Hakiki Mutasavvıflar Hakiki Vahdet-i Vücudçular ve Sahteleri

Cep Kitapları

Hakiki Mutasavvıflar Hakiki Vahdet-i Vücudçular ve Sahteleri

Vahdet-i Vücud’a İşaret Eden Âyet-i Kerime’lerin Beyanına Devam Ediyoruz


“Biz ona sizden yakınız, fakat siz görmezsiniz. (Vâkıa: 85)

Vahdet-i vücud’dan bahsediyorsun, bu Âyet-i kerime’yi nasıl izah edersin? Vahdet-i vücud’dan haberdar olduğunu nasıl ispat edersin? Bunu ispat eden doğru söylemiş olur. İspat edemeyen gerçekten yalancıdır. Hem kendini hem beşeriyeti yanlış yöne sevkeder.

Bu gibi kimseler nasıl bir cehalet girdabına kapıldıklarının hiç farkında değildirler.

Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“Kendilerine ‘Yeryüzünde fesad çıkarmayın!’ denildiği zaman ‘Biz ancak ıslah edicileriz.’ derler.” (Bakara: 11)

Allah-u Teâlâ onların bu cevaplarını şiddetli bir şekilde reddederek Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurur:

“İyi bilin ki asıl ortalığı ifsad edenler kendileridir. Lâkin anlamazlar.” (Bakara: 12)

Allah-u Teâlâ buyurur ki:

“Yeryüzünde bulunan her şey fena bulacak, ancak azamet ve ikram sahibi olan Rabbinin veçhi baki kalacak.” (Rahman: 26-27)

Bu Âyet-i kerime’yi nasıl izah edebilirsin? Vahdet-i vücud’u burada nasıl izah edersin?

Henüz daha kendi varlığını ifnâ edemedin ki... İsmini duydun, bulduğunu sandın!

Hadi bu Âyet-i kerime’nin tecelliyâtını izah et de görelim, zancılardan mısın, yalancılardan mısın ortaya koymuş olursun.

Zira bunu ancak hakikat ehli bilir. Bütün bu Âyet-i kerime’lerin sırrına mazhardır. Allah-u Teâlâ’nın duyurduğu ve bildirdiği kadarını bilir. Hakikatı gösterdiği kadarını görür. Onlar bilerek ve görerek konuşurlar.

Amma siz ise yalan dolanla Hazret-i Allah’ı kendi zannınız üzerinde anlamış gibi konuşursunuz ve bunun büyük bir günah olduğunu bilmezsiniz.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:

“Onlar Allah’ı lâyıkıyla takdir edip bilemediler.” buyuruluyor. (Hacc: 74)

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:

“Muhammed’in nefsi kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, eğer siz süflî arza bir ip sarkıtmış olsanız Allah’ın üzerine düşerdi.”(Tirmizi)

Bu Hadis-i şerif’in içinde de apaçık Vahdet-i vücud mevcuttur. Hadi tarif et, doğru sözlü isen!

Ve fakat bunu izah ve ispat edemediğin takdirde gerçekten yanıldığını, büyük bir cehalet ve dalâlete düşmüş olduğunu bil!

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:

“İşte bu benim dosdoğru yolumdur. Siz ona uyun, başkaca yollara gidip de onlar sizi Allah’ın yolundan ayırmasın.” (En’am: 153)

İşte dikkat buyurursanız sizi hep Allah-u Teâlâ’nın kelâmı ile, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin Hadis-i şerif’leri ve beyanları ile tenvir ediyoruz. Âyet-i kerime’leri, Hadis-i şerif’leri tekrar tekrar arzediyoruz. Mevzuları size hep bir bir açıklıyoruz. Eğer bunlara iman edip inanırsanız!

Allah-u Teâlâ diğer bir Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurur:

“Bilmediğin şeyin ardına düşme! Doğrusu kulak, göz ve kalp, bunların hepsi o şeyden sorumlu olur.” (İsrâ: 36)

Arzedeceğimiz Hadis-i kudsî’yi daha iyi anlamanız için şu Âyet-i kerime’yi arzediyoruz:

“Her şeyden haberdar olan Allah gibi sana hiç kimse haber veremez.” (Fâtır: 14)

Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Hadis-i kudsî’de şöyle buyurur:

“Sonra ben yüzümle onlara yönelirim. Yüzümle yöneldiğim bir kimseye neyi vermek istediğimi, herhangi bir kimsenin bileceğini mi sandınız?

