Küfrü Hoş Gören Narcılar'ın İçyüzü

Cep Kitapları

Küfrü Hoş Gören Narcılar'ın İçyüzü

İlimle Öğünmek


Yazılarında ilimlerinin çokluğundan bahsediyorlar.

Cehaletini öğrenmesi için “Gerçek Mürşid Hazret-i Allah’tır.” kitabını okuması gerekir.

Kitabın ilk mevzusu “Var ile övünüyorum varlığımdan utanıyorum.” Biz Hazret-i Allah ile övünüyoruz. Onlar ise papaza hazret diyorlar. Bu kitabı okusunlar da öğrensinler ilim ne imiş? Bu kitap cahillerin aynasıdır.

Biz de deriz ki, cehaletinizi öğrenmeniz için şu hakikat aynasına bakın. “Gerçek Mürşid Hazret-i Allah’tır” kitabını okuyun. Zira o kitap Hakk’ı hakikatı uzun uzun tarif eder, hakikatı arayanın bulması için. Bir rehber, bir nûrdur o. Öyle ki bu kitabı okusanız dahi siz hiçbir şey anlayamazsınız. Zira sizin ilminiz zandan ibarettir. Bu ilme ise mârifetullah ilmi denir. Sizin kalbiniz dönmüş, mühürlenmiş:

“Onların kalbleri vardır, fakat anlamazlar. Gözleri vardır, fakat görmezler. Kulakları vardır, fakat işitmezler.” (A’raf: 179)

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:

“İnsanların çoğu gerçekten fâsıktırlar.” (Mâide: 49)

Bunun içindir ki her ne kadar onlara Allah-u Teâlâ’nın kelâmını, Resulullah Aleyhisselâm’ın Hadis-i şerif’i ile beyanını arz etsen de, Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:

“Sen ne kadar yürekten istesen de insanların çoğu inanmazlar.” (Yusuf: 103)

Bunlar hakkında Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruyor:

“Resul’üm! Gördün mü o nefis arzusunu ilâh edineni? Artık ona sen mi vekil olacaksın? (Onu şirkten sen mi koruyacaksın?)” (Furkan: 43)

Allah-u Teâlâ ona doğru yolu gösterdiği halde, o bu yola düşmedi, kendisini Hakk’tan müstağni gördü, kibirlendikçe kibirlendi, nefsine mağrur oldu, gözlerinin önünde parıl parıl parlayan hidayet nûrlarını görmek istemedi, verilen öğütlere ve uyarılara kulak tıkadı.

Allah-u Teâlâ cevap olarak şöyle buyuracak:

“Evet!.. Sana âyetlerim gelmişti de sen onları yalanlamış, büyüklük taslayıp kâfirlerden olmuştun.” (Zümer: 59)

Ve bu küfrün cezası da hiç şüphesiz ki çok ağır olacak. Kalplerinin karanlığı yüzlerine vuracak, simâları simsiyah ve iğrenç bir hâle bürünecek.

Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“Kıyamet gününde Allah’a karşı yalan uyduranları görürsün ki, yüzleri simsiyah kesilmiştir.

Kibirlenenler için cehennemde bir yer yok mudur?” (Zümer: 60)

İşte bunların durumu budur.

İmanlarında sadık, amellerinde muhlis olan müminlere gelince; onlar için hiç bir korku ve üzüntü yoktur, Rabb’leri onları korumuş ve kurtarmıştır.

Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruyor:

“Allah takvâ sahiplerini imanları sebebiyle kurtuluşa erdirir. Onlara hiç bir kötülük dokunmaz, onlar mahzun da olmazlar.” (Zümer: 61)

Çünkü onlar kâfirler için hazırlanan cehennemden kendilerini korumak için, dünyada iken gerekli tedbirleri almışlardı. Şirk ve isyandan, küfür ve tuğyandan kaçınarak İslâm şerefiyle müşerref, iman nûru ile münevver olmuşlardı.

Diğer bir Âyet-i kerime’sinde ise şöyle buyuruyor:

“Kendilerini Allah’a vermiş olanları hiç suçlular gibi bir tutar mıyız?” (Kalem: 35)

İşte Allah-u Teâlâ bu gibiler hakkında Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruyor:

“Kibirlenenlerin yeri ne kötüdür!” (Zümer: 72)

Bunlar cennet-i âlâ’yı sol cebine koymuş, talip olanlara yüksek para ile satarlar.

