Âhir Zaman Âlimleri

Cep Kitapları

Âhir Zaman Âlimleri

Hazret-i Ali -radiyallahu anh-ın Fazileti


Hadis-i şerif’lerde şöyle buyurulmaktadır:

“Ben ilmin şehriyim, Ali de kapısıdır. İlmi isteyen kapısına müracaat etsin.” (Tirmizi)

“Bir kimse Ali’yi severse beni sevmiş olur, Ali’ye buğzeden bana buğzetmiş olur.” (C. Sağir)

“Hazret-i Ali’nin mübarek yüzüne bakmak ibadet makamına kaimdir.” (Münâvî)

Ehl-i beyt müslümanım diyen herkesin muhabbet beslemesi gereken insanlardır. Ehl-i beyt’e sevgi ve muhabbet İslâm’ın emri, imanın alametidir. Sen ise diline hep Ehl-i beyt’i dolamışsın. Ehl-i beyt adı altında İslâm’a sokulmaya çalışılan fitne ve fesatların son halkası mısın?

Bütün meselelere Ehl-i beyt maskesi altında alevilik açısından bakıyorsun.

Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in muhabbet ettiği akrabalarına muhabbet etmek de vaciptir.

O nasıl ki bütün insanların en üstünü ise, zevceleri de hanımların en hayırlısı, Ehl-i beyt’i de insanların hayırlısıdır.

Ümmü Seleme -radiyallahu anhâ- Validemiz’in hanesinde bulundukları bir sırada:

“Ey Ehl-i beyt! Allah sizden kiri, günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak ister.” Âyet-i kerime’si nazil oldu. (Ahzab: 33)

Kızı Fâtıma’yı, torunları Hasan ve Hüseyin’i çağırdı. Üzerinde bulunan bir örtü ile onları bürüdü. O sırada Hazret-i Ali geldi. Onu da örtünün içine aldı ve “Allah’ım! Bunlar benim Ehl-i beyt’imdir. Onlardan günah kirini gideriver, tertemiz yap.” diyerek dua buyurdu. (Tirmizi)

Âyet-i kerime’nin tamamı ve bundan önceki Âyet-i kerime’ler incelendiğinde, bütün zevcelerine hitap ettiği ve Ehl-i beyt’e olan o büyük ikramın derecesi daha iyi anlaşılmış olur.

Zevceleri ile kızı Fâtıma, diğer kerimeleri, torunları, damadı Hazret-i Ali Ehl-i beyt’ten sayılmaktadır.

Elh-i beyt’e muhabbet, şefaata mucip olur.

Diğer bir Hadis-i şerif’lerinde de şöyle buyuruyorlar:

“Şüphesiz ki ben yakında davete icabet edeceğim. Size iki ağır emanet bırakıyorum: Allah’ın Kitab’ı ile akrabam. Allah’ın Kitab’ı, gökten yere uzanan ilâhi bir iptir. Akrabam Elh-i beyt’imdir. Lütufkâr ve her şeyden haberdar olan Allah bana haber verdi ki, bu iki emanet benim havzıma gelinceye kadar birbirinden ayrılmayacaklardır. Artık bunlar hakkında ardımdan bana nasıl halef olacağınızı siz düşünün.” (Ahmed bin Hanbel)

Selman-ı Farisî -radiyallahu anh- Hazretleri’mizinde Ehl-i beyt’ten olduğunu bilmiyor.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyuruyorlar:

“Selman bizdendir ve Ehl-i beyt’tendir.” (Taberânî)

Halbuki Selman-ı Farisî -radiyallahu anh- Hazretleri İran’dan gelmiş bulunuyordu.

Yazdığı kitabında, Hicr 40, Cin 18-19. Âyet-i kerime’lerinde geçen mescid lafızlarını cemevi olarak tevil etmiştir. Halbuki cemevinde namaz kılınmadığı aşikardır.

İbâdetlerin toplu halde eda edilebilmesi için câmi ve mescidler yapılmıştır. Dinimiz cemaat ruhuna büyük önem vermiştir. Cemaatte rahmet ve bereket vardır. Bunun içindir ki her mescidin fazileti çok büyüktür.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:

“Allah’ın mescidlerini ancak Allah’a ve ahiret gününe inanan kimseler imar eder.” (Tevbe: 18)

Mescidler Beytullah yani Allah’ın evi olduğu için gereken saygı gösterilmeli, edeblerine riâyet edilmeli ve her türlü taşkınlıktan sakınılmalıdır.

