Hakiki Mutasavvıflar Hakiki Vahdet-i Vücudçular ve Sahteleri

Cep Kitapları

Hakiki Mutasavvıflar Hakiki Vahdet-i Vücudçular ve Sahteleri

Veli Kulların Hazret-i Allah Katında Değeri


Allah-u Teâlâ Hadis-i kudsî’de veli kullarını bize beyan ediyor:

“Muhakkak ki Ebrar’ın benimle mülâki olmaya iştiyakları çoğalmıştır. Halbuki benim onlarla mülâki olmaya iştiyakım daha kuvvetlidir.”

Tasavvur buyurun Allah-u Teâlâ’nın onların üzerinde ne kadar sevgisi var, onlara kavuşmak için ne kadar arzusu var? Onlar Allah-u Teâlâ’dan bir an ayrı değildir. Fakat bizim anlamamız için Allah-u Teâlâ bunu bize buyuruyor ve duyuruyor.

Şimdi bir Hadis-i kudsî arzedeceğiz. Hakk Celle ve Alâ Hazretleri buyurur ki:

“Velilerimden birisine düşmanlık eden kimseye ben harp ilân ederim. Kulumu bana en çok yaklaştıran şey, farz kıldığım ibâdetleri yapmasıdır. Nâfile ibadetlerle de bana o kadar yaklaşır ki, nihayet ben o kulumu severim. Sevince de artık onun duyan kulağı olurum, o benimle işitir. Gören gözü olurum, o benimle görür. Eli olurum, o benimle dokunur. Ayağı olurum, o benimle yürür, (Kalbi olurum, o benimle anlar. Söyleyen dili olurum, o benimle konuşur.) Ne dilerse onu yerine getiririm. Herhangi bir şeyden bana sığınırsa ben onu muhafaza ederim.” (Buharî. Tecrid-i sarih: 2042)

Bu Hadis-i kudsî şimdiye kadar hiç açılmadı ve bunu size Âyet-i kerime’lerle açacağız.

Allah-u Teâlâ buyurur ki:

“Biz kimi dilersek onu derece derece yükseltiriz.” (En’am: 83)

İşte bunlar bu derecelere yükselttiği kullardır. Gerçek bahtiyar insan bunlardır.

Şimdi bu Kudsî Hadis-i şerif’i açmaya çalışacağız.

Allah-u Teâlâ “Ben onun duyan kulağı, gören gözü, dokunan eli, yürüyen ayağı, anlayan kalbi, söyleyen dili olurum” buyuruyor.

Burada havsala durdu değil mi? Amma biz size daha evvel demiştik ki; Allah-u Teâlâ’nın bu sevgili kulları kendisinin bir maskeden ibaret olduğunu görür ve bilir. Kendisinin bir elbise olduğunu görür ve bilir. Kendisinin bir elbise olduğunu gözü ile görür. Çünkü bunlar Hazret-i Allah ile bakıyorlar. Gerçek mürşid’in Hazret-i Allah olduğunu biliyorlar. İşte bu sırrı açıyorum size.

Bu Kudsî Hadis-i şerif’i daha iyi anlayabilmemiz için bir mevzuyu arzedeceğiz.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:

“Biz insana şah damarından daha yakınız.” buyuruyor. (Kaf: 16)

O hepsini atmış, Allah-u Teâlâ’nın lütuf tecelliyatına mazhar olmuş, içinde olduğunu, ona ondan yakın olduğunu gözü ile görüyor. Niçin? Allah-u Teâlâ ile baktığı için.

Bu sırlar şimdiye kadar size açılmamıştı. Dikkat ederseniz hep Âyet-i kerime hep Hadis-i şerif’le mühürlüyoruz. Hiç bir kimse Cenâb-ı Hakk’ın izni ile bizim mevzumuza itiraz edemez.

Bir Âyet-i kerime’sinde de:

“Biz ona sizden daha yakınız, fakat siz görmezsiniz.” (Vâkıa: 85)

Buyurduğu halde nasıl ki anlamıyorsanız, marifetullah ilminden de marifetullah ehlinden de anlamanız mümkün değildir. Çünkü onların muallimi Hazret-i Allah’tır. Hazret-i Allah onlarda tecelli etmiş, ondan ona yakın olduğunu göstermiş... Artık bir kulun bunu anlamasına ilmi de yetmez, aklı da yetmez, idraki de yetmez.

Âyet-i kerime’sinde:

“İçinizde... Görmüyor musunuz?” (Zâriyat: 21)

Buyurduğu halde görebiliyor musunuz?

İşte gören yalnız bunlardır. Yalnız bunlar gördü, bildi, itiraf etti.

Kudsî Hadis-i şerif’i açıyoruz size... Üç Âyet-i kerime geçti.

Allah-u Teâlâ “İçinizdeyim... Görmüyor musunuz?” buyurduğu halde görmüyorsunuz değil mi? Neden? O hale gelinmediği için.

Farz-ı muhal ki bir adam hiç yok iken bir dükkan yapmış. İçini en güzel nimetlerle, ziynetlerle doldurmuş ve alış-veriş yapıyor. Sen ise dükkânı görüyorsun, içindeki nimetleri ziynetleri görüyorsun ve fakat o dükkanı yapanı, o nimetleri yerli yerine koyanı, o ziynetleri yerleştireni, o dükkân sahibini görmüyorsun. Gerçekten bu, büyük bir körlük değil midir?

O’nunla bakıyorsun, O’nunla tutuyorsun, O’nunla yürüyorsun, fakat O’nu görmüyorsun. Hâlâ tanıyamadın dükkân sahibini. O’nunla baktığın halde! Bütün yaratıklar da böyledir. O’nunla varsın, bütün mevcudat da böyledir.

Kudretiyle oluyorsun var; kudretini çekince ölüyorsun, oluyorsun bir hiç. Kâinat da böyledir. O’nun indinde bir insanla bir kâinat arasında hiç fark yoktur.

“Sensiz kuvvet olmaz,

Sensiz vücud olmaz,

Sensiz mevcut olmaz, Lâ mevcude illâllah.

Sen Sübhansın, sen Sultansın, sen Hâlık’sın, sen Râzık’sın, sen çok Lütufkâr, gani olan Allah’sın!”

Bu sır burada tecelli eder.

Eğer bu noktayı kavrarsanız, Allah-u Teâlâ’nın azametini kavramış olacaksınız, fakat kolay değil.


 

Önceki Sonraki