Aldıklarını da sağ cebe atarlar. Bunlar dünyayı ahirete tercih edenlerdir, ahirette hiç nasipleri yoktur.

Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:

“Onlar ahiret karşılığında dünya hayatını satın alan kimselerdir.” (Bakara: 86)

Dünya hayatı ile âhireti değiştirenlerdir.

Allah-u Teâlâ onlara azarlayıcı bir üslupla şöyle hitap edecektir:

“Âyetlerim size okunurken, onları yalanlayan siz değil miydiniz?” (Müminun: 105)

Böyle bir sual karşısında kendilerine konuşma izni verildiğini sanırlar. Suçlarını itiraf ederlerse belki affa uğrayabileceklerini düşünürler.

“Derler ki:

Ey Rabb’imiz! Bedbahtlığımız bizi yenmişti, sapık bir topluluk olmuştuk.” (Müminun: 106)

“Ey Rabb’imiz! Bizi buradan çıkar! Eğer bir daha günaha dönersek, doğrusu zulmetmiş oluruz.” (Müminun: 107)

Şehvetlerinin, hevâ ve heveslerinin, liderlerinin kendilerini dalâlete sürüklediğini itiraf ederler. Yalvarıp yakararak cehennemden kurtulmalarını niyaz ederler.

Allah-u Teâlâ onların bu isteklerini kati bir ifade ile reddederek şöyle buyurur:

“Yıkılıp gidin içerisine!.. Benimle konuşmayın!..” (Müminun: 108)

Bu cevap üzerine bütün ümitlerini keserler. Hıçkırmaya, dövünüp, yırtınmaya başlarlar. Göğüslerinin hırıltısından ve azabın şiddetinden dolayı yapacakları feryatlardan başka sesleri çıkmaz.

Onlar gerçekten de böyle bir azaba müstehak olmuşlardı.

Allah-u Teâlâ şöyle buyurur:

“Kullarımdan bir zümre ‘Ey Rabb’imiz! İman ettik, bizi bağışla, bize merhamet et! Sen merhamet edenlerin en hayırlısısın.’ diyorlardı.” (Müminun: 109)

“Siz ise onları alaya alıyordunuz. Bu yaptıklarınız size benim zikrimi, beni anmayı unutturuyordu.

Ve hep gülüyordunuz onlara!” (Müminun: 110)

Bu hâl üzerinde iken ecel gelip çatmış, netice itibarı ile de cehenneme yuvarlanmışlardı.

Hülasâ-i kelâm:

Resul-i Ekrem ve Nebiyy-i Muhterem -sallallahu aleyhi ve sellem- buyuruyor ve iman edenlere duyuruyor:

“Fâsıka ikram eden İslâmiyet’in yıkılmasına yardım etmiş olur.” (Münâvi)

Onlara yardım eden çok iyi bilsin ki İslâm dini’nin yıkılmasına çalışmış olur.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde: “Koyun postuna bürünmüş kurtlar.” diye vasıflandırmış, din-i İslâm’dan çıkıp bir daha din-i İslâm’a dönemeyeceklerini de beyan buyurmuştur:

“Âhir zamanda öyle kimseler türeyecektir ki, bunlar dinlerini dünyalığa âlet edeceklerdir. İnsanlara karşı koyun postuna bürünmüş gibi yumuşak ve güzel huylu görünürler. Dilleri şekerden bile tatlıdır, amma kalpleri kurt gönlü gibidir.

Aziz ve Celil olan Allah-u Teâlâ (bu gibi kimseler için) şöyle buyuruyor:

Bunlar acaba benim sonsuz affediciliğime mi güveniyorlar, yoksa bana karşı meydan mı okuyorlar? Ululuğum hakkı için, onlara öyle ağır bir musibet vereceğim ki aralarında bulunan yumuşak başlılar şaşakalacaklardır.” (Tirmizî)

Kim ki bunlara yardımda bulunursa onlardandır. O da küfrü hoş gören narcılardandır. Doğrusu, Allah-u Teâlâ’nın kelâmı, Resulullah Aleyhisselâm’ın beyanıdır. Eğrisi de halkın zannıdır. Elhamdülillah müslümanım. Bunun içindir ki bizce makbul olan Hakk’ın kelâmıdır. Cevap vermek isteyenler, önlerine serdiğim bu Âyet-i kerime’lere cevap versinler. Lâf katiyyen kabul edilmez.

