Âhir Zaman Âlimleri

Cep Kitapları

Âhir Zaman Âlimleri

SAHTE DABBET’ÜL ARZ


Nereden çıktığını unutan, yolunu sapıtan şu adamın (Nazmi Sakallıoğlu) çalımına bir bak!

Nice kimseler gerek alenen, gerek gizliden gizliye Allah’lık davasında bulundu. Nefsini ilâh edinenler, şeytanın askeri olanlar çıktı. Sahte peygamberler, sahte Mehdiler türedi. Ve şimdi de sahte Dabbet’ül-arz türedi.

Allah-u Teâlâ kitabı Kur’an-ı azimuşşan’da şöyle beyan buyuruyor:

“Heva ve hevesini ilâh edinen, Allah’ın bile bile saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünün üstüne perde çektiği kimseyi gördün mü? Onu Allah’tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Hâlâ ibret almayacak mısınız?” (Casiye: 23)

Allah-u Teâlâ bunları bile bile saptırmış. Bunlar beşeriyet için çok büyük tehlikedir. Bu adam nereden çıktığını bilmiyor, nereye gireceğini de görmüyor.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:

“Zulmedenler nasıl bir yıkılışla yıkılacaklarını, hangi deliğe tıkılacaklarını yakında göreceklerdir.” buyuruyor. (Şuara: 227)

Bu gibi kimseler ta Mehdi Aleyhisselâm çıkıncaya kadar beklenir.

Allah-u Teâlâ yoldan çıkmış, sapıtmış olan insanlar hakkında şöyle ferman buyuruyor:

“Onlara o kimsenin haberini de anlat ki kendisine âyetlerimizden vermiştik. Fakat o bunlardan sıyrılıp çıkmıştı. Derken şeytan onu arkasına takmış nihayet azgınlardan olmuştu.

Dileseydik elbette onu bu âyetlerle yükseltirdik. Fakat o, yere saplandı ve hevesinin peşine düştü.

Onun durumu tıpkı köpeğin durumuna benzer. Üstüne varsan da dilini çıkarıp solur, kendi haline bıraksan da dilini çıkarıp solur.

İşte âyetlerimizi yalanlayan kimselerin hâli böyledir. Sen onlara bu kıssayı anlat, belki üzerinde düşünüp ibret alırlar.” (A’raf: 175-176)

Bu adam İslâm dini için çok tehlikelidir. İslâm dini ile hiçbir ilgisi yoktur. Dabbet’ül-arz olduğunu söylemesi hem fitnesine, hem niyetine, hem de gaye ve maksadına delâlet eder. Halbuki Dabbet’ül-arz Allah-u Teâlâ’nın emriyle yerden çıkacak, yani yerin altından çıkacak. O verilmiş olan ilâhi hükmü yerine getirecek. Ona asa ve mühür verilecek. Onun elinden hiçbir kimse kurtulamayacak, hiçbir fertte kaçamayacaktır. Bu ise nereden çıktığını bilmiyor, nereye gideceğini de görmüyor.

Bu adam bir alevidir. Ve aleviler için bir Kur’an meâli hazırlamış, ismi “Alternatif Kur’an” diye duyurulmuştur. Daha sonra “Kur’an, Heyet Alevi Dedeleri” ismindeki bu kitab piyasaya sürülmüştür. Bu kitapta te’vil ve yorumlar yapılmış, Âyet’ler deki mânâlarda alevilikle ilgili lafızlar aranmış ve çok yanlış, yalan dipnotlar yapılmıştır. Öyle ileri gidilmiş, mânâlar öyle saptırılmıştır ki, Hazret-i Ali Efendimize ilâh’lık isnat edilmiştir.

Yâsin Suresi’nin 81. Âyet-i kerime’sinde Allah-u Teâlâ:

“Ve hüvel hallâkül alîm” = “O herşeyi hakkıyla bilendir.” buyuruyor.