Allah-u Teâlâ devamla şöyle buyurdu:

“Onlara ilk vereceğim şey, nuru kalplerine akıtmaktır. İşte o zaman ben onlardan haber verdiğim gibi, onlar da benden haber verirler.” (Hâkim)

Bu Kudsî Hadis-i şerif’ten de anlaşılıyor ki, Allah-u Teâlâ’yı yalnız bunlar biliyor. Zira nûrunu kalbine akıtmasıyla sır ve esrarını yalnız bunlara bildirmiştir. Bu sırları onlardan başka hiç kimsenin bilemeyeceğini de yine Hazret-i Allah duyuruyor.

Buna rağmen bilmiş gibi görünerek bunlardan bahsetmen, gerçekten senin büyük cehalet ve dalâletine hamledildiği gibi, yalancılığından ötürü büyük bir azaba müstehak olacağını da bil! Tevbe et ve kurtulmaya bak! Zira hep Âyet-i kerime’lerle Hadis-i şerif’lerle Allah-u Teâlâ’nın buyurduğunu size arzediyorum.

Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:

“Kendisine Rabbinin Âyetleri hatırlatılarak öğüt verildikten sonra yüz çeviren kimseden daha zalim kim olabilir? Muhakkak biz suçlulardan öç alacağız!” (Secde: 22)

Muhabbetullah’tan gayrı her türlü muhabbet, Hakk’a ulaşmak için birer engeldir, çengeldir, Hazret-i Allah’a ulaşmaya mânidir.

Her varlık da perdedir. Gerçekten hem Hakk’a ulaşmaya ve hem de görmeye mânidir. Eğer bir kimse kendi varlığından bahsederse, kendi bilgisini ileriye sürerse, bu gerçekten büyük dalâlettir. O kendisinden geçememiş ki Vahdet-i vücud’u bilsin veyahut bahsetsin!

Allah-u Teâlâ’nın kelâmını koyuyoruz, onunla hudutlandırıyoruz, bu şaşkınlar haddini bilsinler diye!

Eğer bu Âyet-i kerime’ye tutunurlarsa, tevbe edip kurtulurlar. Fakat buna inanmayıp, inanmayı kibirlerine yediremeyenlerin, Hazret-i Allah ile hiç bir ilgileri kalmaz. Onlar hududu aşan kimselerdir. Bunlar sahte Vahdet-i vücutçulardır.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:

“Yarattıklarımızdan öyle bir topluluk da vardır ki, onlar Hakk’a iletirler ve Hakk ile hüküm verirler.” buyuruyor. (A’raf: 181)

İşte bu topluluk, Hazret-i Allah’ın kalplerine nûru akıtıp hakikatı bildirdiği, kendisini duyurduğu ve hakikatı bildirmek için gönderdiği kullardır. Allah yolu lâf işi değil!

Her Âyet-i kerime’nin ayrı ayrı tecelliyâtı var, bu Vahdet-i vücud’dan bahsedenlerin bunlardan haberi var mı? Bu Âyet-i kerime’leri, ayrı ayrı olmak üzere nasıl izah ve ispat edebilirler? Vahdet-i vücud’u bildiklerine ve hakikat ehli olduklarına dair.

Oysa Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz onları bize Hadis-i şerif’lerinde şöyle tarif ediyor:

“Her asırda benim ümmetimden sabikûn (Önde gelenler) vardır ki bunlara büdelâ ve sıddikûn ıtlak olunur. Haklarındaki inayet ve merhamet-i ilâhi o kadar boldur ki sizler de o sayede yer ve içersiniz. Yeryüzü halkı için vukuu tasavvur olunan belâ ve musibetler onlarla def ve ref olur.” (Nevadir-ül usûl)

Bunları, hayatımda iken cevap verirler mi diye açıklıyorum. Zira dalâlette olanlara hiç bir zaman yol vermek istemem. Hakikat ile dalâlet karışmasın diye.

Bunun için herkes kendi hududunu bilsin, ifsâda yönelmesin.

Bu Âyet-i kerimeler ve Hadis-i şerif’ler, hududu aşmamaları için birer settir. Bunları inkâr mı edecek, veyahut biliyorum derse izah mı edecek? İzah da ancak Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerin iç mânâsı ile olacak. Lâf asla kabul edilmez.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:

“Yedi kat göğü ve yerden de o kadarını yaratan Allah’tır. Allah’ın fermanı bunların arasından iner ki, böylece Allah’ın her şeye kadir olduğunu, her şeyi ilmiyle kuşattığını bilesiniz.” (Talâk: 12)

Burada apaçık Vahdet-i vücud izah ediliyor. Doğru sözlü iseler hadi izah etsinler bu Âyet-i kerime’yi!