Sakın ha! Önünüze sürdüğüm bu Âyet-i kerime’ler Allah kelâmıdır. “Bize münafık veyahut kâfir diyor.” demeyin, bana uluhiyet isnad etmeyin. Ben Hakk Teâlâ’nın aciz, hükümsüz değersiz bir mahlûkuyum. Hazret-i Allah’ın dostu ile dostum, düşmanı ile düşmanım. İmanın en sağlam kulpu budur.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:

“Amellerin en üstünü Allah için sevmek, Allah için buğzetmektir.” (Ebu Dâvud)

Gayem iman ile küfrü ayırt etmek, Allah-u Teâlâ’nın koyduğu hudutları muhafaza etmek, münafıklara ve kâfirlere fırsat vermemektir.

“Allah’a tevbe edenler, ibadet edenler, hamdedenler, oruç tutanlar, rükû ve secde edenler, iyiliği teşvik edip kötülükten vazgeçirmeye çalışanlar ve Allah’ın hududunu koruyanlar... İşte bu müminleri müjdele!” (Tevbe: 112)

İnfak Âyet-i kerime’lerini âlet ederek, dini dünyaya tahvil ederek küfre hizmet ettirmek istemem. Zira siz kurduğunuz narcılık dini için çalışıyorsunuz. Ve o dine asker yetiştiriyorsunuz. O fertlerle İslâm dini’ni yıkmak mı istiyorsunuz? Yıkılması için mi çalıştırıyorsunuz?

Daha evvel de arzettiğimiz gibi dinimizin ve vatanımızın en büyük düşmanlarıyla dostluk kurmasını bütün vatanımızın nazar-ı dikkate alması gerekiyor. Umarım ki ordu bunu tesbit etmiş ki bunları ayıklıyor. Uyan be kardeş! Dininin, vatanının düşmanları ile dost olma.

İşte size yardımda bulunanlar bu kadar büyük günaha ve vebale düşüyor, vebalde bırakıyorsunuz, bir narcılık dini kurabilmek için. Amma âdil-i mutlak olan Hazret-i Allah kâfirleri cehenneme münafıkları ise esfel-i safilin’e atacağını beyan buyuruyor. Zira münafıklar içten içe tahribe çalıştıkları için, İslâm dini’ni içten yıkmaya uğraştıkları için tahribatları daha büyüktür.

Mesela gerçek bir müslüman hiçbir zaman din ve vatan düşmanlarına yardım etmez. Ve fakat müslüman gibi görünen münafıklara aldanıyor, hem soyuluyor, diğer taraftan din ve vatanın düşmanlarına yardımda bulunuyor. Dini ve vatanı yıkılsın diye.

Uyan ey kardeş!

Bunca Âyet-i kerimeleri önüne serdiğim halde hâlen bu gafletle uyuyacak mısın?

Hadis-i şerif’te:

“İnsanlar uykudadır, öldükleri zaman uyanırlar.” buyuruluyor. (K. Hafâ)

Dinini ve vatanını müdafaya çalış, düşmanına fırsat verme. Zira biz hep Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerin nûr ışığı altında bunların iç durumlarını görüyor ve göre göre Hazret-i Allah’ın beyanlarını söylüyoruz. Asla kendimden hiçbir şey söylemiyorum. Onun içindir ki cevap vermeye yeltenenler hep önlerine sürdüğüm Âyet-i kerime’lere ve Hadis-i şerif’lere birbir cevap vermek zorundadırlar. Bu lâf işi değildir. Elhamdülillah müslümanım, Kelâmullah ile konuşuyorum.

Dikkat ederseniz elli sene evvel bu doğru yoldan sapmışlar yoktu. Sonra sağcı solculuk başladı. Akabinde dini dünyaya âlet eden koyun postuna bürünenler husûle geldi. Ama halkı nasıl da yoluyorlar, nasıl da soyuyorlar? Vah size yardım edenlerin hâline! Çünkü “Niçin bunlara yardım ettin?” diye her kuruştan hesap sorulacak ve azabı da görülecek.

