İlahi Görüş Birliğine Davet

Cep Kitapları

İlahi Görüş Birliğine Davet

Âhir Zaman Âlimleri


Âhir zaman ulemâsına gelince; bunlar da sûret-i haktan göründüler. Her biri din-i İslâm’ı ifsat etmek için, tahrip ve tahrif etmek için gerek televizyonlarda gerekse gazeteler vasıtasıyla, gerek diğer neşirleri ile bütün güçleri ile çalıştılar.

Bu sapıtıcı imamların kimisi imamlığını ilân etti, Allahlık dâvâsında bulunanlar da oldu.

Bunların içlerinden Yaşar Nuri Öztürk, Edip Yüksel, İskender Evrenesoğlu, Nazmi Sakallıoğlu, Refet Kayserilioğlu hakkında da “Âhir Zaman Âlimleri” adı ile bir kitap yazıldı. Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerle hepsine bir bir cevap verildi.

Bunların içinde kimisi “İmam benim” dedi, kimisi sahte İsa, kimisi sahte Mehdi kesildi, kimisi “Ben Dabbet’ül arz’ım” dedi, Yaşar Nuri gibi kimileri çok şiddetli ifsatçı.

Bu gibilerin fesatlarını, sahte, yalancı olduklarını ve küfre kaydıklarını ortaya koymak için her mevzuda Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerle izah ve ispat ettik.

Ve hiçbir fert Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’le cevap veremedikleri için, onlara isnat edilen küfrü ister istemez kabullendiler.

Bu suretle İslâm dinini ortadan kaldırmaya çalışan bu dokuz muhalif fırka ortalığı kararttıkça kararttılar, müslümanları kararsız hâle getirdiler.

 

Yaşar Nuri Öztürk:

Yaşar Nuri Öztürk bir televizyon programında Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in mucizelerini, Evliyaullah Hazeratının kerametlerini “telekinezi” (Düşünce gücü ile cisimlere hükmetmek) kavramı ile açıklamış, “Kur’an’daki İslâm” isimli kitabında ise birçok konuda İslâm’ın emir ve hükümlerine aykırı sözler sarfetmiştir.

Onun bütün sözleri Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’ler ile çürütüldü.

Mucize; Peygamber Aleyhimüsselâm Hazeratının ellerinde husule gelen harikulade hallerdir. Hakikatte Hazret-i Allah’ın ezeli ve ebedi kudretinin o andaki tezahüründen ibarettir.

Mucize onlardan başka hiç kimsede zuhur etmez. Hazret-i Allah peygamber olarak vazifelendirdiği seçilmiş kullarının nübüvvetlerini halka ispat için onları mucizelerle desteklemiştir.

Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“Gönderilen peygamber kullarımız hakkında şu sözümüz geçmişti: ‘Mutlaka kendilerine yardım edilecektir.” (Saffat: 171-172)

Allah-u Teâlâ peygamberlerine yardım edeceğini beyan buyuruyor. O ise Allah-u Teâlâ’nın beyanını görmüyor ve düşünme gücü ile onların mucize gösterdiklerini söylüyor. Bu sözü bu Âyet-i kerime’yi inkârdır.

Çünkü bunlar Allah-u Teâlâ’nın has kullarıdır.

Kendi iradesini Allah-u Teâlâ’nın iradesine vermiş, eritmiş seçkin kullar olan Peygamberân-ı izam Hazeratından, Allah-u Teâlâ’nın gücü ve iradesini göstermek, iman etmeyenleri korkutmak için Allah-u Teâlâ’nın dilemesi veya o peygamberin Allah-u Teâlâ’dan talep etmesi ile mucize husule gelir. O kul naz makamında olduğu için geri dönmez. Nitekim dönmemiştir de.

Peygamberan-ı izam Aleyhimüsselâm Hazeratından zuhur eden mucizeleri Allah-u Teâlâ Kelâm-ı kadim’inde haber veriyor:

“Doğrusu Rabbinin söz verdiği azabı hak edenler, elem verici azabı görünceye kadar, kendilerine (istedikleri) bütün mucizeler gelmiş olsa bile inanmazlar.” (Yunus: 96-97)

O ise mucizelerin Allah’tan geldiğine inanmıyor. “Düşünerek cisimlere hükmetmektir.” diyor, Âyet-i kerime’leri inkâr ediyor.

Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuştur:

“Peygamberlerden hiçbiri yoktur ki, ona beşerin emsaline iman ettiği mucizelerin bir misli verilmiş olmasın. Bana verilen mucize ise ancak Allah’ın bana vahyettiği (Kur’an-ı kerim)dir.

Binaenaleyh kıyamet gününde ben peygamberlerin en çok tâbi bulunanı olmayı ümit ederim.” (Müslim: 152)

Hadis-i şerif’leri de inkâr eden bu adam, bunca Âyet-i kerime’leri görmüyor. Göremez, çünkü Allah-u Teâlâ bu gibi kimseler için:

“Kör oldular, sağır kesildiler.” buyuruyor. (Mâide: 71)

“Şarap dışındaki içkilerin sarhoş etmeyecek kadar içilebileceğini” iddia etmektedir. Onun bu sözünü Âyet-i kerime ile çürüttük.

İslâm dini aklın muhafazasına çok ehemmiyet vermiştir. Aklı izâle edip faaliyetlerini durdurması yönünden insana çok büyük zararı olan içkiyi ve diğer uyuşturucu maddeleri yasaklamıştır. Çünkü bunlar insanın yalnız aklına ve vücuduna değil; nesline, malına, şeref ve haysiyetine de zarar verir.

Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Âyet-i kerime’lerinde:

“Ey iman edenler! İçki, kumar, putlar ve fal okları, şeytan işi pisliklerdir. Bunlardan kaçının ki saadete eresiniz.

Şeytan; içki ve kumar yüzünden aranıza düşmanlık ve kin sokmak, sizi zikrullahtan ve namazdan alıkoymak ister. Artık siz bunlardan vazgeçtiniz değil mi?” buyuruyor. (Mâide: 90-91)

Binaenaleyh, insanlar arasındaki ismi ne olursa olsun ve her neden yapılırsa yapılsın, sarhoşluk veren bütün içkilerin azı da çoğu da haramdır.

Hadis-i şerif’te şöyle buyuruluyor:

“Her ne olursa olsun çoğu sarhoşluk veren şeylerin azından da sakınınız.” (İbn-i Mâce)

“Namazların sadece farzlarının kılınacağını” söylemiştir.

Onun bu sözünü de Âyet-i kerime’ler ile çürüttük.

Resulullah Aleyhisselâm bir taraftan kendine vahyedilen Âyet-i kerime’leri Allah’tan aldığı gibi arttırma ve eksiltme yapmadan bütünüyle tebliğ ederken, diğer taraftan da onlardan ne gibi mânâlar kastedilmiş olduğunu sözleriyle işleriyle tefsir ve izah eder, sarih hükümler ortaya koyardı.

Âyet-i kerime’lerde:

“Resulüm! Biz sana bu Kur’an’ı indirdik ki kendilerine indirileni insanlara açıklayasın.” (Nahl: 44)

“O size bilmediklerinizi öğretir.” buyuruluyor. (Bakara: 151)

Allah-u Teâlâ Kur’an-ı kerim’inde namazın farz olduğunu bildirdi. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise Allah-u Teâlâ’dan aldığı vahiy ve ilham ile namazın vakitlerini, rekâtlarını, âdâb ve erkânını, nasıl kılınacağını hem anlattı hem de müslümanların gözü önünde kıldı.

Sonra da:

“Beni namaz kılarken nasıl görmüşseniz, siz de öylece kılınız.” buyurdu. (Buharî)

Bunun gibi, dinin açık bir hükmü bulunmayan esasları bir bir açıklamış, geriye birşey bırakılmamıştır.

Bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyuruyorlar:

“Sakın sizden birinizi emrettiğim veya nehyettiğim hususlardan biri kendisine ulaşınca, koltuğuna yaslanıp ‘Bilemiyorum! Biz Allah’ın kitabında ne buluyorsak ona uyarız.’ derken bulmayayım.” (Tirmizî)

Zancılar bunu yapıyor. Zira onlar nefislerine dayanarak hareket ediyorlar.

Bu gibi kimseler bugün Hadis-i şerif’leri, sünnet-i seniyye’yi, yarın da Allah-u âlem Kur’an-ı kerim’i inkâr edebilirler.

Yine “Kur’an’daki İslâm” kitabında, “Saçların bütünüyle, görünmeyecek şekilde kapatılması emri diye bir ifade yoktur. Cenâb-ı Hakk bunu kulun tercihine bırakmıştır.” demektedir.

