“Allah’ın Emrine Aykırı Davrananlar, Başlarına Bir Belânın Gelmesinden veya Kendilerine Çok Elemli Bir Azap İsabet Etmesinden Sakınsınlar.” (Nûr: 63)
“Fırka fırka olup dinlerini parça parça edenlerle senin hiçbir ilgin yoktur. Onların işi Allah’a kalmıştır. Sonra O, yaptıklarını kendilerine haber verecektir.”
Bu Âyet-i kerime bütün bölücülerin İslâm dâiresinden atıldıklarına dair hudut çizmektedir.
Allah-u Teâlâ onları kulluğundan tardetmiş, dininden atmış, Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine de tardetmesi için emir buyurmuştur. “Benim onlarla ilgim yok, senin de olmasın.”
Bu emr-i ilâhî kıyamete kadar şâmildir. Çünkü Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in vekilleri kıyamete kadar devam edecek.
Bir Hadis-i şerif’lerinde:
“Allah-u Teâlâ bu ümmete her yüzyıl başında dinini yenileyecek bir müceddid gönderir.” buyuruyorlar. (Ebu Dâvud)
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de onları:
“Ayrılık yapan bizden değildir.” (Münavî)
Hadis-i şerif’i ile ümmetliğe kabul etmiyor.
Bu şuna benzer; bir baba çocuğunu evlatlıktan reddetmiş, nüfusundan da sildirmiş. Artık o evlat her ne kadar “Ben filan kişinin oğluyum.” dese bile mirastan mahrum edilmiştir.
Bunlar da imandan ve İslâm’dan mahrum edilmişlerdir.
Allah-u Teâlâ rahmet kapılarını onların üzerine kapamış, bölücüler hakkında hükmünü vermiş, âkıbetlerini açık olarak beyan etmiştir.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh- Hazretleri bu Âyet-i kerime’nin ümmet-i Muhammed hakkında nazil olduğunu söylemiştir.
Müfessir Elmalı’lı Hamdi Yazır Efendi’nin bu Âyet-i kerime hakkındaki beyanları şöyledir:
“Dinin bazı ahkâmını tanıyıp bazısını tanımayarak parçalayan; veya dinlerini tevhid-i Hakk’ta toplamayıp muhtelif emeller, mâbudlar, metbûlar (liderler) ve türlü türlü yollarla çatallandıran, hak dinden ayrılmaya kalkışanlar, içtihadlarını tevhid için değil tefrik için sarfedenler, her biri ayrı bir lidere ve nefislerinin arzularına taraftarlık ederek fırka fırka olup yahudi ve hırıstiyanlar gibi tefrikaya düştüler.
Ne teessüf ki müslümanlar da bu hallere düşmüşlerdir.
Nitekim Aleyhisselâtü Vesselâm Efendimiz buyurmuştur ki:
“Yahudiler yetmişbir fırkaya ayrıldı, birinden başka hepsi cehennemdedir. Hıristiyanlar yetmişiki fırkaya ayrıldı, birinden başka hepsi cehennemdedir. Ümmetim de yetmişüç fırkaya ayrılacaktır, birinden başka hepsi cehennemdedir. O bir fırka-i nâciye ise benim ve ümmetimin üzerinde gittiğimiz yolda gidenlerdir.”
Bundan şu anlaşılır ki yahudilerden bir, hıristiyanlardan bir, müslümanlardan bir olmak üzere üç fırka-i nâciye yoktur. Her zaman için bir fırka-i nâciye vardır ki, o da Peygamber Aleyhisselâm’ın ve ashabının yürüdükleri tarik-ı hak ve sırat-ı müstakim olan tevhid (birlik) yolunda yürüyenlerdir.
Diğerlerine gelince, sen onlardan hiçbir şeyle âlâkalı değilsin. Dinlerini tefrik edenlerden ve fırka fırka olanların fırkalarından, hallerinden ve felâketlerinden ne mesulsün, ne haklarında Allah’tan bir şey sorup istemeye salâhiyetin vardır, ne onların sana tutunmaya ve gittikleri yolu sana isnad etmeye hakları vardır, ne de senin onlara şefaat etmeye salahiyetin vardır.
Onlara yapılacak iş, tatbik olunacak emir yalnız Allah’a aittir. Ne yapacağını ancak O bilir. Sonra zamanı gelince onlara ne yaptıklarını haber verecektir.” (Hak dini Kur’an dili. Cilt: 3 Sh. 2110-2111)
Bu bölücüler İslâm için değil, isim için çalıştıklarından, Allah-u Teâlâ onları reddetmiştir. Biz İslâm için çalışırız, onlar isim için çalışırlar.
İyi bilin ki bizim onlarla hiçbir ilgimiz yoktur. Onlarla muhatap değiliz, onları Hazret-i Allah ile muhatap bırakıyoruz. Ya inanacak iman edecek, saâdet-i ebediyeye kavuşacak ve sonra da bize teşekkür edecek. Veyahut inanmayıp küfür batağına batacak. Bu vebal kendisine aittir.
Allah-u Teâlâ’nın emir ve hükümlerini yerleştirmek istiyorum ve Allah-u Teâlâ’nın Âyet-i kerime’lerine iman etmeye davet ediyorum. Eden eder, kalan kalır. Sadece tebliğe memurum.
“Şüphesiz sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim. O halde benden korkun.
Amma ne var ki insanlar din hususunda kendi aralarında parçalara bölündüler, çeşitli kitaplara ayrıldılar. Her bölük, her parti kendi tuttuğu yoldan memnundur, yanında bulunan (din veya kitapla) sevinmektedir.
Şimdi sen onları bir süreye kadar kendi sapıklıklarıyla başbaşa bırak!
Kendilerine verdiğimiz servet ve oğullar ile onların iyiliklerine koştuğumuzu mu zannediyorlar? Hayır, onlar işin farkında değiller.”
Bu Âyet-i kerime’leri daha önceleri sık sık arzetmiştik. Fakat dimağınıza iyice yerleştirmek için, Allah-u Teâlâ’nın çizdiği hudutları çiğneyerek dinden çıkan bu bölücülerin durumlarını şimdi size izah edeceğiz.
52. Âyet-i kerime:
“Şüphesiz sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim. O halde benden korkun.”
Bu Allah kelâmıdır, Ahmet’in Mehmet’in beyanı değil.
Cenâb-ı Hakk inananları tek ümmet kabul ediyor ve bu teklikten ayrılanlar huduttan ayrılmış oluyor. Onlar bu emr-i ilâhi’yi dinlemediler ve korkmadılar. Yetmişüç fırkadan yetmişikisi huduttan böyle çıktı. Allah-u Teâlâ’nın emrine uymadıklarından ve ters düştüklerinden, dinden çıktılar.
53. Âyet-i kerime:
“Amma ne var ki insanlar din hususunda kendi aralarında parçalara bölündüler, çeşitli kitaplara ayrıldılar. Her bölük, her parti kendi tuttuğu yoldan memnundur, yanında bulunan (din veya kitapla) sevinmektedir.”
Dinden murad isimleri, kitaptan murad ise zan ve tüzükleridir.
İslâm’dan çıktıktan sonra her bir bölücü birer isim yaptı. Bu isimler birer dindir. Oysa İslâm’da bir tek ümmet, bir tek din vardır.
“Allah katında din İslâm’dır.” (Âl-i imran: 19)
Allah-u Teâlâ’nın yanında makbul olan din yalnız budur.
Kitaba gelince; İslâm dininin kitabı birdir, o kitap Hazret-i Kur’an’dır. Onların kitapları ise kendi zanlarına göre uydurdukları hüküm ve tüzükleridir. Allah-u Teâlâ burada açık olarak işaret ediyor. Murad-ı ilâhî budur, bunu böyle bilmemiz lâzımdır.
Onların dini ayrıdır, kitapları ayrıdır. Her bölük kendi dinine göre, kendi kitabına göre hareket ediyor. Böylece dinden çıkıyorlar ve bundan pek memnundurlar, aralarında bununla seviniyorlar. Hepsine sor, hepsi de kendi tuttukları yoldan memnundur. Bu yoldan onları alıkoymak da mümkün değil.
54. Âyet-i kerime:
“Şimdi sen onları bir süreye kadar kendi sapıklıklarıyla başbaşa bırak.”
Allah-u Teâlâ burada bölücülerin ne kadar sapık olduğunu ve dalâlet batağında yüzdüğünü bir bir beyan buyuruyor ve iman edenlere duyuruyor.
55-56. Âyet-i kerime:
“Kendilerine verdiğimiz servet ve oğullar ile onların iyiliklerine koştuğumuzu mu zannediyorlar? Hayır, onlar işin farkında değiller!”