Cenâb-ı Fahr-i Kainat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyururlar:

“Kulluk vazifelerini yapmak için gönlü câmilere bağlı ve onları seven bir kimseyi görürseniz kemâl-i îmânına şehâdet ediniz!” (Tirmizi)

“Gece karanlığında câmilere gidenleri kıyamet gününde nûr-i tâm ile müjdeleyiniz!” (Tirmizi)

“Câmiler, cennet bahçeleridir. (Binâenaleyh ibâdet için câmilerde bulunmak cennette bulunmak, demektir.)” (Buhari-Müslim)

Bir mescid kıyamete kadar mesciddir. İçi ve arsası mescid olduğu gibi, semâya kadar olan üst tarafı da mescid hükmündedir.

Bu ve bunun gibi bir çok meselelerde zan, nam, fitne ve fesad için Kur’an-ı kerim âyetlerini ehil olmadan tevil etmek insanı küfre sokar. Kur’an-ı kerim’in bir çok ahkamını esasından çıkarmaya içten içe yıkmaya çalışanlar için Allah-u Teâlâ’nın şöyle ferman-ı ilâhisi vardır:

“İnsanlar kabul edip girdikten sonra, Allah’ın dini hakkında tartışmaya girişenlerin iddia delilleri, Rabbleri katında hükümsüzdür.

Onlara bir gazab vardır ve çok çetin bir azap da onlar içindir.” buyuruyor. (Şurâ: 16)

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:

“Şüphesiz bu ilim, (Tefsir ve hadis gibi mühim ilimler üzerine kurulmuş olan fer’i ve şer’i hükümler) dininizdir. Böyle mühim bir emri alacağınız kimselere dikkat ediniz.” (C. Sağir)

“Bir kimse ilmi olmadan Kur’an âyetlerine manâ verirse cehennem ateşinden kendisine yer hazırlasın.” (Münâvi)

“Kur’an Âyetlerine kendi reyi ile mânâ veren kimse cehennemden kendisine yer hazırlasın.” (Münâvi)

Bu gibi kimseler İslâm göründüklerinden, tahripleri dış düşmandan daha büyüktür ve daha tesirlidir.

Müminun Sûre-i şerif’i 53. ve 54. Âyet-i kerime’lerinde beyan buyurulduğu üzere bu gibi yanlış fikirleri kendi kitaplarına göredir. Bunlar Ahkâm-ı İlâhî’yi hükümsüz hale getirmeye çalışıyorlar, kendi hükümlerini Ahkâm-ı İlâhî yerine koymak istiyorlar. Buna rağmen hiç kimseden de tepki yok.

Kurtuluşu arayanlar Hazret-i Allah ve Resul’ünün emirlerine dikkat etsinler. Zira yetmişüç fırka olduğuna göre o bir fırkayı bulmak gerçekten kolay değil.

Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“Şüphesiz ki inkâr edip insanları Allah yolundan çevirenler Hakk’tan çok uzak bir sapıklıkla saptılar.” (Nisa: 167)

Kitapların incelendiğinde bu ve buna mümasil daha birçok konuda İslâm dini ve müslümanlıkla ilgi ve alakası olmayan görüş ve düşüncelere yer verdiğin görülüyor. Allah-u Teâlâ Habib-i Ekrem’inin şahsında şöyle hitâp ediyor:

“Sizin dininiz size, benim dinim banadır.” (Kâfirun: 6)

Bize “Cenâb-ı Peygamberimiz Muhammed Mustafa Aleyhisselâm’a ve onun tertemiz ehli beyti’ne ihanetler ettiniz” diyorsunuz.

Siz önce Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizi ve Ehl-i beytini -radiyallahu anhüm- dilinize dolamaya, utanmıyor musunuz?. Zira onun ümmeti olmayan kimse onu ağzına alamaz.

Onun ümmeti olmadığınız nasıl bilinir?

Yazdığınız Kur’an-ı kerim meâlinde âlemlerin Rabbi olan Allah’a şirk koşmuş, O’na eş isnad etmişsiniz.

“Allah tektir eşi benzeri yoktur.”, “O Allah bir tekdir.” (İhlas: 1)

Bu Âyet-i kerime sizi tanımak için yeterlidir, sizin müslüman olmadığınıza da delildir.