Hülasâ-i kelâm;

“Sizden hiç bir ücret istemeyenlere uyun, onlar doğru yoldadırlar.” (Yâsin: 21)

Âyet-i kerime’si mucibince kim ki para topluyorsa, doğru yolda olmadığını bu Âyet-i kerime beyan eder. Zira yaratmak da emretmek de Allah’a mahsustur.

Allah-u Teâlâ’nın emri ve hükmü budur.

Bir Âyet-i kerime’de de şöyle buyuruluyor:

“Onlar size sıkıntı verecek şeyleri isteyip dururlar, öfkeleri ağızlarından taşmaktadır. Kalplerinin gizledikleri ise daha büyüktür.” (Âl-i imran: 118)

Her isimle bir din kurdular ve İslâm dini’ni parça parça ettiler, bunun için de gadab-ı ilâhî’ye vesile oldular. Bununla kalmadılar, küfrü hoş gördüler.

Diyeceksiniz ki “Onlar da namaz kılıyor, oruç tutuyor, ibadet ediyor.” Şimdi sen kendi zannını bırak, Hazret-i Allah’ın ve Resulullah Aleyhisselâm’ın beyânına bak!

“Sizin aranızda öyle zümreler türeyecektir ki; siz onların namazlarının yanında kendi namazlarınızı, oruçlarının yanında kendi oruçlarınızı, iyi işleri yanında kendi iyi işlerinizi küçük göreceksiniz. (Yani onların yaptıkları işler dıştan sizinkinden üstün gibi görünecektir.)

Onlar Kur’an da okuyacaklar fakat Kur’an(ın feyzi) onların boğazlarından öteye geçmeyecektir. (Yalnız dilde kalacaktır.) Nitekim onlar okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkacaklar. Okun sahibi (avı delip geçen) okunun demirine bakar, (kana benzer) bir şey göremez. Sonra ağaç kısmına bakar bir şey göremez, yelesine bakar orada da bir kan izi göremez. Daha sonra (acaba ava dokunmadı mı) şüphesiyle, kirişe gelen ve fok denilen çatal yerine bakar, orada da bir iz göremez.” (Buharî, Tecrid-i sarih: 1783)

Bu kadar ibadet ve taatine rağmen ok yaydan çıktığı gibi dinden çıkışı nedendir?

Öyle ki dinden çıktığına dair hiç bir iz de yok gibi görünüyor.

Amma aslında her şey apaçıktır, dinden çıktığına dair.

Zira Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde buyurur ki:

“Fırka fırka olup dinlerini parça parça edenlerle senin hiç bir ilgin yoktur. Onların işi Allah’a kalmıştır. Sonra O yaptıklarını kendilerine haber verecektir.” (En’am: 159)

Dinlerini bölük pörçük yapıp her biri bir parçasına yapışan ve kendine ayrı bir lider seçen bölücülerin bu yaptıklarından ötürü sen sorumlu değilsin.

“Amma ne var ki, insanlar din hususunda kendi aralarında parçalara bölündüler, çeşitli kitaplara ayrıldılar. Her bölük, her parti kendi tuttuğu yoldan memnundur, yanında bulunan (din veya kitapla) sevinmektedir.” (Mü’minun: 53)

Dinden murad isimleri, kitaptan murad ise zan ve tüzükleridir.

İslâm’dan çıktıktan sonra her bir bölücü birer isim yaptı. Bu isimler birer dindir. Oysa İslâm’da bir tek ümmet bir tek din vardır.

“Allah katında din İslâmdır” (Âl-i imran: 19)

Allah-u Teâlâ’nın yanında makbul olan din yalnız budur.