Buradaki murad-ı ilâhî, Allah-u Teâlâ bunlara karşı o kadar gazaba gelmiş ki, bunlara bolluk verme ile dalâlet batağında daha rahat yüzmelerini, daha büyük azapla yakalamak için bol günah işlemelerini sağlamaktadır. Çünkü dünya Allah-u Teâlâ’nın yanında sevimsizdir. Amma bu sapıkların, bu gafillerin farkında da olmadıklarını buyuruyor, iman edenlere duyuruyor.
Diğer Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“Âyetlerimizi çekişmeye dalanları gördüğünde onlardan yüz çevir.” (En’am: 68)
“Bırak onları, yesinler, zevk alsınlar, arzu onları oyalayadursun. Yakında bilecekler!” (Hicr: 3)
Nitekim dinini dünyaya satan, kendilerine mahsus din kuran, işleri güçleri halkı soymak ve yolmak olan bu bölücüler zevk ve sefâ ile yaşarlar ve bu hayatın hiçbir zaman ellerinden gitmesini istemezler. Allah-u Teâlâ’nın dini yıkılsın, kendi dinleri ayakta kalsın isterler. Çünkü Allah-u Teâlâ’nın kelâmı, onların dalâlette olduklarını göstermektedir. Bunun içindir ki Allah-u Teâlâ’ya şirk koşmuşlardır ve bunlar apaçık birer müşriktir.
Ve bunlara meyil dahi eden bunlardandır.
“Onların malları da çocukları da seni imrendirmesin. Çünkü Allah bunlarla dünya hayatında onların azaplarını artırmayı ve canlarının kâfirler olarak güçlükle çıkmasını istiyor.” (Tevbe: 55)
Bu Âyet-i kerime’de de görüldüğü gibi, Allah-u Teâlâ gerçekten bunlara o kadar gazaba gelmiş ki; onları büyük bir azapla yakalamak için, nefislerinin arzularını yerine getirmekte ve bol günah işlemelerine imkân vermektedir. Deccal’e vereceği gibi.
Bir Âyet-i kerime’de de şöyle buyuruluyor:
“Allah’ın emrine aykırı davrananlar, başlarına bir belânın gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar.” (Nûr: 63)
Bu Âyet-i kerime’lerle, bu gerçeklerle, kendi tuttukları yolun vicdanlarında bir muhasebesini yapıp kararlarını versinler. Ya Âyet-i kerime’lere inanacaklar, bölücülükten vazgeçecekler; ya da inkâr edecekler, yoldan çıktıklarını kabul edecekler. Açık olarak küfrü kabul etmiş olacaklar.
Vay bölücülerin haline!
•
Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:
“Doğrusu kitaplılar kendi dinlerinde yetmişiki fırkaya ayrıldılar. Bu ümmet ise yetmişüç fırkaya bölünecektir. Biri hariç diğerleri cehennemliktir.” buyururlar. (Ahmed bin Hanbel)
Fakat bu bölücüler yahudileri de hırıstiyanları da geçtiler, yetmişüç fırkaya ayrıldılar.
Bölücüler Müminun Sure-i şerif’inin 52-56. Âyet-i kerime’lerini çürütüp hükümsüz hale getirmek ve kendi dinlerini ayakta tutmak için, çeşitli yollara başvuruyorlar.
Ezcümle bu Âyet-i kerime’lerin güya yahudiler hakkında nâzil olduğunu iddia etmeleri bunun bir ifadesidir.
Halbuki gerek Âyet-i kerime’lere gerekse Hadis-i şerif’lere bakıldığında, müfessirin-i izâm hazeratının beyanlarına dikkat edildiğinde, Ümmet-i Muhammed’e âit olduğu görülür.
Diğer taraftan “Sebebin hususiyeti hükmün umumiyetine mâni değildir.” kaidesi unutulmamalıdır. Çünkü Kur’an-ı kerim’de mevcut olan her hüküm, kim hakkında nâzil olursa olsun, Ümmet-i Muhammed’e de şâmildir.
Kelâmullah sanki asırların ve devirlerin kitabı değilmiş gibi “Sebeb-i nüzul!.. Sebeb-i nüzul!..” diye diye bu ilâhî fermanı ondört asır öncesi hadiselere hasretmek, Kur’an-ı kerim’i ifsad etmek için ancak bölücülerin başvurdukları bir âdettir.
“Halbuki Kurân-ı Azîmüşan kendisini bütün insanlığa duyurmak ve anlatmak için nazil olmuş ve duyurmuştur. Ancak, onun mânâları ihata olunup bitirilemez. Bir mânâsı inkişaf ederken arkasından bir mânâ daha, arkasından bir mânâ daha yüz gösterir. Nurunun aydınlığı içinde gizlilik zuhur eder.
Mümine hitap ederken kâfire bir inzar fırlatır. Kâfiri inzar ederken mümine bir tebşir nüktesi uzatır. Avama hitap ederken havassı düşündürür. Âlime söylerken câhile dinletir, câhile söylerken âlime dokundurur. Geçmişten bahsederken geleceği gösterir. Bugünü tasvir ederken yarını anlatır. En sade müşahedelerden en yüksek hakikatlere götürür. Müminlere gaybı anlatırken, kâfirleri halden bizar eder. Ve bütün bunları hâle, makama, mekâna, zamana, mevzua göre en uygun en lâtif kelimelerle ifade eder.” (Hak dini Kuran dili)
•
Müminun sûre-i şerif’inin 52-56. Âyet-i kerime’lerinin iniş sebebi hakkında muhtelif tefsirlerin beyanları:
Kâdî Beydâvî Tefsiri:
“Dinlerini parçalayıp muhtelif dinler hâline koydular. Her hizip her cemaat, kendine din edindiği inanç tarzını beğenip rahatlığını duyar ve ‘Hak üzere biziz’ diye itikat eder. Onları ölünceye kadar battıkları bu cehaletlerinde terket. Onlara verip imkanlar sağladığımız mal ve evlâdı, zannediyorlar mı ki kendileri hayırlar sağlasınlar diyedir. Hayır! Onlar bunun istidraç olduğunu anlayacak şuur ve fetanette değildirler.”
İbn-i Kesir Tefsiri:
“Onlar içinde bulundukları sapıklığı hidayet bilerek sevinirler. Dalâlet batağında helâk olacakları zamana kadar onları bırak, üzülme.
Bu mağrurlar sanıyorlar mı ki onlar servet ve oğulları bizim nezdimizde şerefli ve izzetli oldukları için vermekteyiz? Asla! Zanları yanlış, bekleyişleri boştur. Böyle yapışımız, ancak onlara mühlet verme ve küfürlerini derece derece artırmadır. Malları ve evlâtları hiçbir fayda vermeyecektir.”
Ruh-ul beyan Tefsiri:
“Bütün resullerin ve ümmetlerin dini İslâm dini iken, dinlerini muhtelif parçalara ayırdılar. Bu bölünenlerden her cemaat, seçtikleri dini beğenir, hak din budur diye inanır.” (İsmail Hakkı Bursevi)
•
Müminun sûre-i şerif’inin ilgili Âyet-i kerime’lerinin yahudiler hakkında nâzil olduğunu söylemeleri, Allah-u Teâlâ’nın Âyet-i kerime’lerinin hükmünü çürütmektir. Çünkü bu Âyet-i kerime’ler kendi kurdukları dinlerinin içyüzlerini gösteriyor. Kendi dinlerini kuvvetlendirmeye, Allah-u Teâlâ’nın dinini yıkmaya ve kelâmını çürütmeye çalışıyorlar.
Biz de bu hükümleri üzerlerinden kaldırmak isteyen bu bölücülerin önüne, aynı hükmü taşıyan; Hicr: 90-94, Enbiyâ: 92-94 ve Rum: 30-31. Âyet-i kerime’leri sırayla koyuyoruz. Bu müşrikler bu hükümlere ne ad takacaklar?
Bu Âyet-i kerime’lere iman mı edecekler, yoksa küfürde mi kalacaklar diye denemek için bu Âyet-i kerime’leri önlerine sürüyorum.
•
“Biz o bölücülere (azap) indirmişizdir. Onlar Kur’an’ı parça parça edenlerdir. Rabbin hakkı için onlara mutlaka yaptıklarından soracağız. Resulüm! Sen emrolunduğun şeyi açıkça söyle ve müşriklerden yüz çevir.”
Burada Resulullah Aleyhisselâm’a “Söyle!” emri var. Kur’an-ı kerim her asra hitap ettiğine göre, bu hüküm kıyamete kadar şamildir.
Hakikat ile dalâleti ayırmak için, hakikatı söylerken hiç kimseden çekinmemek lâzım.
Bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar.” (Mâide: 54)
Âyet-i kerime’lerden açık olarak anlaşılıyor ki bunlar müşriktirler. Çünkü dış düşmanın cephesi var. Amma bunlar müslüman gibi göründükleri için tahribatları dış düşmandan daha büyüktür.
Allah-u Teâlâ diğer bir Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruyor:
“Onların çoğu Allah’a iman etmişler, fakat müşrik olarak yaşarlar.” (Yusuf: 106)
Görünüşte iman etmiş, fakat müşrik olarak yaşıyorlar.
Bu da bölücü olduklarından ötürüdür. Kendi dinlerini, kendi yollarını göstermemek için bu Âyet-i kerime’yi inkâr ediyorlar ve kendilerinin müşrik olmayıp müslüman olarak göstermeye çalışıyorlar.
Ebu Said-i Hudrî -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’te Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Sizin aranızda öyle zümreler türeyecektir ki; siz onların namazlarının yanında kendi namazlarınızı, oruçlarının yanında kendi oruçlarınızı, iyi işleri yanında kendi iyi işlerinizi küçük göreceksiniz. (Yani onların yaptığı işler dıştan sizinkinden üstün gibi görünecektir.)
Onlar Kur’an da okuyacaklar. Fakat Kur’an’ın feyzi onların boğazlarından öteye geçmeyecektir. (Yalnız dilde kalacaktır.) Nitekim onlar, okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkacaklar. Okun sahibi (avı delip geçen) okun demirine bakar (kana benzer) bir şey göremez. Sonra ağaç kısmına bakar, bir şey göremez, yelesine bakar, orada da bir kan izi göremez. Daha sonra (acaba ava dokunmadı mı?) şüphesiyle, kirişe gelen ve fok denilen çatal yerine bakar, orada da bir iz göremez.” (Buharî, Tecrid-i sarih: 1783)
Hadis-i şerif’ten anlaşılıyor ki, bu kadar ibadet ve taatlarına, Kur’an-ı kerim de okumalarına rağmen ok yaydan çıktığı gibi dinden çıkmışlardır. Neden dinden çıktıklarına dair hiçbir iz de yok gibi görünüyor? Fakat Âyet-i kerime’ler incelendiği zaman göreceksiniz ki, sırf bölücü olmalarından dolayı Allah-u Teâlâ onları dinden çıkarıp atmıştır. Artık zanlarının hükmü yoktur.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz gelecekle ilgili hadiseler hakkında bilgi verirken bir noktasında şöyle buyuruyorlar:
“Bir kimse hakkında ne kadar kahraman zâttır, ne kadar zarif kişidir, o ne kadar akıllı kimsedir diye övülür. Halbuki onun kalbinde hardal tanesi kadar iman yoktur.” (Müslim, Fiten)
Bu Hadis-i şerif’i burada arzetmekteki gayemiz, siz bunları dıştan dinde kahraman gibi görürsünüz. Oysa ki bunlar sahte kahramandır. Allah-u Teâlâ bunlara hidayet vermemiştir. İmansız olarak yaşarlar, bütün iş ve icraatları gösterişten ibarettir.
“Şüphesiz sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim. O halde bana kulluk edin.
Amma ne var ki insanlar din hususunda kendi aralarında parçalara bölündüler. Halbuki hepsi bize dönecekler.
İnanmış olarak sâlih amel işleyenlerin ameli inkâr edilmeyecektir. Biz onu yazmaktayız.”
Âyet-i kerime’lerin izahı:
“Şüphesiz sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim. O halde bana kulluk edin.” (Âyet: 92)
Allah-u Teâlâ müslümanları bir tek ümmet kıldığını beyan ediyor ve emrine itaat edilmesini, samimi bir kulluk yapılmasını emir buyuruyor ve bekliyor.
Ve fakat O’nun bu hükmünü ve emrini tanımayanlara, yoldan sapanlara, şeytana tapanlara gelince; onlar artık şeytanın arkadaşıdırlar, Hazret-i Allah ile hiçbir ilgileri kalmamıştır. Cehennemde de hiç şüphe yok ki şeytanla beraber olacaklardır.
“Amma ne var ki insanlar din hususunda kendi aralarında parçalara bölündüler. Halbuki hepsi bize dönecekler.” (Âyet: 93)
Allah-u Teâlâ’nın emirlerini dinlemediler, hükmüne karşı geldiler, fırkalara ayrılıp paramparça oldular. Bu bölücüler bu itaatsızlıklarının cezasını kendileri düşünsünler.
Çünkü:
“Biz Allah içiniz ve yine O’na döneceğiz.” (Bakara: 156)
Kaçacak bir yer var mı?
“İnanmış olarak sâlih amel işleyenlerin ameli inkâr edilmeyecektir. Biz onu yazmaktayız.” (Âyet: 94)
Allah-u Teâlâ kendisine yönelmiş, ibadet ve taatına devam etmiş olan ihlaslı kullarının her sevabını yazmakla, derecelerini artırmaktadır. Onlara katından büyük mükâfatlar vermeye vaad-i Sübhânisi vardır.
Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyurmaktadır:
“Onlar Allah’ın ahdini yerine getirirler, verdikleri sözü bozmazlar. Onlar Allah’ın birleştirilmesini emrettiği şeyi birleştirirler. Rabblerinden korkarlar ve en kötü hesaptan ürkerler.” (Ra’d: 20-21)
Küfrü imana, dünyâyı âhirete, dalâleti hidâyete tercih eden bedbahtlar hakkında ise şöyle buyurulmaktadır:
“Allah’a verdikleri sözü kuvvetle pekiştirdikten sonra bozanlar ve Allah’ın birleştirilmesini emrettiği şeyi ayıranlar ve yeryüzünde fesat çıkaranlar... İşte lânet onlar içindir ve kötü yurt cehennem de onlarındır.” (Ra’d: 25)
“Hepiniz O’na yönelin ve O’ndan korkun, namaz kılın, müşriklerden olmayın.
Onlar ki dinlerinde ayrılığa düşüp fırka fırka oldular. Her bölük her parti kendi tuttuğu yoldan memnundur, yanında bulunan (din veya kitapla) sevinmektedir.”
Allah-u Teâlâ kullarının kendisine yönelmelerini, yalnız kendisinden korkmalarını ve kulluk yapmalarını, nefislerini ilâh edinmemelerini emir buyuruyor. Zira bu bir şirktir, yapan müşriktir. Kim ki bu emr-i ilâhi’yi dinlemezse, onun Hazret-i Allah ile ve İslâm dini ile ne ilgisi kalır?
Bu Âyet-i kerime’de de Allah-u Teâlâ, dinlerinde ayrılığa düşüp fırka fırka olan bölücülerin müşrik olduğunu ve tuttukları yoldan memnun olduklarını beyan buyuruyor.
Kendi yanında bulunan dinden murad, yaptıkları isimdir. Kitapları ise kendi zanlarına göre uydurdukları hüküm ve tüzükleridir. Bunun böyle olduğunu çok iyi bilin.
Bir Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:
“Sizin O’nu bırakıp da taptığınız, kendinizin ve atalarınızın adlandırdığı uydurma bir takım isimlerden başka bir şey değildir. Allah bunlara dair hiçbir delil indirmemiştir. Hüküm koyma yetkisi ancak Allah’ındır. O da kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Yusuf: 40)
Âyet-i kerime’de açık olarak görülüyor ki, her birinin ayrı bir isimle ortaya çıkmaları; ayrı bir din kurduklarını göstermektedir. Bu bakımdan bunlar İslâm dininin tahripçileri ve yıkıcılarıdır. Kâfir dediğin kimse bu tahribi yapamaz ve fakat müslüman zannettiğin bu kâfirler İslâm dinine en büyük düşmanlığı yapıyorlar.
Siz ise hâlâ bunlara müslüman gözüyle bakıyorsunuz.
Sana da yuh olsun!
Onlara meylettiğiniz veyahut müslüman zannını verdiğiniz anda onlardan olursunuz. Çünkü onlar Allah-u Teâlâ’nın kelâmını çürütmek ve hükm-ü ilâhi’yi hükümsüz hale getirmek için yarış halindeler.
“Âyetlerimizi hükümsüz bırakmak için yarışırcasına uğraşanlar için de iğrenç ve acıklı bir azap vardır.” (Sebe: 5)
İşte âkıbetleri de budur.