Onun bu sözü de Âyet-i kerime’lerle çürütüldü.

İslâm dininde tesettür kesinlikle farzdır.

Allah-u Teâlâ Nûr sûresi 31. ve Ahzâb sûresi 59. Âyet-i kerime’lerinde tesettürün farz olduğunu beyan buyuruyor.

“Resulüm! Mümin kadınlara da söyle. Gözlerini harama bakmaktan sakınsınlar, ırzlarını namuslarını korusunlar. Ziynet yerlerini açıp göstermesinler. Ancak bunlardan görünmesi zaruri olan (yüz ve eller) müstesnâdır. Başörtülerini (göğüs ve boyunları görünmeyecek şekilde) yakalarının üstüne koyup örtsünler.” (Nûr: 31)

Bu Âyet-i kerime’de Allah-u Teâlâ tesettür hakkında kesin hududunu çizmiş, sadece yüz ve ellerin görünebileceğini belirterek, bu hükmü kulun tercihine bırakmamıştır.

“Resulüm! Zevcelerine, kızlarına ve müminlerin hanımlarına söyle. Zaruri bir ihtiyaçları olup dışarı çıkmak istedikleri zaman, dış elbiselerini üzerlerine giysinler. Bu onların ahlaksız kadınlardan olmadıklarının bilinmesi ve incitilmemesi için daha elverişlidir.” (Ahzâb: 59)

Bu hüküm İslâm dinine göredir.

Tesettür kesin olarak uyulması gereken bir emirdir ve iman meselesidir.

Allah-u Teâlâ emir ve hükümlerini koymuş onu yasaklarıyla sınırlamıştır.

“Bu hükümler Allah’ın hudutlarıdır. Kim Allah’ın hudutlarını aşarsa kendisine yazık etmiş olur.” (Talâk: 1)

Allah-u Teâlâ, “Kim bu hudutları aşarsa kendisine yazık etmiş olur.” buyuruyorken “Tesettürü kulların tercihine bıraktığını” söylemek, açıkça bu hudutları aşmak demektir. Bu Âyet-i kerime’leri inkâr etmek demektir. İnkâr ise küfürdür.

Hülasâ-i kelâm, bu gibi âlim görünen cahilleri tanıyın. Nasıl küfre kaydığını siz de görün âlem de görsün.

Bu gibilerin sözlerine kulak vermeyin. Allah-u Teâlâ’nın emir ve hükümlerine Resulullah Aleyhisselâm’ın sünnet-i seniyyesine tâbi olun.

 

Edip Yüksel:

2 Ağustos 1996 tarihinde bir televizyon programına çıkıp; Kitabullah’a ve Resulullah’a dil uzatıp yoldan sapan, tahripçi, reformcu, sahte Edip Yüksel hakkında Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:

“Onların kalplerinde hastalık vardır.” buyuruyor. (Bakara: 10)

Öyle bir maraz ki tedavisi mümkün değil. Ahlâk-ı zemime içinde.

“Allah da onların hastalığını artırmıştır.” (Bakara: 10)

Kalbi mühürlenmiş, gözlerine perde çekilmiş, küfür ve nifak hastalığına tutulmuş kalbi hasta olan bu adam, bu hastalıklarını başkalarına aşılamaya çalışıyor.

“Söylemekte oldukları yalanlar sebebiyle onlara elem verici bir azap vardır.” (Bakara: 10)

Bunun kalbi çöplüğe dönmüş, “Eski yazdıklarımı çöplüğe at!” diyor.

Bu kalbi marazlı insanların kalpleri çöplüğe döndüğü için, bunların çöplüğe atılması lâzım.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruyor:

“Yeryüzünde haksız yere böbürlenip büyüklük taslayanları âyetlerimi idrakten çevireceğim, anlamaktan mahrum edeceğim.” (A’raf: 146)

Kalpleri öylesine mühürlenecek ki, ilâhî beyanların ihtivâ ettiği gerçekleri göremeyecekler, üzerinde düşünüp anlayamayacaklar.

Cenâb-ı Hakk kalplerini çevirmiş, mühürlemiş olduğu için hakikatı duymazlar ve duymak da istemezler. Çünkü imansızdırlar.