Bu Âyet-i kerime için “Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimiz’in uluhiyeti hakkındadır” diyerek Hazret-i Allah’a ortak koşmuştur. (Kur’an Heyet Alevi Dedeleri. sh: 444)

Uluhiyet demek; İlâh demektir. Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimiz ilâhlaştırılmıştır. Bu söz küfürdür, söyleyen kâfirdir. Şirktir, söyleyen müşriktir. Bu adamın müslümanlıkla alakası yoktur. Bir de Ehl-i beyt’ten bahsediyor. Müslüman olmayan birinin Ehl-i beyt’ten bahsetmeye hakkı yoktur. Hazret-i Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-den bahsetmeye, Hazret-i Ali -radiyallahu anh-den, Hazret-i Hasan ve Hüseyin -radiyallahu anhum-den bahsetmeye sahib-i selahiyet değildir.

Herşeyden önce iman nedir? İman, İslâm dinine göre; Allah-u Teâlâ’nın varlığına birliğine, Hazret-i Muhammed Aleyhisselâm’ın O’nun kulu ve peygamberi olduğuna ve o’nun Allah-u Teâlâ tarafından bize getirip tebliğ ettiği esas ve hükümlerin doğru ve gerçek olduğuna tereddüt etmeden kesin olarak inanmaktır.

İslâm dinine girmenin ilk şartı olan bu iki esas “Kelime-i Şehâdet” de toplanmıştır. Kelime-i Şehâdet’i kalp ile tasdik edip dili ile de söyleyen bir kimseye “inanmış” mânâsına gelen “Mümin” adı verilir.

İman kalbî ve vicdanî bir durumdur. İmanın esası kalpte olan tasdiktir.

Allah-u Teâlâ münâfıklar hakkında Âyet-i kerime’sinde:

“Ey Peygamber! Kalpleri iman etmediği halde ağızları ile inandık diyenlerle, yahudilerden küfür içinde koşuşanlar seni üzmesin.”buyurarak, imanın kalbin tasdiki olduğunu belirtmiştir. (Mâide: 41)

Dil ile inandıklarını söyleyip de kalbiyle tasdik etmeyenler hakkında da şöyle buyuruyor:

“Bedevîler iman ettik dediler. De ki: Siz iman etmediniz, bari müslüman olduk deyin. İman henüz kalplerinize yerleşmedi.” (Hucurât: 14)

Mümin olmak için, imanın kalbe nüfuz etmesi ve o kimsenin takvâya bürünmesi lâzımdır.

Şimdi imanın birinci şartı yani müslüman olmanın birinci şartı Allah’ın varlığına ve birliğine, ondan başka bir mevcud, ilâh olmadığına inanmak olduğuna göre senin Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimize kitabında ulûhiyet isnad etmen şirktir, küfürdür. Otomatik olarak İslâm’dan çıkmaktır.

Allah-u Teâlâ’nın varlığını birliğini bilip tasdik etmek en büyük farizadır.

Gerek açık gerek gizli olarak Allah-u Teâlâ’ya ortak koşmak ise, büyük günahların en büyüğüdür ve en büyük zulümdür.

Âyet-i kerime’sinde şöyle buyuruyor:

“Allah kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bundan başkasını dilediği kimse için bağışlar. Allah’a ortak koşan kimse, şüphesiz ki büyük bir günahla iftira etmiş olur.” (Nisa: 48)

Diğer bir Âyet-i kerime’de:

“Allah’a ortak koşmak çok büyük bir zulümdür.” buyuruluyor. (Lokman: 13)

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:

“Allah’a şirk koşmadan ölen kimse cennete girer, Allah’a şirk koştuğu halde ölen de cehennemi boylar.” buyurmuşlardır. (Müslim)

Allah’a inanmakla beraber, zâtında, sıfat ve fiillerinde mahlukları da ortak bilmek açık şirktir. Putlara, heykellere, aya, güneşe, yıldızlara, bazı insanlara ilâhlık sıfatı isnad edenler Allah-u Teâlâ’ya şirk koşmaktadırlar.

