Allah’ım! Bu fitne ateşini çıkaranları nûr’unla söndür. Bu sapıtıcı imamları kahret ve öldür.
Nitekim gerçek müslümanlara çok zararı oldu. İman hırsızları oldukları için. Milyonlarca müslümanın iman nûrunu söndürdükleri için.
Allah-u Teâlâ bunların içyüzünü şöyle vasıflandırıyor:
“Nefsinin hevâ ve hevesini kendine ilâh edinen, Allah’ın da dalâleti hak ettiğini bilerek saptırdığı; kulağını ve kalbini mühürlediği ve gözüne perde çektiği kimseyi gördün mü? Onu Allah’tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Hâlâ ibret almayacak mısınız?” (Câsiye: 23)
Allah-u Teâlâ bunları bile bile saptırmış. Bunlar beşeriyet için çok büyük tehlikedir.
“O gün zâlimlerden her biri ellerini ısırarak: ‘Ne olurdu, ben de Peygamber’in maiyyetinde bir yol edineydim!’ der.” (Furkân: 27)
İşte bu sapıtıcı imamlar var ya, bunlar sahtedir. Bunlara tâbi olan İslâm’dan çıkmıştır. Bu sahtekârlara tâbi olduğu için Hakk’ın karşısına çıktığı zamanki nedametinin Allah-u Teâlâ böyle olacağını buyuruyor. Nedamet çok fakat faydası hiç yok. Çünkü İslâm gibi görünen fakat gayesi başka olan sapıtıcı imama tâbi olduğu için ve din-i İslâm’dan çıktığı için:
“Vah başıma gelene! Keşke falancayı dost edinmeseydim!” (Furkân: 28)
İşte yarınki nedametlerin şiddetini ve dehşetini beyan buyuruyor. Yarınki pişmanlıklarını nasıl ibraz edeceklerini, neler söyleyeceklerini Allah-u Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri şimdiden beyan buyuruyor:
“Andolsun ki beni zikirden, bana Kur’an gelmişken o saptırdı. Şeytan insanı yapayalnız ve yardımcısız bırakıyor.” (Furkân: 29)
Andolsun beni zikirden yani Allah’tan alıkoydu, yolumu değiştirdi. Gerçekten ben daha evvel Hazret-i Allah’a, Kitabullah’a ve Resulullah Aleyhisselâm’a uymuştum. Fakat bu sapıtıcı imamlar ve sinsi şeytan, yani bir taraftan şeytan, bir taraftan şeytanlaşmış insanlar beni Hakk’tan alıkoydu.
Nitekim Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruyor:
“Nihayet o bize geldiği zaman der ki ‘Ey şeytan! Keşke benimle senin aranda gün doğusu ile batısı kadar uzaklık olsaydı. Ne kötü arkadaşmışsın sen!” (Zuhruf: 38)
Cennetlikler cennete, cehennemlikler cehenneme yerleştikten sonra; cehennemlikler şeytanı kınamaya, azarlamaya, kendilerini saptırmakla suçlamaya başlarlar.
Bunun üzerine şeytan cehennemlikler mahfilinde bütün cehennemliklerin işiteceği bir hutbe okur. Kendisine uyanların üzüntülerine üzüntü, hasretlerine hasret katar.
Allah-u Teâlâ Kuran-ı kerim’inde şeytanın bu sözlerini haber vermektedir:
“İş olup bitince, ilâhi hüküm yerine gelince şeytan ateşte olanlara der ki:
Gerçekten Allah size sözün doğrusunu söylemiş, gerçek bir vaadde bulunmuştu. Ben de size söz vermiştim amma, sonra sözümden caydım.” (İbrahim: 22)
Allah-u Teâlâ herkesi öldükten sonra dirilteceğini, ahirette herkese amelinin karşılığını vereceğini vâdetmişti. Şeytan ise böyle bir şey olmadığı hakkında vesvese veriyordu. Halbuki şeytan bunları vâdederken elinde hiç bir kati delili ve cebri de yoktu. Onlar kendi arzularına uyarak onun yalanlarına kandılar, Allah-u Teâlâ’nın gerçek vaadini terkettiler.
“Esasen sizi zorlayacak bir nüfuzum da yoktu. Sadece sizi davet ettim, siz de bana hemen uydunuz.” (İbrahim: 22)
Bâtılı onlara süslü göstermiş, onlar da onun davetine koşa koşa icabet etmişler.
Şimdi ise şeytan kendisini kenara çekiyor, üzerinden kabahati atmak için, kendi kendilerini kınamalarını söylüyor:
“O halde beni değil kendinizi kınayın.” (İbrahim: 22)
Allah-u Teâlâ onları doğru yola davet etmesine, şeytanın adımlarına uymaktan şiddetle men etmesine rağmen, onlar isyan etmişlerdi. Bu durum karşısında kendilerini ne kadar kınasalar yeri var.
Şeytanla aralarında hiç bir dostluk, hiç bir yakınlık yok.
“Ne ben sizi kurtarabilirim, ne de siz beni!” (İbrahim: 22)
Her iki taraf da azap içindeler. Ne onlar onu içinde bulunduğu azaptan kurtarabilirler, ne de o onları azap ve işkenceden kurtarabilir. Hepsi de azapta müşterek.
Şeytan ayrıca dünyadayken kendisini Allah’a ortak koşmuş olmalarını da reddediyor:
“Daha önce beni Allah’a ortak koşmanıza da inanmamıştım zaten.” (İbrahim: 22)
Sonra cehennemliklere irad ettiği şeytanca hitabesine şu kesin hükümle son veriyor:
“Doğrusu zâlimlere can yakıcı bir azap vardır.” (İbrahim: 22)
Şeytanın bu beyanlarından anlaşılıyor ki; insanlar hiç bir delile isnat etmeksizin şeytanın sözüne uymaktadırlar. Şeytanın vaadleri asılsızdır, Allah-u Teâlâ’nınki ise gerçeğin ta kendisidir. Bunlar Hakk’ı bırakıp asılsız şeylerin ardına düştüler.
“Andolsun ki daha önce de fitne koparmak istemişler ve sana nice işler çevirmişlerdi. Nihayet hak geldi ve onlar istemedikleri halde Allah’ın emri galip geldi.” (Tevbe: 48)
O zaman ki münafıklar da şimdiki münafıklar da gerçekten büyük fitne koparmak istiyorlar.
Nitekim Hakk geldi. O zamanda Kur’an-ı kerim’in nûru vardı. Bu günde Kur’an-ı kerim’in nûru ile onların karşısına çıktık. Onlar; nam, şöhret, madde, menfaat temini için çalışırlar. Ve fakat bu nûr karşılarına çıkınca Hakk’ın karşısında bâtıl yok olmaya mahkûmdur.
Nitekim Cenâb-ı Hakk Kelâm-ı Kadim’inde buyuruyor ki:
“De ki: Hak geldi, bâtıl zâil oldu. Çünkü bâtıl yok olmaya mahkûmdur.” (İsrâ: 81)