Tevbe sûre-i şerif’inin son iki Âyet-i kerime’sini sahte peygamber Reşad Halife’nin ve kendi sahte peygamberliğinin mucizesi(!) kabul ettiği 19 rakamının sırrına(!) uymadığı gerekçesiyle kabul etmemesi ve uydurma demesi gerçek küfrüne delâlet eder. Onun bu büyük küfür sözlerini Âyet-i kerime’lerle çürüttük.

Allah-u Teâlâ bu gibiler hakkında Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyurmaktadır:

“Âyetlerimizi inkâr etmek için yarışırcasına gayret sarf edenler var ya, işte onlar için acıklı bir azap vardır.” (Sebe: 5)

“Onlar yeryüzünde durmadan fesad çıkarmaya koşarlar.” (Mâide: 64)

Bu adam da fesad çıkarmakta Tevbe sûre-i şerif’indeki son iki Âyet-i kerime’yi inkâr etmekte ve küfre kaymaktadır.

Allah-u Teâlâ Kelâm-ı kadim’i olan Kur’an-ı kerim’i bizatihi koruyacağını, muhafaza edeceğini beyan buyuruyor:

“Bir zikir olan Kur’an’ı biz indirdik ve onun koruyucusu da biziz.” (Hicr: 9)

Allah-u Teâlâ böyle buyururken, bu adamın Kur’an-ı kerim’in bu Âyet-i kerime’lerinin yok olduğunu söylemesi bu Âyet-i kerime’yi de inkârdır. Bu ise küfür üstüne küfürdür.

Binaenaleyh değil Kur’an-ı kerim’in Âyet-i kerime’sini, bir harfini bile inkâr eden alenen kâfir olur.

Bu adam namaz kılmıyor, abdest almıyor, İslâm’ı yaşamıyor, bir de İslâm’ı tanıtmaya kalkışıyor.

Namaz kılmayan, abdest almayan, İslâm’ı yaşamayan nasıl din ve imandan bahsedebilir? Nasıl İslâm hakkında konuşabilir? Neden ve niçin ortaya çıktığı belli olmayan, şeytanın askeri, nefsinin oyuncağı olan bu adam ifsad edicidir, yol kesicidir.

Belki de bu adam cenabet geziyor.

Bunlar yoldan çıkmışlar, küfre kaymışlardır.

Yoldan çıkmak nasıl olur? Allah-u Teâlâ kalbini çevirdiği zaman o artık orada kalır. Bunun daha başka türlü dönmesi mümkün değildir. Meğer Cenâb-ı Hakk kalbinin üzerindeki mührünü söksün.

 

İskender Evrenesoğlu (Sahte Mehdi):

Bugüne kadar “Mehdiyim” diyenlerin hepsi şeytanın kuklasıdır, maskarasıdır. Bu çıkanlar yalancıdır, sahtedir, soytarıdır. Bunların yalanını, sahteliğini Hadis-i şerif’ler ile çürüttük. Gelecek olan Hazret-i Mehdi’nin alâmetlerini Hadis-i şerif’lerden öğreniyoruz.

Câh’ıs-sadefî -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:

“Benden sonra halifeler bulunacaktır. Halifelikten sonra emirler, emirlerden sonra krallar, krallardan sonra da zâlim idareciler olacaktır.

Daha sonra ehl-i beytimden bir adam çıkacak, yeryüzü zulümle dolduğu gibi onu adaletle dolduracaktır.” (Câmiüs-sağîr: 4768)

Ahirzamanda, kıyâmetin kopmasına çok az bir zaman kala Allah-u Teâlâ’nın ümmet-i Muhammed’in başına gönderdiği bir komutan olan Hazret-i Mehdi, adil bir idareci, dirayetli bir önder, şecâatli bir kumandandır. O doğrudan doğruya Resulullah Aleyhisselâm’ın vekâletini taşıyacak, onun hilâfetini, onun vazifesini yapacak. Garip duruma düşen İslâm’ı, gariplikten kurtarmaya çalışacaktır. Çünkü bunun için gönderilecek. Allah-u Teâlâ onu muzaffer edecektir.

Mehdi; kelime olarak hidayet kökünden gelir. Allah’ın hidayetine ermiş mânâsını taşır, Allah’ın izniyle hidayete erdirecek mânâsını da ifade eder.