Âyet-i kerime’de ise şöyle buyuruluyor:

“Onlardan bir grup, okuduklarını kitaptan sanasınız diye kitabı okurken dillerini eğip bükerler. Halbuki okudukları kitaptan değildir. Söyledikleri Allah katından olmadığı halde ‘Bu Allah katındandır.’ derler. Onlar bile bile Allah’a iftirâ ediyorlar.” (Âl-i imran: 78)

Tevhid’e ulaşmak için açık ve gizli her türlü şirkten, küfürden şiddetle kaçınmak müslümanlara farz olmuştur.

Gelelim Dabbet’ül-arz beyanına:

Kur’an-ı kerim’de kıyametin yaklaştığını ifade eden Âyet-i kerime’ler olmakla birlikte bu müthiş hadisenin alâmetlerine genel olarak işaret eden Âyet-i kerime’ler de bulunmaktadır. (Muhammed: 10 gibi)

Hadis-i şerif’lerde ise kıyamet alâmetleri büyük ve küçük fiilen vaki olanlar, kıyametle çok yakın bir zamanda gerçekleşecek olanlar şeklinde çeşitli bölümlerle ifade edilmiştir.

“Dabbet’ül-arz”ın çıkışı da kıyamet alâmetlerindendir. Dâbbet’ül-arz, âhir zamanda Allah-u Teâlâ’nın emirlerinin terkedildiği, insanların gerçek dini değiştirdikleri sırada çıkacak olan bir hayvandır. Tâkip edenin yetişemeyeceği, kaçanın kurtulamayacağı bir süratte olacaktır.

Âyet-i kerime’de ise şöyle buyuruluyor:

“(Kıyametin kopacağına dair) O sözün tahakkuk zamanı yaklaşınca onlara yerden bir dabbe çıkarırız da insanların âyetlerimize yakînen iman etmemiş olduklarını söyler.” (Neml: 82)

Allah-u Teâlâ bu Dabbe’yi kıyametin kopması gibi büyük bir hadisenin başlangıcı olarak, insanların Kur’an-ı kerim’e kesin olarak inanmayışları sebebiyle ortaya çıkaracaktır.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:

“Dabbet’ül-arz, beraberinde Musa -aleyhisselâm-ın asası, Süleyman -aleyhisselâm-ın mührü bulunduğu halde çıkar. Mühür ile müminin yüzünü parlatır, asa ile kâfirin burnunu kırar. Öyle ki insanlar sofra üzerinde biraraya gelirler de, mümin kâfirden ayırt edilip tanınır.”(Tirmizi)

Böyle bir gün yaklaştığı zaman tevbeler kabul edilmeyecek, içinde bulundukları duruma göre insanların hükümleri verilecek.

Diğer bir Hadis-i şerif’te şöyle buyuruluyor:

“Üç şey vardır ki, bunlar çıktıkları zaman, daha önceden iman etmeyen veya imanında bir hayır kazanamayan hiç bir kimseye (o günkü) imanı fayda vermez. Güneşin batıdan doğması, deccal ve Dabbet’ül-arz.” (Müslim: 158)

Çünkü o zaman edilen imanla, işlenen amel-i salihin hükmü, can boğaza geldiği zaman edilen imanın hükmü gibidir.

Bir Hadis-i şerif’te ise şöyle buyuruluyor:

“Çıkış itibariyle kıyamet alâmetlerinin ilki, güneşin battığı yerden doğması ve kuşluk vakti insanların üzerine Dabbet’ül-arz’ın çıkmasıdır.

Hangisi arkadaşından önce çıkarsa öteki de onun hemen peşindedir.” (Müslim: 2941)

İki alâmetten hangisinin önce olacağına dair kesin bir ifade olmamakla beraber, biri çıkınca diğeri çok kısa bir zaman sonra onu takip edecektir.