•
Elmalılı Hamdi Yazır Efendi Âyet-i kerime’lerin tefsirinde şöyle buyurmaktadır:
“Onlar ki dinlerini ayırdılar, öbek öbek oldular. Her biri kendi hususiyetine, kendi çıkarına, dar kafası ile kendi kuruntusuna göre bir hevâ ile dinini ayırıp ayrı bir başbuğ arkasına düşerek fırka fırka olmuşlar, her bölük kendilerindekine güvenmektedirler.” (Hak dini Kuran Dili, Cilt;5 sh.3826)
•
Görülüyor ki;
Müminun sûre-i şerif’i 52-56. Âyet-i kerime’leri,
Hicr sûre-i şerif’i 90-94. Âyet-i kerime’leri,
Enbiyâ sûre-i şerif’i 92-94. Âyet-i kerime’leri,
Rum sûre-i şerif’i 30-31. Âyet-i kerime’leri aynı noktayı işaret ettikleri halde ayrı ayrı nazil olmuşlardır. Bölücülerin iç durumlarını ortaya koyuyor. Kaçacak hiç yerleri yok. Hangi birini inkâr edecekler?
•
“Allah katında din İslâm’dır. Ancak kendilerine kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonra birbirlerini çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler. Kim Allah’ın âyetlerini inkâr ederse, bilsin ki Allah hesabı çok çabuk görendir.
Eğer seninle tartışmaya girişirlerse de ki: ‘Bana uyanlarla birlikte ben kendimi Allah’a teslim ettim.’
Kendilerine kitap verilenlere ve kitapsız ümmilere de de ki: ‘Siz de İslâm oldunuz mu?’
Eğer İslâm olurlarsa doğru yolu bulurlar. Yok eğer yüz çevirirlerse sana düşen yalnızca duyurmaktır. Allah kullarını görür.”
Allah-u Teâlâ önceki ümmetlerden kendilerine kitap verilenlerin, kendilerine peygamber gönderilip kitaplar inzâl edilmek suretiyle aleyhlerinde hüccetler, deliller olmasından sonra ayrılığa düştüklerini haber vermektedir.
Burada anlaşılıyor ki, kim Allah’ın kitabında beyan etmiş olduğu hükümleri inkâr ederse, Allah-u Teâlâ onu hesaba çekecek ve bu yalanlamasından dolayı onu şiddetli azaba çarptıracaktır.
Diğer bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“De ki: İşte benim yolum budur. Ben Allah’a davet ediyorum. Ben ve bana tâbi olanlar basiret üzerindeyiz. Allah’ı noksan sıfatlardan tenzih ederim. Ben müşriklerden değilim.” (Yusuf: 108)
“İnsanlar ilk önce bir tek ümmet idiler, sonradan ayrılığa düştüler. Eğer Rabbinden ezelde bir takdir geçmemiş olsaydı, ihtilâfa düştükleri şeyler hakkında hüküm çoktan verilmiş olurdu.”
Allah-u Teâlâ bunlara karşı ne kadar gazaba gelmiş ki, yaratıkları sayılı bir ecele kadar geciktirmemiş olsaydı, gadab-ı ilâhî hemen üzerlerine inecekti.
Ezelden onlara tanınmış bir sürenin dolmasını murad ettiğinden, hemen helâk etmediğini ve fakat bunları er-geç helak edeceğini beyan buyuruyor ve şiddetli bir azap ile azap edeceğini haber veriyor.
Allah-u Teâlâ zâlime mühlet verir, o verilen mühlet sırasında günah işledikçe azabını artırır. O ise bu mühleti kendisi için rahmet zanneder.
Bir Âyet-i kerime’de de şöyle buyuruluyor:
“Bilmiyorum, belki de bu (azabın ertelenmesi) sizi denemek ve bir süreye kadar sizi yaşatıp barındırmak içindir.” (Enbiyâ: 111)
Yani bu bölücülerin yaptıkları yanlarına kâr kalacak sanılmasın. Cezanın gecikmesi, azaplarının artmasına vesiledir.
“Onlar kendilerine ilim geldikten sonra birbirlerini çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler.
Eğer belirli bir süre için Rabbinin verilmiş bir sözü olmasaydı aralarında hemen hükmedilerek iş bitirilmiş olurdu.”
Buradan anlaşılıyor ki Allah-u Teâlâ onlara karşı ne kadar gazaba gelmiş!
Bir taraftan kulluğundan tardetmiş, diğer taraftan da en şiddetli bir azabı onlara hazırladığını beyan buyurmuş.
Bunlar da bölücülükte sevine dursunlar. Bunlara uyanlar da ibret alsınlar. Çünkü aynı azabı onlar da tadacaklar. Uymak şöyle dursun, onlara meyletmek dahi helâk olmaya kâfidir.
Bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Azabı gördükleri zaman kimin yolunun sapık olduğunu bilecekler.” (Furkan: 42)
Amma kaçıp kurtulmak ne mümkün?
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyurulmaktadır:
“Fırkalar kendi aralarında ayrılığa düştüler. O büyük güne şahid olunduğu zamanda vay o kâfirlerin haline!
Bizim huzurumuza çıkacakları zaman ne iyi duyarlar ve ne iyi görürler! Fakat o zâlimler bugün apaçık bir sapıklık içindedirler.
Resulüm! Hâlâ gaflet içinde bulunanları ve hâlâ inanmayanları, işin bitmiş olacağı o hasret günü ile uyar.
Şüphesiz ki biz bütün yeryüzüne ve üzerinde bulunanlara vâris olacağız. Onlar bize döndürülecekler.” (Meryem: 37-40)
“İnsanlar bir tek ümmet idi. Bu durumda iken Allah (doğru yolda olanları) müjdelemek, (yoldan sapanları da) uyarmak üzere peygamberler gönderdi.
Ayrılığa düştükleri hususlarda insanlar arasında hüküm vermeleri için, onlarla beraber içinde gerçekleri taşıyan kitap da indirdi.
Oysa kendilerine kitap verilmiş olanlar, kendilerine apaçık deliller geldikten sonra, sırf birbirlerini çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler. Bunun üzerine Allah, kendi izniyle ayrılığa düştükleri şeyleri inananlara gösterdi.
Şüphesiz ki Allah dilediğine doğru yolu gösterir.”
Allah-u Teâlâ İsrailoğullarına nimet olarak peygamberler ve ilahî kitaplar göndermişti. Fakat onlar ayrılığa düştüler, dünyevî arzulara daldılar, bu büyük nimetten kendi kendilerini mahrum bıraktılar.
Bu Âyet-i kerime ile müslümanlara bu hususta özellikle İsrailoğullarının durumuna bakıp ibret almaları ve uyanık olmaları tavsiye edilmektedir. Bunlar bu tavsiyeye uymak şöyle dursun, daha büyük bir sapıklığa, daha büyük bir azgınlığa ve daha büyük bir kâfirliğe daldılar.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in duâlarından birisi de şöyle idi:
“Ey Allah’ım! Ayrılık yapmaktan, münafıklıktan ve kötü ahlâktan sana sığınırım.” (Ebu Dâvud)
İşte bu bölücüler ibret almadılar, bunlardan daha ileri giderek yetmişüç fırka oldular.
Vah bunların haline! Çünkü bunlar Hazret-i Allah’a meydan okumaya çalışıyorlar.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Âhir zamanda öyle kimseler türeyecektir ki, bunlar dinlerini dünyalığa âlet edeceklerdir. İnsanlara karşı koyun postuna bürünmüş gibi yumuşak ve güzel huylu görünürler. Dilleri şekerden bile tatlıdır, amma kalpleri kurt gönlü gibidir. Aziz ve Celil olan Allah-u Teâlâ bu gibi kimseler için şöyle buyuruyor:
Bunlar acaba benim sonsuz affediciliğime mi güveniyorlar, yoksa bana karşı meydan mı okuyorlar? Ululuğum hakkı için, onlara öyle ağır bir musibet vereceğim ki aralarında bulunan yumuşak başlılar şaşa kalacaklar.” (Tirmizî)
Bu Hadis-i şerif’i bir inceleyin, bir de bu bölücülerin icraatlarına bakın! İsterken koyun postuna bürünüyorlar, aldıktan sonra da kurt kesiliyorlar. Hepsi milyarder oldu.
Ve Ümmet-i Muhammed’e en büyük düşman kesilerek İslâm dininin çürümesine, yok olmasına gayret ediyorlar.
“Aralarında çıkan gruplar, birbirleri ile ayrılığa düştüler. Acıklı bir günün azabı karşısında vay o zulmedenlerin hâline!”
Bunca Âyet-i kerime’ler onlara hitap ettiği halde hiçbirine aldırış etmiyorlar. Üstelik bu bölücülüğü İslâm namına yapıyorlar ve kendilerini müslümanların ön safında gibi göstermeye çalışıyorlar. Gayeleri bozgunculuk ve bölücülük. Bütün bölücüler böyledir.
