştükleri hatanın farkına varan bazı kimseler, serveti ile birlikte yere gömüldüğünü gözleri ile gördüklerinde dediklerine son derece pişman oldular.
Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:
“Daha dün onun yerinde olmayı isteyenler ‘Vay! Demek ki Allah kullarından dilediğinin rızkını genişletip bir ölçüye göre veriyor. Eğer Allah bize lütfetmemiş olsaydı, bizi de yerin dibine geçirirdi. Vay! Demek ki inkârcılar aslâ iflâh olmazmış!’ demeye başladılar.” (Kasas: 82)
Akılları öyle başlarına geldi ki, Karun gibi kendilerine servet verilmemiş olmasından dolayı Allah-u Teâlâ’ya hamdetmeye, şükranlarını arzetmeye yöneldiler.
Bu kıssada iman ve amel-i sâlihin yanında dünyanın geçici servetinin değersizliğini; bilgi ve mala güvenerek Allah’ın verdiği nimetleri nefse mâletmenin, azmanın ve şımarmanın nasıl bir felâketle sonuçlanacağı; dünya nimetlerinden itidal üzere faydalanmanın gerektiği gözler önüne serilmektedir.
İslâm dini kişinin ferdi mülkiyetini kabul eder. Şu kadar var ki, onu kazanırken şart koştuğu gibi, harcarken de belirli şartlar ortaya koyar.
•
Allah-u Teâlâ Karun kıssasının hemen ardından Âyet-i kerime’lerde şöyle buyurmaktadır:
“İşte ahiret yurdu! Biz onu yeryüzünde böbürlenmeyen ve bozgunculuğu istemeyenlere veririz.
En güzel âkibet muttakilerindir.” (Kasas: 83)
Övülen âkibet; Allah’tan korkan, rızâsını isteyen, azâbından sakınan kimseler içindir.
“Kim bir iyilik getirirse, ona bundan daha üstün karşılık vardır.
Kim bir kötülük getirirse, ancak yaptıkları kadar ceza görürler.” (Kasas: 84)
Kötülüğün cezâsı onun gibi kötülük olur, güzellik olmaz.