Bir diğer Hadis-i şerif’te ise şöyle buyuruluyor:

“Altı şeyden; güneşin battığı yerden doğmasından, dumandan, Deccal’den, Dabbe’den, birinizin hususi olarak başına gelecek hadiseden ve umuma gelecek fitneden önce amellere koşunuz.” (Müslim: 2947)

Bunca Âyet-i kerime’leri ve Hadis-i şerif’leri önlerine serdiğimiz halde bunlara iman etmeyişlerinden ötürü Allah-u Teâlâ onlara şöyle buyuruyor:

“Kendisine Rabbinin Âyetleri hatırlatılarak öğüt verildikten sonra, onlardan yüz çeviren kimseden daha zâlim kim olabilir? Muhakkak ki biz zâlimlerden öç alacağız.” (Secde: 22)

Bir Hadis-i şerif’te şöyle buyurulmaktadır:

“Âhir zamanda öyle kimseler türeyecektir ki, bunlar dinlerini dünyalığa âlet edeceklerdir. İnsanlara karşı koyun postuna bürünmüş gibi yumuşak ve güzel huylu görünürler.

Dilleri şekerden bile tatlıdır, amma kalpleri kurt gönlü gibidir.

Aziz ve Celil olan Allah-u Teâlâ (bu gibi kimseler için) şöyle buyuruyor:

‘Bunlar acaba benim sonsuz affediciliğime mi güveniyorlar, yoksa bana karşı meydan mı okuyorlar? Ululuğum hakkı için, onlara öyle ağır bir musibet vereceğim ki, aralarında bulunan yumuşak başlılar şaşakalacaklardır.” (Tirmizî)

Bir Âyet-i kerime’de ise şöyle buyuruluyor:

“Bunlara ne oluyor ki, hiç bir sözü anlamaya yanaşmıyorlar?” (Nisâ: 78)

Bir diğer Âyet-i kerime’de ise şöyle buyuruluyor:

“İşte siz öyle kimselersiniz ki, onlar sizi sevmedikleri halde siz onları seversiniz. Siz bütünüyle Kitab’a inanırsınız. Onlar ise, sizinle karşılaştıkları zaman ‘İnandık!’ derler. Kendi başlarına kaldıklarında da, size olan kinlerinden ötürü parmaklarının uçlarını ısırırlar. De ki ‘Kininizle geberin!’ Allah kalplerde olanı bilir.” (Âl-i imran: 119)

Allah-u Teâlâ bu bölücülerin bize müşrik olduklarını bildiriyor:

“Nitekim o bölücülere (azap) indirmişizdir. Onlar Kur’an-ı parça parça edenlerdir. Rabbin hakkı için, mutlaka onların hepsine yaptıklarından soracağız. Resulüm, sana emrolunanı açıkça söyle ve o müşriklerden yüz çevir!” (Hicr: 90-94)

Allah-u Teâlâ’nın bu beyanından açık olarak anlaşılıyor ki bunlar müşriktirler ve bunun için de dış düşmandan daha çok tehlikelidirler. Çünkü dış düşmanın cephesi var. Amma bunlar müslüman gibi göründükleri için tahribatları dış düşmandan daha büyüktür. Bunun içindir ki Allah-u Teâlâ bunlara karşı gazaba geldiğinden “Bunlar müşriktirler” buyuruyor.

İşte Âyet-i kerime! Bu açık bir fermân-ı ilâhî’dir. Hadi bunu da inkâr et!

Hakk Celle ve Alâ Hazretleri diğer bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruyor:

“Onların çoğu Allah’a iman etmişler, fakat müşrik olarak yaşarlar.” (Yusuf: 106)

Denirki, minareyi çalan kılıfını hazırlar. Bu büyük yalanın kılıfı nerede? Buna hangi Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’le doğru olduğuna dair delil getirebilir. Bunun için bu büyük yalanın karşısında bu adamın saklanması lazım.

Daha Mehdi Aleyhisselâm gelmediği gibi Dabbet’ül-arz da daha çıkmamıştır. Bu zamanda çıkarsa buna küfür damgası vurulur. Neden? Âyet-i kerime’leri inkâr ettiği için. Ve nefsini ilâh edindiği için. Zira Allah-u Teâlâ nefsini ilâh edinenlerin şirk içinde olduğunu ferman buyurmuştur.