İyi bilin ki onlar cehenneme girenlerin öncüsüdürler. Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lere iman ediyorsanız bunu göreceksiniz.
Allah-u Teâlâ bunları nasıl acıklı bir azaba müstehak edeceğini ve acıklı bir azapla karşılaştıracağını açıkça beyan buyuruyor:
“İşte böyle... Çünkü onlar Allah’ın indirdiğinden tiksinip hoşlanmamışlardır. Bunun için Allah onların amellerini boşa çıkarmıştır.” (Muhammed: 9)
Hazret-i Allah da onlardan hoşlanmamıştır.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Allah-u Teâlâ’ya muhabbetin alâmeti zikrullahı sevmek, buğzunun alâmeti zikrullahı sevmemektir.” (C. Sağir)
Bu Hadis-i şerif de Allah-u Teâlâ’nın onlara buğzettiğine dâir açık bir delildir. Çünkü onlar Hazret-i Allah’ın zikrinden göz yummuşlardır. Küfürlerini yaymaya çalışmaktadırlar.
“İnsanlar kabul edip girdikten sonra Allah’ın dini hakkında tartışmaya girişenlerin iddia ve delilleri Rableri katında hükümsüzdür. Onlara bir gazap vardır ve çok çetin bir azap da onlar içindir.”
Bütün insanlar, cinler ve melekler dahi Allah-u Teâlâ’nın bir tek Âyet-i kerime’sine karşı çıksalar hükümsüzdür. Çünkü hüküm vermek yalnız Allah-u Teâlâ’ya aittir, mahlûkun hükmü yoktur.
Âyet-i kerime’sinde:
“Yaratmak da emretmek de O’na mahsustur.” buyuruyor. (A’raf: 54)
Binaenaleyh bir tek Âyet-i kerime’yi hükümsüz saydıkları zaman, iyi bilin ki İslâm dini ile hiçbir ilgileri kalmaz.
Bunca Âyet-i kerime’leri önlerine serdiğimiz halde; kalpleri mühürlenmiş, gözlerine perde çekilmiş, kulakları sağır edilmiş kimseler, hiçbir set tanımıyor. İşte bunlar cehennemliktir.
En büyük gadâb-ı ilâhî’ye maruz kaldıkları husus, Allah-u Teâlâ’nın kesinlikle yasak etmiş olduğu şeylere “Allah-u Teâlâ böyle emrediyor.” diye kendi zanlarını ortaya koymaya çalışmalarıdır.
Allah-u Teâlâ bir Hadis-i kudsî’de şöyle buyurur:
“Yasak ettiğim şeylerin dışında, kullarıma ihsan ettiğim her şey onlar için helâldir. Binaenaleyh hiçbir kimse Allah’ın helâl kıldığını haram kılamaz. Ben bütün kullarımı hakkı kabule müsait olarak yarattım. Fakat şeytan bunlardan bazılarına geldi de, onları hak olan dinlerinden bâtıla ve onları helâl kıldığım şeyleri haram kılmaya teşvike ve benim emrettiğim şeyleri bana şerik koşmalarını emretti.” (Müslim)
“Ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm vermek Allah’a mahsustur. İşte benim Rabbim olan Allah budur. Ben ancak O’na tevekkül eder ve yalnızca O’na yönelirim.”
Ayrılığa düşülen hususlarda hüküm vermek Allah-u Teâlâ’ya mahsus olduğu gibi, O’nun hükmüne uyup uymamak da kişiyi mümin veya kâfir kılacağı ortaya çıkar. Hükmüne rızâ gösterenleri rızâsına ulaştırır, bâtıla uyanları da helâk eder.
Diğer bir Âyet-i kerime’sinde:
“Ayrılığa düştüğünüz şeyler hakkında aranızda ben hükmedeceğim.” buyuruyor. (Âl-i imran: 55)
Bu bir aynadır. Kendini aynada gör. Hazret-i Allah’ın âyetlerine iman edip bölücülükten vazgeçenlerden misin? Yoksa inat edip küfürde kalanlardan mısın?
İyi bil ki hükmünü verdin! Ya müminsin ya da kâfir. Çünkü bu dünya bir imtihan sahnesidir, bu da bir imtihandır.
“Kendilerine ‘Yeryüzünde fesad çıkarmayın!’ denildiği zaman ‘Biz ancak ıslah edicileriz’ derler. İyi bilin ki asıl ortalığı ifsad edenler kendileridir, lâkin anlamazlar.” (Bakara: 11-12)
Bölücüler de din kurucuları da hem fesad çıkarıyorlar, hem de fesadçı olmadıklarını söylüyorlar. Âyet-i kerime’leri çürütüp halkın nazarında kendilerini gizlemek istiyorlar. Zira bunların Hakk ile hiçbir ilgileri yoktur. Olsa zaten bunu yapmazlar.
Bu Âyet-i kerime’ler onların hareketlerini açık olarak belirtiyor.
“Onlara ‘Müslümanların inandığı gibi siz de inanın!’ denildiği zaman ‘Beyinsizlerin inandığı gibi mi inanalım?’ derler. İyi bilin ki asıl beyinsizler kendileridir, fakat bunu bilmezler.” (Bakara: 13)
Allah-u Teâlâ onları ikaz ediyor, imana, İslâm’a davet ediyor. Ve fakat bu bölücü beyinsizler madde, nam ve menfaatlarının kesileceğini bildikleri için, kendi dinlerini bırakıp hakikata yanaşmıyorlar. Hakk’ın emirlerini kabul etmeyip küfürde kalıyorlar.
“Biz Âyetleri inkâr etmiyoruz” diyorlar. İman etseydiler böyle yapar mıydılar?
“Müminlerle karşılaştıkları zaman ‘İnandık’ derler, elebaşları ile başbaşa kaldıklarında ise ‘Biz şüphesiz sizinleyiz, onlarla sadece alay etmekteyiz!’ derler.” (Bakara: 14)
İşte sözlerimizi bu Âyet-i kerime tasdik ediyor. Bölücülerin durumu bundan ibarettir.
“Allah da kendileriyle alay eder, azgınlıklarında onlara mühlet verir, bu yüzden onlar bir müddet başıboş dolaşırlar.” (Bakara: 15)
Bu, onların yaptıklarına karşı, Allah-u Teâlâ’nın verdiği hükümdür.
“İşte onlar hidayet karşılığında sapıklığı satın almışlardır. Bu alış-veriş kendilerine kâr sağlamamıştır, doğru yolu da bulamamışlardır.” (Bakara: 16)
Allah-u Teâlâ onları böyle vasıflandırıyor. Onların apaçık sapık olduklarını buyuruyor ve iman edenlere de duyuruyor.
Ahiretteki durumları hakkında da bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Münafıklar müminlere ‘Biz sizinle beraber değil miydik?’ diye seslenirler. Müminler de derler ki ‘Evet amma, siz kendinizi aldattınız, bize pusu kurdunuz, şüpheye düştünüz, kuruntu sizi aldattı. O çok aldatıcı (şeytan) sizi Allah hakkında bile aldattı. Nihayet Allah’ın emri gelip çattı.” (Hadid: 14)
Hadi şimdi kurtul!
Nedamet çok, faydası hiç yok. Çünkü siz şeytan fırkasındansınız. İmamlarınıza uydunuz, onlara iman ettiniz. Hazret-i Allah ve Resul’ünün hükmünü inkâr ettiniz. İşte yaptıklarınızın karşılığı budur.
“Kâfir olanlar bile birbirlerinin dostlarıdırlar. Eğer siz bunu yapmazsanız yeryüzünde fitne ve büyük bir fesad (kargaşalık) olur.”
Bugün olduğu gibi.
Allah-u Teâlâ müminlerin birbirlerinin dostu olduğunu zikrettikten sonra, onlarla kâfirler arasındaki dostluğu da kesmiştir.
Müminler birleşip birbirlerine destek vermezlerse, birbirlerinin dostu olan kâfirler fitne ve fesad çıkarmaktan geri kalmazlar.
Bugün bütün bölücülerin, İslâm’dan ayrılarak kendi başlarına din kuranların birbirlerine dost olduklarını görüyoruz. Allah-u Teâlâ’nın emir ve hükümleri yüzlerine karşı okunduğu zaman yekvücud oluyorlar.
İşte Allah-u Teâlâ onlara karşı birliği, beraberliği ve onlara karşı mücadeleyi emrediyor. Şayet bu yapılmazsa, fitneye müdahale edilmezse, fitne ve fesad alır başını yürür. Umumun helâkına da vesile olur.
