İstanbul’un fethinde Fatih Sultan Hazretleri’nin hıristiyanlara geniş haklar verdiğinden, patrikhanenin İstanbul’da kalmasına müsaade ettiğinden bahsediyor.
Fatih Sultan Mehmet Hazretleri azameti ile küffara boyun eğdirdi. Sen ise küffara boyun eğdin. Mü’min ile münafık bir olur mu? Eğer küffar ilinde çalışsaydın, tahribatın daha az olurdu. İslâm dini’ne bu kadar tahribatı yapmazdın. Zira bunca müslümanı münafık yaptın ve onlara hoşgörü ile küfrü hoş gösterdin. Dinimize ve vatanımıza bir kâfirin yapamayacağı tahribatı yaptın. Siz bölücüler dinimizi ve vatanımızı paramparça ettiniz.
“Aramızdaki beyinsizlerin yaptıklarından ötürü bizi de helâk eder misin Allah’ım!” (A’raf: 155)
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’de şöyle buyuruyor:
“Onlar müminleri bırakıp kâfirleri dost edinirler. Onların tarafından bir şeref ve kudret mi arıyorlar. Bilsinler ki şeref ve kudret tamamen Allah’a âittir.” (Nisâ: 139)
Allah-u Teâlâ müminlere izzet, kâfir ve münafıklara zillet verdiğini buyuruyor. Fatih Sultan Hazretleri İslâm’ın azametini şecaat ve şevketini küffara göstermek için, Allah için fütuhat yaptı. Ama sen kâfire peşkeş çekiyorsun. Kucak kucağa giriyorsun, elinden gelse bütün müslümanlara küfrü hoş göstermeye çalışıyorsun. Müslümanla münafık bir olur mu?
Fatih Sultan Hazretleri himayesine sığınmış oldukları için onlara Ahkâm-ı ilâhi’nin verdiği ruhsatı vermiştir. Allah-u Teâlâ Âyet-i kerimesinde şöyle buyuruyor:
“Dinde zorlama yoktur.” (Bakara: 256)
Bu delil gereğince, İslâm yurdunda zorlama yasaklanmıştır. Hiç bir kimseye İslâm dini’ne girmek için zorlanılmaz. Herkes dininde serbest ve seçme hakkına sahiptir.
Fatih Sultan Hazretleri İslâm’ın kâfire verdiği ruhsatı kabul etmiş, bu ruhsat dairesinde geniş haklar vermişti.
•
İslâm ülkesinde oturan ve İslâm hükümetinin vatandaşlığını kabul eden gayr-ı müslimlere “Ehl-i zimmet” adı verilir. Zimmet altına giren erkeğe Zimmî, kadına ise Zimmiye denir. Zimmet anlaşması yapmakla bunlar müslümanların zimmetine girmiş, bir takım haklara sahip olmuş olurlar. Zimmet akdinin hükmü kısaca; malın, canın ve namusun korunmasından ibarettir.
Zimmet, devamlı bir eman olduğu için, bunu kabul eden bir gayr-i müslim, aksine hareket etmedikçe, devamlı olarak müslümanların ahid ve emanında bulunur.
Zimmet ehlinden birini öldüren şahıs, müslüman öldüren şahsa tatbik edilen cezaya çarptırılır.
Abdullah bin Amr -radiyallahu anhümâ- dan rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Kendileri ile andlaşma yapılmış olan bir zimmîyi öldüren bir kişi, kokusu kırk yıllık mesafeden duyulan cennetin kokusunu duyamayacaktır.”(Buhari. Tecrid-i Sârih: 1309)
Bu hususta bir çok Hadis-i şerif’ler mevcuttur. Diğer bir Hadis-i şerif’te ise şöyle buyuruluyor:
“Dikkat edin! Kim, andlaşma yapılan (gayr-i müslime) zulmeder veya gücünün üstünde bir şeyle yükümlü tutarsa, veyahut hakkını tam vermezse, veyahut da gönül rızası olmaksızın ondan bir şey alırsa, kıyamet gününde ben onun hasmıyım.” (Ebu Dâvud. İmaret: 33)
Bunların inanç hürriyetleri ve dini vecibeleri yerine getirebilmeleri tam mânâsıyla korunma ve garanti altındadır. Öyle ki ibadethanelerine karışılmaz, ancak yeni ibadethâne yapmalarına müsaade edilmez. Bu da İslâm’ın dinde zor kullanmayı kabul etmeyişinin bir ifadesidir. Bir zimmî kendisine baskı yapılmaksızın İslâmiyet’i kabul ederse, bu takdirde müslümanların hukukuna tabî olur.
Zimmîler ahidlerini bozarlarsa kendilerine harbî muamelesi yapılır ve harbedilir.
İslâm’ın zimmîlere olan bu şekildeki müsamahası ile onları dost edinmek tamamen ayrı şeylerdir. Bunlar ise Allah-u Teâlâ’nın ehl-i kitap hakkındaki Kur’an-ı kerim’inde koymuş olduğu esaslardan habersiz; Allah’tan, Resul’ünden ve müslümanlardan başka hiç kimseye gösterilmemesi gereken dostluğu onlara göstermişlerdir. İslâm dâvetinin özünde olan müsamaha çağrısını, Kur’an-ı kerim’in ısrarla sakındırmaya çalıştığı dostluk mânâsına geldiğini zannediyorlar.
Zimmîlere güzel muâmele ve nikâhın cevazı, onlarla dostluk kurma mânâsına gelmez.
Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- in hilâfeti yıllarında Basra vâlisi Ebu Musa el-Eş’arî -radiyallahu anh- bazı mühim hususları görüşmek üzere Medine-i münevvere’ye gelmişti. Bir ara kayıtların nasıl tutulduğu, işlerin nasıl düzenlendiği mevzu edilirken dedi ki:
“Yâ Emirel-müminin! Hıristiyan bir kâtibim var, işlerimi kolaylaştırıyor, kayıtları düzenli bir biçimde tutuyor.”
O anda halifenin rengi birden değişiverdi. Şöyle konuştular:
- Allah cezanı versin! Hakk’a yönelen bir müslüman kâtip edinseydin ya! Allah’ın şu buyruğunu işitmedin mi? “Ey inananlar! Yahudileri ve hıristiyanları dost edinmeyin!” (Mâide: 51)
- Onun dini ona, kâtipliği bana.
- Allah’ın aşağıladığına ikram etme, Allah’ın hor gördüğünü aziz ve şerefli kılma, Allah’ın uzaklaştırdığını yaklaştırma.
- Ne yapalım! Basra’nın yazı işleri ancak onunla yoluna giriyor.
- Farzedelim ki hıristiyan kâtip öldü, o zaman ne yapacaksın?” (Mefâtihül-gayb)