“Resulüm! Gördün mü o nefis arzusunu ilâh edineni? Artık ona sen mi vekil olacaksın? (Onu şirkten sen mi koruyacaksın?)” (Furkan: 43)

Bunlar zamanın büyük fitnelerindendir. Müslümanların çok uyanık bulunması lazımdır.

Şu kadar var ki;

Ancak Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lere çok dikkat etmeli ve ona iman etmelidir. Ve yalnız bu ikisine tutunan kurtulacaktır.

Hadis-i şerif’te:

“Ben size iki şeyi bıraktım ki, onlara sımsıkı sarılıp tutunduğunuz müddetçe, katiyyen sapıtmazsınız. Birisi Allah’ın kitabı, diğeri ise Resulullah’ın sünnetidir.” buyuruluyor. (İmam-ı Malik, Muvatta)

Hülâsa Hazret-i Allah’ın hükümlerinden ve sünnet-i seniyye’den ayrılmaması gerekiyor. Aksi halde imandan çıkılır, sapıklığa düşülmüş olur.

Hazret-i Allah’a ve Resul’üne -sallallahu aleyhi ve sellem-e itaat edip sarılırsanız bu zulmetten, cehaletten ve bölücülükten kurtulmuş olursunuz. Bunlara en küçük meyil dahi dinden çıkılmasına vesile olur.

Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“Müminler o kimselerdir ki Allah’a ve Resulüne iman etmişlerdir. Sonra şüpheye düşmemişler, Allah yolunda mallarıyla canlarıyla cihad etmişlerdir. İşte onlar imanlarında sabit olanlardır.” (Hucurat: 15)

Alevilerin tefsiri diye takdim edilen ve bu adamın yazdığı belirtilen tefsirde birçok yanlış ve sapık fikirlerden bir tanesi de: “İçki ehline helal, nâ-ehline haram” imiş.

İslâm dini aklın muhafazasına çok ehemmiyet vermiştir. Aklı izâle edip faaliyetlerini durdurması yönünden insana çok büyük zararı olan içkiyi ve diğer uyuşturucu maddeleri yasaklamıştır. Çünkü bunlar insanın yalnız aklına ve vücuduna değil; nesline, malına, şeref ve haysiyetine de zarar verir.

Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Âyet-i kerime’lerinde:

“Ey iman edenler! İçki, kumar, putlar ve fal okları, şeytan işi pisliklerdir. Bunlardan kaçının ki saadete eresiniz.

Şeytan; içki ve kumar yüzünden aranıza düşmanlık ve kin sokmak, sizi zikrullahtan ve namazdan alıkoymak ister. Artık siz bunlardan vazgeçtiniz değil mi?” buyuruyor. (Mâide: 90-91)

Binaenaleyh, insanlar arasındaki ismi ne olursa olsun ve her neden yapılırsa yapılsın, sarhoşluk veren bütün içkilerin azı da çoğu da haramdır.

Hadis-i şerif’te şöyle buyuruluyor:

“Her ne olursa olsun çoğu sarhoşluk veren şeylerin azından da sakınınız.” (İbn-i Mâce)

Yine bu adamın “Ehl-i beyt” isimli kitabındaki çarpıklık ve sapıklıklara örnek olması bakımından birkaç safsatasını ibret nazarlarınıza arzediyoruz.

“Hacca gitmeyen yüzmilyonlarca müslümanın bulundukları yerden doğru kesim yapmaya kalkışması, sadece hayvan katliamı yapmak olur.” (sh. 85)

Kurban, Allah-u Teâlâ’ya yaklaşmak niyeti ile belli günlerde kesilen hayvana verilen addır.

Kurban kesmek hicretin ikinci yılında meşru kılınmıştır. Kitap, Sünnet ve İcmâ ile sabittir.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:

“Rabbin için namaz kıl, kurban kes!” buyuruyor. (Kevser: 2)

Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:

“Hâli vakti yerinde olup da kurban kesmeyen kimse namazgâhımıza yaklaşmasın.” (İbn-i Mâce)

Hemen bütün semavî dinlerde kurban kesmek, insanı Allah’a yaklaştıran ve ulaştıran bir ibâdet sayılmıştır.