Kitaba gelince; İslâm dini’nin kitabı birdir, o kitap Hazret-i Kuran’dır. Onların kitapları ise kendi zan ve kendi hüküm ve tüzüklerine göredir. Murad-ı İlâhî budur. Ve bu dalâletten ötürü de çok memnun olduklarını ve sevindiklerini Allah-u Teâlâ buyuruyor:

“Şimdi sen onları bir süreye kadar kendi sapıklıkları ile başbaşa bırak.” (Müminun: 54)

Şimdi Allah-u Teâlâ bunları bize tanıtıyor. Dinlerini, kitaplarını, bölüklerini, partilerini bize bir bir beyan ediyor:

“Kendilerine verdiğimiz servet ve oğullar ile, onların iyiliklerine koştuğumuzu mu zannediyorlar. Hayır onlar işin farkında değiller.” (Müminun: 55-56)

Buradaki murad-ı ilâhî; Allah-u Teâlâ bunlara o kadar gazaba gelmiş ki; bunlara bolluk verme ile dalâlet batağında daha rahat yüzmelerini, bol günah işlemelerini sağlamaktadır. Amma bu yoldan sapmış gafillerin farkında da olmadıklarını bize buyuruyor ve duyuruyor.

Allah-u Teâlâ’nın bu Âyet-i kerime’lerini de hiçe saydıklarından ötürü bunca ibadet ve taatına rağmen bölücülük batağına batmışlar, dinden çıkmışlar ve cehennemi boylamışlardır.

Bunca Âyet-i kerime’leri önlerine serdiğimiz halde bunlara iman etmeyişlerinden ötürü Allah-u Teâlâ onlar hakkında şöyle buyuruyor:

“Kendisine Rabb’inin âyetleri hatırlatılarak öğüt verildikten sonra, onlardan yüz çeviren kimseden daha zâlim kim olabilir? Muhakkak ki biz zâlimlerden öç alacağız.” (Secde: 22)

Bu yazılardan, bu beyanlarımızdan maksat iman kurtarmaktır, bu hak yoldan çıkmışların peşine düşmemeniz içindir. Zira onların peşinden giden de imandan soyulur.

“Bunlara ne oluyor ki hiç bir sözü anlamaya yanaşmıyorlar!” (Nisa: 78)

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:

“Âhir zamanda öyle kimseler türeyecektir ki, bunlar dinlerini dünyalığa âlet edeceklerdir. İnsanlara karşı koyun postuna bürünmüş gibi yumuşak ve güzel huylu görünürler. Dilleri şekerden bile tatlıdır, amma kalpleri kurt gönlü gibidir.

Aziz ve Celil olan Allah-u Teâlâ (bu gibi kimseler için) şöyle buyuruyor:

Bunlar acaba benim sonsuz affediciliğime mi güveniyorlar, yoksa bana karşı meydan mı okuyorlar? Ululuğum hakkı için, onlara öyle ağır bir musibet vereceğim ki aralarında bulunan yumuşak başlılar şaşakalacaklardır.” (Tirmizî)

Bu Hadis-i şerif’i bir inceleyin, bir de bu bölücülerin icraatlarına bakın! İsterken koyun postuna bürünüyorlar, aldıktan sonra da kurt kesiliyorlar. Hepsi milyarder oldu.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:

“Ümmetim için saptırıcı imamlardan korkarım.” (Müslim)

Diğer taraftan:

“Sizden hiç bir ücret istemeyenlere uyun. Onlar doğru yoldadırlar.” (Yâsin: 21)

Âyet-i kerime’si de onların doğru yolda olmadığını ispat eder.

Allah-u Teâlâ’nın emr-i şerif’i böyle iken, Âyet-i kerime’yi inkâr eder, “Bırak Allah-u Teâlâ’nın kelâmını, bak bizim beyanımıza, cebini doldurmaya bak!” der.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:

“Onların çoğu Allah’a iman etmişler, fakat müşrik olarak yaşarlar.” buyuruyor. (Yusuf: 106)

Bu Âyet-i kerime’de Allah-u Teâlâ onları müşrik olarak bize tanıtıyor. Kendi dinlerini, kendi yollarını göstermemek için bu Âyet-i kerime’yi inkâr ediyorlar ve kendilerini müşrik olmayıp müslüman olarak göstermeye çalışıyorlar.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:

“Onların kalpleri iman etmedi.” buyuruyor. (Mâide: 41)

İşte cidden bu beyinsizlerin bu kadar ileri gidişinden Allah-u Teâlâ’nın gadabına uğrayabiliriz. Çünkü o kadar ileri gittiler ki, bindörtyüz senedir bir harfi değişmemiş olan Hazret-i Kur’an’ı beğenmiyorlar ve kendi zanlarına göre hüküm değiştirmeye çalışıyorlar.