Mehdi Aleyhisselâm hakkında çok sayıda Hadis-i şerif nakledilmiştir. Âlimler bunu mütevatir kabul ederler. Resulullah Aleyhisselâm’dan beri, müslümanlar âhir zamanda, Ehl-i beyt’e mensup bir zâtın çıkıp dini güçlendireceğine, adaleti hâkim kılacağına, müslümanların ona tâbi olup İslâm beldelerinde hâkimiyet kuracağına, bu kimseye Mehdi denileceğine inanmış ve bu âli zâtın gelmesini beklemektedirler.

Hadis-i şerif’lerde ifade edildiğine göre İsa Aleyhisselâm ile Mehdi Aleyhisselâm aynı zamanda çıkacak ve İsa Aleyhisselâm, Hazret-i Mehdi’ye yardımcı olacak, birlikte Deccâl’i öldüreceklerdir. Hatta Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın Mehdi’nin arkasında namaz kılacağı rivayet olunmuştur.

“Kıyametin kopmasına bir gün bile kalsa, Allah-u Teâlâ o günü uzatarak benim soyumdan bir kişi gönderecektir. Adı adımın, babasının adı babamın adının aynısı olacak, zulüm ve zorbalık altında inleyen yeryüzünü huzur ve adaletle dolduracaktır.” (Ebu Dâvud, Tirmizi)

“Mehdi, kızım Fatıma’nın çocuklarından ve benim Ehl-i beyt’imdendir.” (Ebu Dâvud: 4284)

“Mehdi’nin çıkış yeri Medine’dir, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-in Ehl-i beyt’indendir.” (İmam-ı Süyutî)

“Müjdeler olsun yâ Fâtıma! Mehdi sendendir.” (İmam-ı Süyutî)

Hülasa-i kelam İsa Aleyhisselâm ile Mehdi Aleyhisselâm beraberce İslâm dininin muzafferiyeti için çalışacaklar. Kendilerine verilen vazifeyi bihakkın yapacaklardır.

Sahtelere ise bu vazifeyi kim veriyor? Şeytan veriyor. Ve onlar şeytanın yardımcısı, askeridirler. Bunlar çıkacak fakat biz bu mevzuda da Hadis-i şerif’lerin ışığı üzerinde ümmet-i Muhammed’e gerçek Mehdi’nin alâmetlerini belirttik ve izah ettik.

Bütün bu hadiselerin olması âhir zamanda olacaktır. O zaman artık fitne ve fesat artmış son haddini bulmuş olur.

Bu çıkanlar sahtedir. Bu çıkan ilk değil, sonuncusu da değil. Bundan sonra da çok çıkacak.

Hadis-i şerif’te:

“Ümmetimden yalancılar deccaller vücuda gelir.” buyuruluyor. (Münavi)

Yalancı ve deccalden maksat, dıştan insanları irşad ve ıslah etmek sıfatıyla görünüp, gerçekte ise halkı ahkâma uymaktan alıkoyanlardır.

Hazret-i Allah’a ve Resulü’ne isyan edenlerde akıl yoktur, onlara deli nazarı ile bakılır. Zaten bu adamın da deli raporu olduğu bilinmektedir.

Kendilerinin resul olduğunu söyleyen bu yalancılar, bir peygamberin “Nebi” olmadan “Resul” olamayacağını bilemeyecek kadar cahildirler. Gerçekten şeytan onlara bu yalanı süslü göstermiş, onları gururları aldatmış.

İlâhî emir ve hükümleri, bilgisizlik sarayı olan nefislerine soracaklarına ve şeytana uyacaklarına, Hazret-i Kur’an’a kulak verip itaat etselerdi bu rezil duruma düşmezlerdi.

Ey müslümanlar!

Şeytanın istila ettiği bu sahteler şeytan taraftarıdırlar. Onlara tâbi olan da onlarla beraberdir ve şeytan fırkasındandır. Bu yalancılara kanmayın. Onları iyi tanıyın.

Şimdilerde türeyen sahte mehdi de şarabı helâl saymakta, başı açık gezilmesine, kadınların çıplak dolaşmasına izin vermekte, namazı hafife almaktadır.

“Şüphesiz ki kıyametin önünde yalancılar zuhur edecektir.” (Müslim)

İşte bu yalancılar bu zamanda mevcuttur. Onların her şeyi yalan ve dolandır.