Bunun içindir ki bu Din-i mübin’i parçalamak isteyenlere müdahale etmemiz, bu türeme imamlara ve onlara tâbi olanlara yol vermememiz, ifsadlarına set olmamız gerekiyor. Aksi halde Allah-u Teâlâ’nın azabı bize de dokunur.
Diğer bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Öyle bir fitneden sakının ki, aranızdan sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz. (Hepinize sirayet eder.) Bilin ki Allah’ın azabı şiddetlidir.” (Enfâl: 25)
Allah-u Teâlâ fitne çıkınca herkese isabet edeceğini beyan ediyor. Ya bu fitneyi bastırmamız lâzım, veya bu fitneden gelen azaba bizim de uğrayacağımızı unutmamamız lâzım.
Nitekim görülüyor ki Allah-u Teâlâ’nın Âyet-i kerime’leri birleşmemizi emrederken, bu bölünmeler başımıza büyük felâketler getirebilir.
Ümmü Seleme -radiyallahu anhâ- vâlidemizden rivayet edildiğine göre Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Ümmetim içinde açıktan kötülükler işlenirse, o zaman Allah-u Teâlâ katından hepsine birden azap eder.
– Yâ Resulellah! Onların içinde sâlih insanlar yok mudur?
– Evet vardır.
– O halde onlara bunu nasıl yapar?
– İnsanların başına gelen onların da başına gelir. Sonra Allah’tan bir bağışlanma ve hoşnudluğa ulaşırlar.” (Ahmed bin Hanbel)
Bir Hadis-i şerif’te ise şöyle buyuruluyor:
“Allah bir topluluğa azap indirdiği zaman, o topluluğun içinde bulunan herkese isabet eder. Sonra (kıyamet gününde) herkes niyetlerine göre diriltilirler.” (Buharî)
Bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Aramızdaki beyinsizlerin yaptıklarından ötürü bizi helâk eder misin Allah’ım!” (A’raf: 155)
Bu bir nevi Hazret-i Allah’a sığınmak ve yalvarmaktır.
Yâ Rabbi! Biz onlardan değiliz. Biz senin hasımlarına düşman kesildik. Yardım ve desteğinle hiç kimseden çekinmeyerek mücadelemize ve mücahedemize devam ediyoruz. Zâtına iman ettik ve sığındık. Allah’ım bu beyinsizlerin yüzünden bizi helâk etme!
“İçinizden iki bölük bozulmaya yüz tutmuştu. Oysa Allah onların yardımcısı idi. Müminler yalnız Allah’a güvensinler.”
Bu çok büyük fitneler karşısında müminlerin tek bir fert de olsa Hazret-i Allah’a dayanıp güvenerek mücadele ve mücahedesini yapması lâzımdır.
Eğer gerçekten mümin ise Allah-u Teâlâ’nın onu destekleyeceğine dair vaad-i Sübhânisi var.
Diğer Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyuruyor:
“Allah sana kâfidir. O ki, seni ve müminleri yardımıyla destekleyendir.” (Enfâl: 62)
“Müminlere yardım etmek üzerimize hak olmuştur.” (Rum: 47)
“Ey iman edenler! Müminleri bırakıp kâfirleri dost edinmeyin. Allah’ın aleyhinize apaçık bir ferman vermesini mi istersiniz?”
Burada şiddetli bir tehdit ve azap ifadesi vardır.
Allah-u Teâlâ müminlere, kâfirleri dost edinmemelerini muhakkak emrettikten sonra, bu emr-i ilâhi’ye uymayanların ise Allah-u Teâlâ’nın dostluğunu kaybetmekle cezalandırılacağını bildirmektedir:
“Müminler, müminleri bırakıp kâfirleri dost edinmesinler, kim bunu yaparsa Allah ile hiçbir dostluğu kalmaz.” (Âl-i imran: 28)
Bölücülere en küçük bir meyille meyleden onlardan olur ve Allah-u Teâlâ’nın dostluğunu kaybeder.
Münafıklar hakkında ise şöyle buyurulmaktadır:
“Onlar müminleri bırakıp kâfirleri dost edinirler. Onların tarafında bir şeref ve kudret mi arıyorlar? Bilsinler ki şeref ve kudret tamamen Allah’a âittir.” (Nisâ: 139)
Görülüyor ki küfrünü alenen ilân edenlere “Bu benim kardeşimdir.” diyenler küfürde yarış ediyorlar. Küfürde müşterektirler. Tevbe edip müslüman olmadıkları taktirde küfürde olduklarını iyi bilin. Bu Âyet-i kerime’ler onların iç durumlarını ne kadar güzel beyan ediyor.
Allah için sevgi Allah için buğz, imanın en sağlam kulpudur. İnsan ne kadar ibadet ederse etsin, bunu ayırt edemezse dalâlettedir, ibâdetlerinden fayda göremez, çok ince bir noktadır.
Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurur:
“Ey iman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin. Onlar size gelen gerçeği inkâr etmişken, onlara sevgi gösteriyorsunuz. Oysa onlar Rabbiniz olan Allah’a inandığınızdan dolayı Peygamber’i ve sizi yurdunuzdan çıkarıyorlar. Eğer sizler benim yolumda savaşmak ve hoşnudluğumu kazanmak için çıkmışsanız, onlara nasıl sevgi gösterirsiniz? Ben sizin gizlediğinizi de açığa vurduğunuzu da bilirim. İçinizden kim bunu yaparsa doğru yoldan sapmış olur.” (Mümtehine: 1)
Allah-u Teâlâ müminlerin kâfirleri sevmelerini, onları dost edinmelerini, sevgi ve dostluk hisleri beslemelerini, onlara karşı ihlâslı davranmalarını yasaklamaktadır.
Sen ise bu yasaklamayı nazar-ı itibara almayıp “Bunlar da bizdendir.” demekle, gerçekte sen de oldun onlardan.
Diğer bir Âyet-i kerime’de ise şöyle buyuruluyor:
“Eğer onlar Allah’a, Peygamber’e ve ona indirilen Kur’an’a inanmış olsalardı, onları dost edinmezlerdi. Fakat onların çoğu yoldan çıkmışlardır.” (Mâide: 81)
Burada da apaşikâr görülüyor ki, onlara meyledenlerin onlardan olduğunu, Hazret-i Allah’a inanmadığını, Hazret-i Allah’ın bunları hidayetten mahrum ettiğini buyuruyor ve iman edenlere duyuruyor.
Bölücülere meyletmenin cezasını şimdi siz de gördünüz mü?
“Andolsun ki sen kendilerine kitap verilmiş olanlara her türlü âyeti getirsen, yine de sana uyup kıblene dönmezler. Sen de onların kıblesine dönecek değilsin. Onlar birbirinin kıblesine de dönmezler.
Sana gelen ilimden sonra eğer sen onların heveslerine uyacak olursan, işte o zaman sen de zulmedenlerden olursun.”
İşte bölücülerin durumu budur. Bunca Âyet-i kerime getiriyorsunuz, iman etmemek için Âyet-i kerime’yi çürütmeye çalışıyor. Zira o Âyet-i kerime’ler onun dinini tarif ediyor. Siz de bundan ibret alın. Onların iç durumlarını görün.
“Küfre varıp âyetlerimizi yalanlayanlar ise, cehennem ehlidirler. Onlar o ateşte ebedî olarak kalıcıdırlar.” (Bakara: 39)
Sen de onlara uyarsan, onları ve yaptıklarını benimsersen, bil ki onların dinindensin. İslâm dininin yıkıcılarındansın. Çünkü Allah-u Teâlâ’nın düşmanına destek veriyorsun.
“Yeryüzünde haksız yere böbürlenip büyüklük taslayanları âyetlerimi idrakten çevireceğim, anlamaktan mahrum edeceğim.”
Allah-u Teâlâ âhirzaman ulemâsına ve bölücülere niçin gazap ediyor?
Ki Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, âhirzamanda gökkubbe altında en şerli insanların âhirzaman ulemâsı olacağını haber veriyor. Bölücüler hakkında Allah-u Teâlâ’nın bu kadar beyanları var.
Çünkü onlar Allah-u Teâlâ’nın koyduğu hudutları kaldırmak istiyorlar.
Bu din çok nezih bir dindir, münevver bir yoldur. Onların iş ve icraatlarını açık açık ortaya koyar, yapmak istediklerinin önüne set koyar. O’nun koyduğu hudutlar onların dinlerine mânidir.
Onlar güya müslüman gibi görünürler. Kendi ayıpları meydana çıkmaması için, kendi arzularını yürütmek ve kendi dinlerini kuvvetlendirmek için, İslâm’ı gizliden gizliye hükümsüz hâle getirmek isterler.