Hakikatı bilenler der ki:

“Gerek tasavvuf, gerek Vahdet-i vücud ehline aittir. Biz bu ehl-i hakikatın kitaplarından gördüğümüzü söyleriz. Fakat gerçekten biz bu hayatı yaşamadık. Yaşamadığımız için de bilmeyiz.”

Ve bu hakikatı itiraf edenler gerçekten azdır. Doğru konuşanlar da bunlardır.

Ve fakat ehli olmadığı halde kendisini tasavvuf ve Vahdet-i vücud ehli imiş gibi göstermeye çalışanlar, bu beyanlarımızı ibretle okusunlar. Zira hakiki mutasavvıfların ve Vahdet-i vücud’dan haber verenlerin gerçekten muallimi Hazret-i Allah’tır. Bu halkla olabilecek bir şey değildir.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyururlar:

“Allah bu ümmetten bir âlimi alırsa, bu İslâm’da açılan bir gedik olur ve kıyamete kadar onun boşluğu kapanmaz.” (Deylemi)

Bunlar bu kadar seyrek gönderilir. Bu Hadis-i şerif, çok defa geçiyor, fakat şu bir gerçek ki her Hadis-i şerif’in ayrı ayrı mânâları vardır.

Niçin o boşluk kapanmıyor? Allah-u Teâlâ her gönderdiği kuluna ayrı ayrı vazifeler veriyor. Vazifeler verdiği gibi tecelliyâtları da ayrı ayrıdır. Birine verdiğini diğerine vermediği için ve aldığında verdiği ile aldığı için yeri boş kalıyor.

Bunlar insan-ı kâmil olanlardır. Hazret-i Allah’ın huzur-u ilâhisine kabul edilenlerdir.

“Onlar sıdk makamında, kudret ve kuvvet sahibi hükümdarın huzurundadırlar.” (Kamer: 55)

Zira Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyuruyorlar ki:

“Ümmetimin alimleri benî İsrail’in peygamberleri gibidir.”

Bu Hadis-i şerif’lere bakıldığı zaman şu görülür ki, bunlar dünya yüzüne nadiren gönderilmiş kimselerdir. Bunların her birisini ayrı vazifelerle, ayrı bilgilerle, ayrı tecelliyâtlarla ayrı ayrı göndermiştir. Birine verdiğini diğerine vermediği için de yeri boş kalıyor.

İkinci Hadis-i şerif’e dikkat edildiği zaman görülür ki, bunlar Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin nurunu taşıyan, emânât-ı ilâhîyi üstlenen “Kalbülmümin arşurrahman” olanlardır. Bu ise “Sehm-i velâyet”e ve “Sehm-i nübüvvet”e veyahut her ikisine “Hem sehm-i velâyete hem de sehm-i nübüvvet”e vâris olanlara aittir.

Arzedildiği gibi, bu yüz senede bir gelenlerin içinde dahi çoğu Vahdet-i vücud üzerinde durmamıştır. Duranların da tecelliyâtları ve izahları ayrı ayrıdır. Bunlar size izah edilecek.

Nitekim Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“Siz beşeriyet için meydana çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeye çalışırsınız ve Allah’a inanırsınız.” (Âl-i imran: 110)

Denmişti ki:

“Mevcudat, vücud nurunun zerrelerinin zuhur mahallidir. Her şey O değil, hiç bir şey O’nsuz değil.”

Vahdet-i vücud’dan bahsedenler, bilgileri olduğuna dair, bunu nasıl izah ve ispat ederler?

Âyet-i kerime’de:

“Ona kendi ruhumdan üfledim.” buyuruluyor. (Sad: 72)

Yani sen Hazret-i Allah ile kaimsin. Her şey perdedir, aslı O; her şey maskedir, gerçek O.

Vahdet-i vücud’dan bahsedenler bu sözlerimizi anlıyorlar mı?

Sen ki bunları anlamıyorsun. Anlamadığını da çok iyi biliyorum. Nasıl olur da Vahdet-i vücud’dan bahsedebilirsin? Sen henüz kendini dahi bilmiyorsun, Hazret-i Allah’ı bildirmeye kalkıyorsun. Kendi vücudunu kendi varlığın zannediyorsun, O’nunla var olduğunu dahi bilmiyorsun.


 

Önceki Sonraki