Kur’an-ı kerim’de Âdem Aleyhisselâm’ın oğullarının kurban kesmelerinden bahsedilmektedir.

Bir Âyet-i kerime’de:

“Biz her ümmet için kurban kesmeyi meşru kıldık.” buyuruyor. (Hacc: 34)

Mühim olan sadece kan akıtmak veya et yemek değil, Allah-u Teâlâ’nın rızasını kazanmak için kan akıtmaktır.

Bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“Boğazlanan kurbanlık hayvanların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşmaz. Allah’a ulaşacak olan sizin takvânızdır.” (Hacc: 37)

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:

“Hiç bir kul kurban günü, Allah katında kan akıtmaktan daha sevimli bir iş yapamaz. Zira kesilen hayvan, kıyamet günü boynuzları ile, kıllarıyla, tırnaklarıyla gelecektir. Hayvanın kanı yere düşmezden önce, Allah katında yüce bir mertebeye ulaşır. Öyle ise onu gönül hoşluğu ile ifâ edin.” (Tirmizî)

Kurban malla yapılan bir fedakârlıktır. Bir müslüman kurban kesmekle, can da dahil olmak üzere bütün her şeyini Allah yolunda feda etmeye hazır olduğunu göstermiş olmaktadır. Diğer taraftan kurban, nefsânî arzuları kesmenin de bir işaretidir.

Kurban aynı zamanda İsmail Aleyhisselâm’ın Allah için kurban edilme hadisesinde gösterdiği teslimiyetin hatırlanma vesilesidir. O’nun hatırası bizlere ibret olarak bırakılmış ve bu suretle onları anmamız sağlanmıştır.

Âyet-i kerime’de:

“Sonra gelenler arasında ona iyi bir ün bıraktık.” buyuruluyor. (Saffat: 108)

Aynı kitabının 150. sayfasında, namazın üç vakit olduğu ve sabah, akşam ve gece kılınacağı beyan edilmiş ve; “namazda akşam vaktinde ikişer rekattan dilediğiniz rekatlık namaz kılmanız sizi vebalden kurtarır. Sabah vaktine eriştiğiniz de de işinize gitmeden önce yine ikişer rekattan olmak üzere altı veya dilediğiniz miktar rekatlı namazlar kılarsınız. Bundan iyisi can sağlığı” denilmiştir.

Beş vakit namazın vakitleri, dinimizdeki yeri ve önemi; Allah-u Teâlâ’nın ve Resulullah Aleyhisselâm’ın emriyle ve hükmüyle, Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerle belirlenmiştir.

Herkesin bilmesi için bütün bunları bir bir size izah ediyoruz.

Allah-u Teâlâ’ya iman ettikten sonra, müslümanların yerine getirmeleri gereken farzların başında beş vakit namaz gelir.

Bu beş vakit namazı Resulullah Aleyhisselâm’da şu an kılındığı gibi kılmıştır. Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimizde, onun Ehl-i beyti ve bütün müslümanlarda böyle kılmıştır.

Âyet-i kerime’de:

“Namazı dosdoğru kılın. Şüphesiz ki namaz mü’minlere belirli vakitlerde farz kılınmıştır.” buyuruluyor. (Nisâ: 103)

Namaz Rabbimizin bitmez tükenmez ihsan ve ikramlarına karşı şükran ve tâzimlerimizi sunmak için kalbimiz, dilimiz ve bedenimizle yaptığımız bir ibadettir. İmanın alâmeti, mü’min’in miracıdır.

Kur’an-ı kerim’de ve Hadis-i şeriflerde namaza dair pek çok emir ve tavsiyeler vardır. Namaz kılanların Allah-u Teâlâ’nın çok büyük lûtuflarına ereceklerine dair müjdeler olduğu gibi, kılmayanlar hakkında da pek elîm azaba uğrayacaklarına dair ihtarlar vardır.