 

Nazmi Sakallıoğlu (Sahte Dabbe):

Nereden çıktığını unutan, yolunu sapıtan şu adamın çalımına bir bak!

Onun bu sahte ve yalan çıkışını ve sözlerini Allah-u Teâlâ’nın kitabı Kur’an-ı kerim’indeki Âyet-i kerime’lerle çürüttük.

Allah-u Teâlâ kitabı Kur’an-ı azimuşşan’da şöyle beyan buyuruyor:

“Heva ve hevesini ilâh edinen, Allah’ın bile bile saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünün üstüne perde çektiği kimseyi gördün mü? Onu Allah’tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Hâlâ ibret almayacak mısınız?” (Câsiye: 23)

Allah-u Teâlâ bunları bile bile saptırmış. Bunlar beşeriyet için çok büyük tehlikedir. Bu adam nereden çıktığını bilmiyor, nereye gireceğini de görmüyor.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:

“Zulmedenler nasıl bir yıkılışla yıkılacaklarını, hangi deliğe tıkılacaklarını yakında göreceklerdir.” buyuruyor. (Şuarâ: 227)

Bu gibi kimseler ta Mehdi Aleyhisselâm çıkıncaya kadar beklenir.

Bu adam İslâm dini için çok tehlikelidir. İslâm dini ile hiçbir ilgisi yoktur. Dabbet’ül-arz olduğunu söylemesi hem fitnesine, hem niyetine, hem de gaye ve maksadına delâlet eder. Halbuki Dabbet’ül-arz Allah-u Teâlâ’nın emriyle yerden çıkacak, yani yerin altından çıkacak. O verilmiş olan ilâhi hükmü yerine getirecek. Ona asa ve mühür verilecek. Onun elinden hiçbir kimse kurtulamayacak, hiçbir fert de kaçamayacaktır. Bu ise nereden çıktığını bilmiyor, nereye gideceğini de görmüyor.

Bu adam bir alevidir. Ve aleviler için bir Kur’an meâli hazırlamış, ismi “Alternatif Kur’an” diye duyurulmuştur. Daha sonra “Kur’an, Heyet Alevi Dedeleri” ismindeki bu kitap piyasaya sürülmüştür. Bu kitapta te’vil ve yorumlar yapılmış, Âyet-i kerime’lerdeki mânâlarda alevilikle ilgili lafızlar aranmış ve çok yanlış, yalan dipnotlar yapılmıştır. Öyle ileri gidilmiş, mânâlar öyle saptırılmıştır ki, Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimize ilâhlık isnat edilmiştir.

Yâsin sûre-i şerif’inin 81. Âyet-i kerime’sinde Allah-u Teâlâ:

“Ve hüvel hallâkül alîm” = “O herşeyi hakkıyla bilendir.” buyuruyor. Bu Âyet-i kerime için “Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimiz’in ulûhiyeti hakkındadır” diyerek Hazret-i Allah’a ortak koşmuştur. (Kur’an Heyet Alevi Dedeleri. sh: 444)

Ulûhiyet demek; İlâh demektir. Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimiz ilâhlaştırılmıştır. Bu söz küfürdür, söyleyen kâfirdir. Şirktir, söyleyen müşriktir. Bu adamın müslümanlıkla alâkası yoktur.

Bir de Ehl-i beyt’ten bahsediyor. Müslüman olmayan birinin Ehl-i beyt’ten bahsetmeye hakkı yoktur. Hazret-i Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-den bahsetmeye, Hazret-i Ali -radiyallahu anh-den, Hazret-i Hasan ve Hüseyin -radiyallahu anhümâ-dan bahsetmeye sahib-i salâhiyet değildir.

Herşeyden önce iman nedir? İman, İslâm dinine göre; Allah-u Teâlâ’nın varlığına birliğine, Hazret-i Muhammed Aleyhisselâm’ın O’nun kulu ve peygamberi olduğuna ve onun Allah-u Teâlâ tarafından bize getirip tebliğ ettiği esas ve hükümlerin doğru ve gerçek olduğuna tereddüt etmeden kesin olarak inanmaktır.

İslâm dinine girmenin ilk şartı olan bu iki esas “Kelime-i Şehâdet”te toplanmıştır. Kelime-i Şehâdet’i kalp ile tasdik edip dili ile de söyleyen bir kimseye “İnanmış” mânâsına gelen “Mümin” adı verilir.