İslâm’ın emir ve hükümlerini çarpıttınız. Kendi görüş anlayış gözlüğüyle baktınız, İslâm’ın dışına çıktınız.

Yazdıklarınızın ilmi delilinin olmadığını da biliyorsunuz. Hazret-i Ebu Bekir ve Hazret-i Ömer -radiyallahu anhum- gibi iki mübarek ve büyük zatı karalamışsınız. Bu da sizin kim olduğunuzu ne maksatla bu kitapları yazdığınızı, niçin çalıştığınızı göstermeye yeter.

Siz İslâm dinini yıkmaya ve bozmaya çalışıyorsunuz.

Hatta ve hatta senin aslın araştırılırsa nereye çıkacağını bilemeyiz. Biz Medine-i Münevvere’li Şeyh Ahmed Efendi -kuddise sırruh- Hazretlerinin neslinden gelmekteyiz. O Ehl-i beyt’tendir. Sen nerelisin?

Nûr-î Muhammedî -sallallahu aleyhi ve sellem- isimli eser Resulullah Aleyhisselâm’ı anlatmaktadır.

Böyle bir kitaba nasıl gözü yumuk bakarsın? Böyle bir nûra nasıl dil uzatırsın?

Çek elini ey dîl-i siyah,
Püf demekle hiç söner mi? Meşâle-i nûr-i ilâh.

Şeyh Halil Fevzi Efendi -kuddise sırruh- Hazretlerimiz için yaptığınız iftiraya karşılık, kitaplarımızda daha önce geçen beyanımızı arzediyoruz:

“Tarikat-ı aliyye’ye alındığımızda Şeyh Muhammed Es’ad Efendi -kuddise sırruh- Hazretlerimize karşı sonsuz bir muhabbet uyandı. Alındığımızın haftasında tecelli ettiler ve bir daha da bırakmadılar. Geceleri hep onlar meşgul olurlardı. Gündüzleri ise zaten Efendi Hazretlerinin huzur-u saadetlerinde idik. Bu suretle her iki pirin himmet ve tasarruflarında bulunduk. Bugün dahi her ikisinin himmetleriyle yürüyoruz. Ve gelenleri de onlara havale ediyoruz.”

Yine “Kalblerin Anahtarı Sözler ve Notlar” kitabının 2. cildi’nin 239. sayfasında Halil Fevzi Efendi -kuddise sırruh- Hazretlerimiz hakkında beyanlarımız vardır.

“Bütün bu ayrılıklar dinlerinin, kitaplarının ve partilerinin ayrı olduğundan ileri geliyor. Allah-u Teâlâ’nın kitabına göre değil, kendi dinlerine ve zan kitaplarına göre hüküm veriyorlar. Kitapları ayrı olduğu için bu Âyet-i kerime’ler onların kitaplarında bulunmaz.

Haklarında bunca Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’leri önlerine sürdüğümüz halde, bu bölücülere “Müslümanlardır.” zan gözü ile bakmak, bu Âyet-i kerime’leri inkâr etmek veyahut hafife almak demektir. Bunu ise ancak ruhu ölen bir kimse yapabilir. İman sahibi asla yapamaz. Eğer bundan sonra da bölücülere destek verirseniz, bu Âyet-i kerime’lere karşı geldiğinizi çok iyi bilin. Çünkü bizim beyanımız Allah ve Resul’ünün beyanıdır, şahsî içtihadımızı kullanmıyoruz.”

Hülâsa-i kelâm; senin önce tecdid-i imâna ihtiyacın var. Ondan sonra ancak Ehl-i beyt’ten bahsedebilirsin.

Maksad ve gayen; İslâm âlemini bulandırmak Ehl-i beyt’ten görünmek suretiyle İslâm da fitne çıkarmaktır.

Kur’an-ı kerim’i istismar ederek neye, hangi maksada hizmet etmeye çalışıyorsun.

Soyadı Sakallıoğlu kendisinde sakal bile yok. Fakat bu türemeler beklenir beklenir.

Hazret-i Mehdi’ye kadar bu türemeler beklenir.

Bu adam bilerek yıkıcıdır. Gayesi din-î İslâm’ı bozmaktır. Bunun aleni olarak küfrü meydandadır.

Böyle alenen küfrünü ilân eden bir adamı karşımıza almak onun küfrünü alenen kabul etmek, küfre rıza göstermek demektir.


 

Önceki

İçindekiler