Oysa Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:

“Aramızdaki beyinsizler yüzünden bizi de helâk eder misin Allah’ım!” buyuruyor. (A’raf: 155)

Bunlar din-i mübini parçalamaya ve yok etmeğe çalışıyorlar. Bunlar hangi dine göre, kime hizmet ediyorlar?

Hadis-i şerif’te şöyle buyuruluyor:

“Nefsim kudret elinde bulunan Zât-ı Ecell-ü A’lâ’ya yemin ederim ki; ya iyilikle emreder kötülükten men edersiniz, yahut çok sürmez Allah kendi katından üzerinize bir azap gönderir. Sonra O’na duâ edersiniz de duânız kabul olunmaz.” (Tirmizî: 2170)

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu beyanları ile bir taraftan kötü âlimlere hitap ediyor, bir taraftan da bunları hoş gören halka hitap ediyor.

Yani siz onların hatalarını görmüyorsunuz, onlara söylemiyorsunuz ve fakat Hazret-i Allah’ın azabında müştereksiniz. Bu da çok sürmez başınıza gelir.

Çünkü bu bir zulümdür, Allah-u Teâlâ zâlimi sevmez.

Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:

“Hiç özür beyan etmeyin! Çünkü siz inandıktan sonra inkâr ettiniz. İçinizden bir kısmını affetsek bile, suçlu olduklarından dolayı bir kısmına da azap edeceğiz.” (Tevbe: 66)

Bu ihtar-ı ilâhî umumadır. Çünkü siz hakikata göz yumup baktınız. Bunların kötü söz ve davranışlarını hoş gördünüz. “Mümin midir?”, “Kâfir midir?” diye tetkik edip araştırmadınız. Ehline de sormadınız.

Bunun içindir ki nifaktan sonra halisane tevbe edenleri bağışlasa da tevbe etmeyip küfür ve nifakta, isyan ve tuğyanda ısrar edileceğini açık olarak bize buyuruyor ve duyuruyor.

“Kör oldular, sağır kesildiler!” (Mâide: 71)

“Biz onların kalplerini mühürleriz de, artık hiç işitmezler.” (A’raf: 100)

“Onların kalpleri vardır, fakat anlamazlar. Gözleri vardır, fakat görmezler. Kulakları vardır, fakat işitmezler.” (A’raf: 179)

İyi ve kötüyü ayırdetmek için Allah-u Teâlâ’nın en büyük nimetlerinden birisi de akıl ve ilimdir. Aklı vermiştir ve fakat sen aklını kullanmadın, ilâhi ahkâma bakmadın, kendi zannına uydun, bu da senin helâkine vesile oldu.

Nedamet çok, fakat hiç de faydası yok...

Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“İnsan o gün hatırlar, fakat artık hatırlamanın kendisine ne faydası var?” (Fecr: 23)

Çünkü iş işten geçmiş, geri dönüp de bir iş yapmak ihtimali kalmamış.

Allah-u Teâlâ diğer bir Âyet-i kerime’sinde:

“İnsanlar içinde ne bilgisi, ne rehberi, ne de aydınlatıcı bir kitabı yokken Allah hakkında tartışan kimseler vardır.” buyurmuştur. (Lokman: 20)

Bölücüler ise böylece dinlerini kuvvetlendirmek için bir taraftan Allah-u Teâlâ’nın Âyet-i kerime’lerini çürütmeye çalışırlar, diğer taraftan da saptıkları yol üzerinde yürümeye çalışırlar.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde buyurur ki:

“Biz o bölücülere (azap) indirmişizdir. Onlar Kur’an’ı parça parça edenlerdir. Rabb’in hakkı için onlara mutlaka yaptıklarından soracağız. Resul’üm! Sen emrolunduğun şeyi açıkça söyle ve müşriklerden yüz çevir.” (Hicr: 90-94)

Burada Resulullah Aleyhisselâm’a “Söyle!” emri var. Kur’an-ı kerim her asra hitap ettiğine göre, bu hüküm kıyamete kadar şâmildir.

Hakikat ile dalâleti ayırmak için, hakikatı söylerken hiç kimseden çekinmemek lâzımdır.

Onlar hakkında Allah-u Teâlâ:

“Hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar.” buyurmaktadır. (Mâide: 54)


 

Önceki Sonraki

İçindekiler