Bunu bir kâfir, bir müşrik yapamaz. Kâfirin cephesi var, ben kâfirim diyor. Bunların kâfirlerden de daha aşağı oluşlarının sırrı buradan geliyor.
Herkeste ilim yok ki, bunu tefrik edebilsin, onların maskelerini görsün. Binaenaleyh saf müslümanları avladıklarından ötürü kâfirden çok çok daha büyük tehlike kesbetmektedirler. İhlâslı Ümmet-i Muhammed’i vurarak ebedi hayatlarını katlediyorlar.
“Resulüm! Seni de din hususunda bir şeriat sahibi kıldık. Sen ona uy, bilmeyenlerin heveslerine uyma.
Çünkü onlar Allah’a karşı sana hiçbir fayda veremezler. Zâlimler birbirlerinin dostlarıdırlar.
Bu Kur’an insanların kalp gözlerini açacak bir nur, kesin olarak inanan bir toplum için hidayet ve rahmettir.”
Bu heveslerine uyanlar din kuranlardır, kendi dinlerini ayakta tutmak için Allah-u Teâlâ’nın dinini yok etmek isteyenlerdir.
Ey Arkadaş! Allah-u Teâlâ’nın bu açık beyanlarını inkâr edip bu bölücüleri müslüman mı zannedersin? Bu zannınla kendini bu kâfirlerden ayrı mı sanacaksın? Çünkü sen ferman-ı ilâhi’ye göz yumup, bölücülerin lâflarına ağzını açtın, bu azaba düçar oldun.
Eğer Hazret-i Allah’a imanın olsaydı, elbette bölücülere iman etmezdin.
Görmez misin ki Hazret-i Allah ve Resul’ünün emir ve ahkâmını hor görüp nasıl saklıyorlar? Bu perde altında saklanıp gaye ve menfaatlerini temine çalışıyorlar. Bu böyle olmuyor mu, bir düşün!
“Münafıkların durumu şeytanın durumu gibidir. Çünkü şeytan insana ‘İnkâr et!’ der. İnsan inkâr edince de ‘Ben senden uzağım, ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım.’ der.”
İşte bu bölücüler, bu saptırıcılar var ya! Hakk Celle ve Alâ Hazretleri tarif ederken, onların şeytandan daha kötü olduğunu ve tehlikelerinin daha fazla olduğunu beyan buyurur ve iman edenlere duyurur.
İşte size Âyet-i kerime’yi açıklıyorum. Bu şeytandan da daha kötü olanlara hâlâ İslâm gözüyle mi bakacaksınız?
“Yoksa ‘Onu peygamber kendisi uydurdu.’ mu diyorlar?
Hayır!... O, senden önce peygamber gönderilmemiş bir kavmi uyarman için sana Rabbinden gelen bir gerçektir. Umulur ki doğru yolu bulurlar.”
Nitekim bölücülere Allah-u Teâlâ’nın kelâmı, Resulullah Aleyhisselâm’ın Hadis-i şerif’leri beyan edilirken, ilâhi hükmü hiçe sayarak onu çürütmek için “Bunu sen mi uydurdun?” diyorlar.
Oysa Allah-u Teâlâ’nın açık fermanı onlara arzedildikten sonra, bunu hükümsüz sayanlardan daha zâlim kim var?
Allah-u Teâlâ diğer bir Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurur:
“Kendisine Rabbinin âyetleri hatırlatılarak öğüt verildikten sonra, onlardan yüz çeviren kimseden daha zâlim kim olabilir?
Muhakkak ki biz zâlimlerden öç alacağız.” (Secde: 22)
“İnsanlar arasında öyleleri var ki, bir bilgisi olmadığı halde Allah yolundan saptırmak ve onunla alay etmek için boş lafı satın alır. İşte onlara alçaltıcı bir azab vardır.”
Nitekim bugün görülüyor ki Âyet ve Hadis bilmezler, bilseler de arzetmezler. Zira ilâhi hüküm onların dinlerini belirtir. İş ve icraatlarının yalan ve yanlış olduğunu ortaya koyar.
Bunlar boş sözlerle, yalanla dolanla güya İslâm dinini temsil ettiklerini söylerler. Oysa bunlar yalancı ve fâsıkların tâ kendileridir.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Anlamaz bir güruh oldukları için, Allah onların kalplerini imandan çevirmiştir.” (Tevbe: 127)
“İnsanlar içinde ne bilgisi, ne rehberi, ne de aydınlatıcı bir kitabı yokken Allah hakkında tartışan kimseler vardır.”
Bölücüler ise böylece dinlerini kuvvetlendirmek için bir taraftan Allah-u Teâlâ’nın Âyet-i kerime’lerini çürütmeye çalışırlar, diğer taraftan da sapık yol üzerinde yürümeye çalışırlar.
“Onlara Allah’ın indirdiğine uyun!’ denildiğinde ‘Hayır! Biz babalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız.’ derler.
Ya şeytan babalarını alevli ateşin azabına çağırıyor idiyse!”
Allah-u Teâlâ’nın dini olan İslâm’ına onlara emir verip çağırdığında, onlar “Hayır, biz kendi dinimize uyarız.” derler.
Nitekim bunca Âyet-i kerime’ler önlerine sürülüyor da hangi birini kabul edip İslâm oluyorlar? Kendi dinlerinde direniyorlar. İslâm dininin çökmesini istiyorlar. Hem de güya kendilerini müslüman olarak tanıtmaya çalışıyorlar. Bu böyle değil midir? Bunun hangisine itiraz edebilirler?
Ve onlara “Dinlerinizi bırakın, Hazret-i Allah’ın dinine gelin.” dendiği zaman bunu kaç kişi kabul ediyor?
İşte bunlar şeytan fırkasındandırlar.
Diğer bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Âyetlerimizi yalanlayan ve onlara iman etmeyi kibirlerine yediremeyenlere göğün kapıları açılmaz, deve iğnenin deliğinden geçmedikçe cennete de giremezler. Suçluları biz böyle cezalandırırız.” (A’raf: 40)
“Onlar (yapageldiklerinden dolayı) bir fitne kopmayacağını sandılar, kör oldular sağır kesildiler. Sonra Allah tevbelerini kabul etti. Sonra yine de içlerinden bir çoğu kör oldular, sağır kesildiler.
Allah onların yaptıklarını görmektedir.”
Hakikattan mahrum oldukları için Allah-u Teâlâ onları kör ve sağır olarak vasıflandırıyor. Durumları budur, hakikatlar karşısında kör ve sağırdırlar. Hakkı işitip duymazlar ve Hakk yolunda yürümezler.
Kimin hidayeti hak ettiğini, kimin dalâlete müstehak olduğunu en iyi bilen Allah’tır.
Bir Âyet-i kerime’de de şöyle buyuruluyor:
“İşte bunlar, Allah’ın kendilerini lânetlediği, sağır yaptığı ve gözlerini kör ettiği kimselerdir.” (Muhammed: 23)
Artık bunlara kim hidayet verebilir?
“Onlar yılda bir veya iki defa belâya uğratılıp imtihana çekildiklerini görmüyorlar mı? Böyleyken yine tevbe etmiyorlar, ibret de almıyorlar.”
Nitekim daha önce geçen kavimleri de Allah-u Teâlâ birçok ibtilâlara, belâlara uğratmıştır. Fakat onlar ibret alıp iman etmemişlerdir.
Sonra onlara bolluk vermiş, o bolluk içinde zevk ve sefa sürerlerken yok edivermiş. Hûd sûre-i şerif’inde bunlar hakkında mufassal bilgiler vardır.
İşte şimdiki bölücülere de dikkat ederseniz, hepsi de cep cihadcılığına girişmişler, lüks ve refah içinde yaşamak arzusu üzerinde duruyorlar. İlâhi hükümler onların dalâlette olduklarını bildirdiği için dünyalık kazancımız elden çıkmasın, menfaatlerimiz kesilmesin, halkı yolmaya devam edelim diye her türlü ilâhi hükme itiraz ediyorlar, çeşitli vesilelerle çürütmeye çalışıyorlar, dolayısı ile inkâr ediyorlar.
“Eğer içinizde onlar da (sefere) çıkmış olsalardı, size bozgunculuktan başka bir katkıları olmazdı ve mutlaka fitne çıkarmak isteyerek aranıza sokulurlardı.
İçinizde de onlara iyice kulak verenler var. Allah zâlimleri gayet iyi bilir.” (Âyet: 47)
Âyet-i kerime’den anlaşılıyor ki, kim ki bunlara meylederse, muhakkak ki zulmetmiş olur. Zulmedenleri ise Allah-u Teâlâ sevmez.
“Andolsun ki daha önce de fitne koparmak istemişler ve sana nice işler çevirmişlerdi.