İman kalbî ve vicdanî bir durumdur. İmanın esası kalpte olan tasdiktir.

Allah-u Teâlâ münâfıklar hakkında Âyet-i kerime’sinde:

“Ey Peygamber! Kalpleri iman etmediği halde ağızları ile inandık diyenlerle, yahudilerden küfür içinde koşuşanlar seni üzmesin.” buyurarak, imanın kalbin tasdiki olduğunu belirtmiştir. (Mâide: 41)

Dil ile inandıklarını söyleyip de kalbiyle tasdik etmeyenler hakkında da şöyle buyuruyor:

“Bedevîler ‘iman ettik’ dediler. De ki: ‘Siz iman etmediniz, bari ‘müslüman olduk’ deyin. İman henüz kalplerinize yerleşmedi.’” (Hucurât: 14)

Mümin olmak için, imanın kalbe nüfuz etmesi ve o kimsenin takvâya bürünmesi lâzımdır.

Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimize ulûhiyet isnad etmek şirktir, küfürdür. Otomatik olarak İslâm’dan çıkmaktır.

Dabbet’ül-arz beyanına gelince: Bu sözü Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerle çürütüldü. Kur’an-ı kerim’de kıyametin yaklaştığını ifade eden Âyet-i kerime’ler olmakla birlikte bu müthiş hadisenin alâmetlerine genel olarak işaret eden Âyet-i kerime’ler de bulunmaktadır. (Muhammed sûre-i şerif’i 10. Âyet-i kerime’si gibi)

“Dabbet’ül-arz”ın çıkışı da kıyamet alâmetlerindendir. Dâbbet’ül-arz, âhir zamanda Allah-u Teâlâ’nın emirlerinin terkedildiği, insanların gerçek dini değiştirdikleri sırada çıkacak olan bir hayvandır. Tâkip edenin yetişemeyeceği, kaçanın kurtulamayacağı bir süratte olacaktır.

Âyet-i kerime’de ise şöyle buyuruluyor:

“(Kıyametin kopacağına dair) O sözün tahakkuk zamanı yaklaşınca onlara yerden bir dabbe çıkarırız da insanların âyetlerimize yakînen iman etmemiş olduklarını söyler.” (Neml: 82)

Allah-u Teâlâ bu Dabbe’yi kıyametin kopması gibi büyük bir hadisenin başlangıcı olarak, insanların Kur’an-ı kerim’e kesin olarak inanmayışları sebebiyle ortaya çıkaracaktır.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:

“Dabbet’ül-arz, beraberinde Musa Aleyhisselâm’ın âsâsı, Süleyman Aleyhisselâm’ın mührü bulunduğu halde çıkar. Mühür ile müminin yüzünü parlatır, âsâ ile kâfirin burnunu kırar. Öyle ki insanlar sofra üzerinde biraraya gelirler de, mümin kâfirden ayırt edilip tanınır.” (Tirmizi)

Soyadı Sakallıoğlu, kendisinde sakal bile yok. Fakat bu türemeler beklenir beklenir...

Hazret-i Mehdi’ye kadar bu türemeler beklenir.

Bu adam bilerek yıkıcıdır. Gayesi din-î İslâm’ı bozmaktır. Bu adamın aleni olarak küfrü meydandadır.

 

Refet Kayserilioğlu (Sahte İsa):

Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in gerek kapalı ve gerekse açık olarak Hadis-i şerif’lerinde haber verdiği fitnelerin gün yüzüne çıktığı bir fitne devrinde yaşıyoruz.

Bakıyorsunuz kimi dini kaldırıyor, kimisi kendine malediyor. Bir diğeri namazı, bir diğeri orucu, bir diğeri zekâtı kaldırıyor.

İslâm dinine o kadar saldırılar olacak ki, kâfirler toplanıp Kur’an-ı azimuşşan’ın hükmünü kaldıracaklar, yani değiştirecekler.

Bir çok sahteler, sapmışlar türeyecek. Bunların içinde kimi uluhiyet, kimi peygamberlik, kimi dabbet’ül-arz, kimi mehdilik davasında bulunacak. Kimi zinayı, kimi fâizi, kimi içkiyi mübah sayacak. Hırsızlar alkışlanacak. Hazine yağmalanacak, soygun alenî olacak. Türemeler bir bir, arka arkaya çıkacak.