Bir Âyet-i kerime’de:

“Huşu ile namaz kılan mü’minler, ahiret azabından kurtuldular.” (Mü’minun: 1-2)

Buyurulduğu gibi, diğer bir Âyet-i kerime’de de günahkârlara “Sizi şu yakıcı ateşe sokan nedir?” diye uzaktan uzağa sorulduğu zaman:

“Biz namazımızı kılmıyorduk, yoksulu doyurmuyorduk, batıla dalanlarla birlikte biz de dalıyorduk. Ceza gününü yalanlıyorduk. Ölüm bize bu halde iken gelip çattı.” diyecekleri haber verilmektedir. (Müddessir: 43-47)

Âyet-i kerime’lerde şöyle buyurulmaktadır:

“Rabblerine kavuşacak ve O’na döneceklerini umanlar ve huşu duyanlardan başkasına namaz elbette ağır gelir.” (Bakara: 45-46)

“Namaza üşene üşene gelirler.” (Tevbe: 54)

Kıyamet günü kulun ilk önce hesaba çekilecek ameli namazdır. Bu hesap doğru verilirse diğer amellerin kabulüne yardımı olur. Aksi halde ümitsizliğe düşer, hüsrana uğrar.

Büyük günahlardan kaçınıldığı müddetçe namazlar vakit arasındaki günahlara keffarettir.

Namazın faziletine nihayet yoktur.

Cenab-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyuruyorlar:

“Her şeyin bir alâmeti vardır. İmanın alâmeti de namazdır.” (Münavî)

“İşin başı İslâm’dır, onu ayakta tutan namazdır, zirvesi ise Allah yolunda cihaddır.” (Tirmizî)

“Ne dersiniz? Birinizin kapısı önünden ırmak geçse, günde beş defa yıkansa kiri kalır mı?”

–Hayır hiç bir kir bırakmaz.

“İşte beş vakit namaz da böyledir. Allah bununla günahları yok eder.” (Buharî, Tecrid-i sarih: 319)

Bir müslümanın üzerine beş vakit namaz kılmak farz olduğu gibi, beş vakit namazı muhafaza etmek de farzdır.

Beş vakit namazın muhafazası; insanı ahiret azabından koruması, zâhirî ve bâtınî huşuuna riayet etmekle husule gelir.

Bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“Ahirete iman edenler bu Kuran’a da inanırlar ve namazlarını muhafaza ederler.” (En’âm: 92)

Diğer Âyet-i kerime’lerde ise namazlarını muhafaza edenler övülmektedir:

“O mü’minler ki emanetlerini ve sözlerini yerine getirirler. Namazlarını muhafaza ederler. Onlar Firdevs cennetine vâris olacaklar, orada ebedî kalacaklardır.” (Mü’minun: 8-11)

Bir müslümanın kendisinin namaza bağlı bulunması kâfi gelmeyip ev halkının da namaza bağlılığının sağlanması istenmektedir:

“Ehline namaz kılmalarını emret, kendin de onda sebat ile devamlı ol.” (Tâhâ: 132)

Namazı bırakanlar için azab vâdedildiği gibi, onların iyi kimseler olmadıkları da Âyet-i kerime’de beyân buyurulmaktadır:

“Onlardan sonra yerlerine öyle bir nesil geldi ki, bunlar namazı bıraktılar, şehvetlerine uydular. Bu yüzden azgınlıklarının cezalarını çekeceklerdir.” (Meryem: 59)

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:

“Namazı terk eden kimse vefat edince Cenâb-ı Allah’ı gadab sıfatı ile bulur.” (Münavî)

Namazı terk etmek küfür alâmetlerindendir.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:

“İnsan ile şirk ve küfür arasında yalnız namazı terk etmek vardır.” (Müslim)

“Kul ile şirk arasında namazı terk etme vardır.” (Müslim)

Yani namazı terk edince kul müşrik gibi olur.

“Namaz kılmayan kimse hiç bir din ihtiyar etmemiş gibi olur.” (Münavî)

Bir insan namaz kılmadığı zaman, kendisi ile şirk arasında bir engel kalmaz. Namaz insanı küfre düşmekten korur.


Önceki Sonraki

İçindekiler