Nihayet hak geldi ve onlar istemedikleri halde Allah’ın emri galip geldi.” (Âyet: 48)
“İçlerinden öylesi de var ki ‘Bana izin ver, beni fitneye düşürme!’ der.
İyi bilin ki onlar zaten fitneye düşmüşlerdir. Cehennem kâfirleri kuşatacaktır.” (Âyet: 49)
İşte Allah-u Teâlâ’nın hükmü!
Güya kendileri doğru yol üzerinde bulunuyorlarmış gibi, üzerlerine gitmekle fitne olacağını kabul ediyorlar. Oysa fitnelerini yürütmek istiyorlar, bunu da bu sözle kapatmaya çalışıyorlar. Onların kuru zannı hiçbir şey ifade etmez. Allah her şeyi en iyi bilendir.
Bakınız Allah-u Teâlâ onların durumunu nasıl ortaya koyuyor?
Diğer bir Âyet-i kerime’de ise şöyle buyuruluyor:
“Bunlar güya Allah’ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Oysa onlar sadece kendilerini aldatırlar da bunun farkında değildirler.” (Bakara: 9)
“Sonra onların aldanması ancak ‘Rabbimiz Allah hakkı için biz müşriklerden değildik.’ demeleridir.”
Bu bölücüler din kurmakla ve İslâm’dan çıkmakla büyük bir fitne ve fesad çıkarıyorlar.
Allah-u Teâlâ onların bütün içyüzlerini gösteriyor ve onlara hiç kaçacak yer bırakmıyor. O azaba müşterek olmamak için, onlardan çok sakınmak gerekmektedir.
24. Âyet-i kerime’de Allah-u Teâlâ onların ahiretteki âkıbetinden haber vermektedir:
“Bak da gör ki, kendi aleyhlerinde nasıl yalan söylediler ve uydurdukları şeyler kendilerinden nasıl kaybolup gitti!”
Bütün bölücüler yalancıdır ve şeytanın destek verdiği kimselerdir.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:
“Onlar hakikaten kendilerinin bir şey üzerinde bulunduklarını sanırlar. İyi bilin ki onlar yalancıdırlar. Şeytan onları istilâ etmiş, onlara Allah’ı anmayı bile unutturmuştur. Onlar şeytan taraftarı olanlardır.” (Mücadele: 18-19)
“Onlar kendilerine gelmiş hiçbir delil olmadığı halde, Allah’ın âyetleri hakkında tartışırlar. Gerek Allah katında gerek iman edenlerin yanında bu davranışa karşı kızgınlık ve öfke büyümüştür.
Allah, büyüklük taslayan her zorbanın kalbini işte böyle mühürler.”
Biz size dememiş miydik;
Alenen küfrünü ilân edenler için, “Bunlar bizim kardeşimiz” diyenlere, bölücü imamlara inananlara, yoldan sapanlara ve saptırmak isteyenlere muhakkak ki Allah-u Teâlâ gadap eder, bu durum gerçek inananları kızdırır ve büyük kanların dökülmesine vesile olur.
Bunun içindir ki Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde emir buyurur:
“Onları yakalayın, bulduğunuz yerde öldürün. İşte öylelerine karşı size apaçık yetki verdik.” (Nisâ: 91)
Ki bu fitneler artmasın, işler büyümesin.
“Ey iman edenler! Yakınınızda bulunan kâfirlerle savaşın. Onlar sizde büyük bir azim ve sertlik görsünler.
Bilin ki Allah takvâ sahipleriyle beraberdir.”
Burada görülüyor ki Allah-u Teâlâ emr-i ilâhî’yi hükümsüz saymaya çalışanlara, kendi dinlerini kuvvetlendirmek için İslâm dinini yok etmek isteyenlere karşı baban da olsa, kardeşin de olsa hiç tereddütsüz savaşmayı emrediyor.
Nitekim Ashâb-ı kiram -radiyallahu anhüm- Hazerâtı böyle yapmadı mı? Eğer sen de onların yolunda olmak, onlara benzemek istiyorsan, hiç tereddüt etmeden en yakının da olsa onlarla savaş. Ta ki fitne sönünceye kadar.
“Hem sizden hem de kendi topluluklarından emin olmak isteyen başkalarını da bulacaksınız.
Bunlar her ne zaman fitneye götürülseler, fitnenin içine başaşağı atılırlar. Eğer onlar sizden uzak durmazlar, sulh işini size bırakıp ellerini çekmezlerse, onları yakalayın, bulduğunuz yerde öldürün. İşte öylelerine karşı size apaçık yetki verdik.”
Burada Allah-u Teâlâ’nın açıkça ferman-ı ilâhîsi var. Bu fitne ateşinin söndürülmesi ve bastırılması için, Allah-u Teâlâ bölücüler olsun, din kurucular olsun, gerektiğinde öldürülmelerini emrediyor. Bu bir ferman-ı ilâhîyedir.
Bilhassa müslüman idarecilerin bu Âyet-i kerime’ye dikkat edip, dinimizi ve vatanımızı yıkmak isteyenlere bu açık emr-i ilâhi’yi tatbik etmeleri gerekir. Hiçbir vebali ve mesuliyeti yoktur.
Diğer bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Onları yakaladığınız yerde öldürün. Sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne çıkarmak, adam öldürmekten daha kötüdür.” (Bakara: 191)
Allah-u Teâlâ bu fitnecilerin öldürülmesini emir buyuruyor.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Şerler ve fesatlar olacak. Kim birlik içinde olan bu ümmetin içinde tefrika çıkarmak isterse, kim olursa olsun kılıçla boynunu vurun.” (Müslim)
•
Erbakan Bolu’da yaptığı konuşmada “Burada bir veli varmış! Refah’a hizmet mi etti de veli oldu.” demiştir.
Bu kelimenin altında iki gizli şey yatıyor. Birisi uluhiyet dâvâsı, bir diğeri de Refah dinini ilân ettiğine dair açık bir fermandır. Allah-u Teâlâ’nın kendi veli kulları hakkında, şöyle bir ferman-ı ilâhi’si var:
“İyi bilin ki, Allah’ın veli kulları için hiçbir korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklar.
Onlar iman edip takvâya ermiş olanlardır. Dünya hayatında da âhirette de onlar için müjdeler vardır. Allah’ın verdiği sözlerde aslâ değişme yoktur. Bu en büyük saâdetin ta kendisidir.” (Yunus: 62-63-64)
Hadis-i kudsî’de ise şöyle buyuruluyor:
“Her kim benim veli kullarıma düşmanlık ederse, ben ona harp açarım.” (Buhârî)
Hadis-i şerif’lerde de şöyle buyuruluyor:
“Her asırda benim ümmetimden sâbıkûn = öncüler vardır.” (Nevâdir-ül usûl)
“Allah’ın öyle velî kulları vardır ki, onların gönülleri ilâhî râhmet deryâlarıdır.”
“Öyle ilimler vardır ki, gizlenmiş mücevher gibidir. Onu ancak Arifbillah olanlar bilirler. Bu ilimden konuştukları vakit, Allah’tan gafil olan kimseler anlamazlar.
Binaenaleyh Allah-u Teâlâ’nın kendi fazlından ilim ihsan ettiği âlimleri sakın tahkir edip küçük görmeyin. Çünkü Allah Azze ve Celle onlara o ilmi verirken tahkir etmemişti.” (Erbain)
Bir diğer Hadis-i kudsi’de ise:
“Kubbelerimin altındaki velilerimi benden başka kimse bilemez.” buyuruluyor.
Bu, Hazret-i Allah’a ve Resul’üne iman edenlere aittir. Erbakan’a iman edenlere değil. Erbakan’ın onlara nasıl bir vaadi var? Zira uluhiyetini apaçık ilân etmiş oluyor. Refah Partisinden başka dinleri patates dinine benzetiyor. Bu ise resmen Refah dinini ilân ettiğine delâlet eder. “Refah Partisi’nden başka İslâm yoktur” demekle, resmen küfrünü ilân etmiştir. Bu ise İslâm dinine göre küfürdür. Zaten küfrünü ilân edenlere kardeşimdir demekle, onlara resmen kucak açtığını söylemiştir.
Ey Refah dini mensupları!
Bunun hangi birisini yalanlayabilirsiniz? Doğru olduğunuza dair, hangi Âyet-i kerime’yi delil getirebilirsiniz? Onun için siz sadece yalan söyleyip, İslâm gibi görünerek temiz insanları dininden ve imanından ediyorsunuz.
“Ve her yolun başına oturup da tehdit ederek inananları yolundan alıkoymaya ve o Allah yolunu eğriltmeye çalışmayın.” (A’raf: 86)