Hepsi emr-i ilâhi’yi değiştirip kendi kurdukları dinlerine kendi hükümlerine göre karar verecekler. Onlar münafık olduklarını göstermemek ve din-i İslâm’ı bozmak için, bu emri almışlar. Herbiri bu icraatı yapıyorlar. Sahte İsa’nın yaptığı gibi.

Refet Kayserilioğlu isminde birisi “Sevgi Birliği Derneği” adı altında faaliyet göstermekte; gündüzleri İsa, geceleri insan olduğunu söylemektedir. Bu adamın yalanlarını, sahteliğini Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerle çürüttük.

İsa Aleyhisselâm’ın kıyamete yakın bir zamanda ineceğine dâir Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyuruyorlar:

“Hayatım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki; çok sürmez Meryem oğlu İsa âdil bir hakem olarak inecek, haçı kıracak, domuzu öldürecek, cizye vergisini kaldıracak ve mal o kadar çoğalacak ki, onu kabul eden kimse bulunmayacaktır.” (Buharî. Tecrid-i sarîh: 1018)

Ümmet-i Muhammed’in her asırdaki âlimlerinin ileri gelenleri, İsa Aleyhisselâm’ın kıyamete yakın bir zamanda ineceği hakkında icmâ etmişler, muhalefette bulunmamışlardır. Ancak bir takım filozoflar inkâra kalkışmışlardır.

İsa Aleyhisselâm’ı çok sevmeli ve gelmesini de beklemeliyiz, ancak henüz daha gelmiş değil. Bu yüzden bu çıkanların hepsi sahtedir, yalancıdır, soytarıdır.

Sahtelere ise bu vazifeyi kim veriyor? Şeytan veriyor.

Ve onlar şeytanın yardımcısı, askeridirler. Bunlar çıkacak fakat biz her zaman olduğu gibi bu mevzuda da Hadis-i şerif’lerin nur ışığı üzerinde ümmet-i Muhammed’e gerçek İsâ Aleyhisselâm’ın alametlerini belirtiyor ve izah ediyoruz.

Şeytanın gönderdiği yalancı İsa’ların çıkacağını haber veren Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyuruyorlar:

“Hepsi de Allah’ın peygamberi olduğunu iddiâ eden otuza yakın yalancı deccaller türemedikçe kıyamet kopmaz.” (Tirmizi: 2219)

Şimdi deccaliyet devrinin içindeyiz, en son deccale gelinceye kadar devam edecek.

“Şüphesiz ki kıyametin önünde yalancılar zuhur edecektir.” (Müslim)

İşte bu yalancılar bu zamanda mevcuttur. Onların her şeyi yalan ve dolandır.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde bu gibilerin durumunu şöyle açıklamaktadır:

“Onlar hakikaten kendilerinin bir şey üzerinde bulunduklarını sanırlar. İyi bilin ki onlar yalancılardır. Şeytan onları istilâ etmiş, onlara Allah’ı anmayı bile unutturmuştur. Onlar şeytan fırkasıdır. İyi bilin ki, asıl kayba uğrayanlar şeytan taraftarı olanlardır.” (Mücâdele: 18-19)

Ey müslüman!

Şeytanın istila ettiği bu sahteler şeytan taraftarıdırlar. Onlara tâbi olan da onlarla beraberdir ve şeytan fırkasındandır. Bu yalancılara kanmayın, onları iyi tanıyın.

Çünkü bunlar yalancıdır, sahtedir, soytarıdır.

Hadis-i şerif’te şöyle buyuruluyor:

“Ümmetimden yalancılar deccaller vücuda gelir.” (Münâvî)

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde onları bize şöyle tanıtıyor:

“Onları ateşe çağıran imamlar kıldık. Kıyamet günü onlar yardım görmeyeceklerdir.” (Kasas: 41)

Allah-u Teâlâ’nın, meleklerin ve müminlerin lâneti üzerlerine olacak, rahmet-i ilâhîden tardedileceklerdir.

Onları halk seçer. Seçtikleri halkı da cehenneme götürürler. Bütün iş ve icraatlarının hepsi ahkama ters düşer. Para toplarlar. Nam, şöhret peşinde koşarlar. Bunların ahirette hiçbir nasipleri olmaz.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:

“Eğer onlara uyarsanız siz de müşrik olursunuz.” (En’am: 121)


 

Önceki Sonraki