Yaşar Nuri’nin aynı kitabının 580-581. sayfalarda yer alan yalan yüklü saçmalarına bir bakın:
“Bakara 115 ve 142. âyetlerde ‘Doğu’nun ve batı’nın da Allah’ın olduğunu belirterek;’ Dolayısıyla kul, namazını nereye dönerek kılarsa kılsın, yakarışı hedefine varır. Bazı bilginlere göre, andığımız bu âyetler, kıbleye yönelme âyetini neshetmiştir. Buna göre, namazın kıbleye yönelme diye bir şartı yoktur.”
Yeryüzünde ilk kıble Kâbe idi. Kâbe ilk önce Âdem Aleyhisselâm tarafından yapılmış, daha sonra kaybolan yeri İbrahim Aleyhisselâm’a Allah-u Teâlâ tarafından gösterilmiş, o da oğlu İsmail Aleyhisselâm ile birlikte onun temellerini yükseltmiştir.
Resulullah Aleyhisselâm’a “Yâ Resulellah! Yeryüzünde ilk kurulan mescid hangisidir?” diye sorulmuştu. “Mescid-i haram’dır.” buyurdu. “Ondan sonra hangisidir?” diye sorulduğunda “Mescid-i aksâ’dır.” cevabını verdi.
Resulullah Aleyhisselâm Hicret’ten üç yıl önce Kudüs’teki peygamberler makamı olan Mescid-i aksa’ya doğru namaz kılmaya başlamıştı. Namaz kılarken Mescid-i aksâ’ya doğru yönelir, Kâbe de önünde bulunurdu. Medine’de bulunan müslümanlar da namazlarını Mescid-i aksâ’ya doğru kılıyorlardı. Hatta Medine devrinin ilk yıllarında yapılan Kuba mescid’i ile Mescid-i nebevi’nin kıbleleri de Mescid-i aksâ’ya doğru yapılmıştı.
Resulullah Aleyhisselâm hicret edince Mescid-i aksâ’ya doğru namaz kılarken Kâbe’nin arkada kalışından üzüntü duyuyor, öteden beri de ceddi İbrahim Aleyhisselâm’ın kıblesi olan Kâbe’ye yönelerek namaz kılmayı arzu edip duruyordu.
Hele yahudilerin “Muhammed ve arkadaşları, biz gösterinceye kadar kıblelerinin neresi olduğunu bile bilmiyorlardı.” gibi sinsi sinsi lâflar etmeleri kendisini büsbütün rahatsız ediyordu.
Bir gün Cebrâil Aleyhisselâm geldiğinde “Yâ Cebrâil! Rabbimin yüzümü yahudilerin kıblesinden döndürüp Kâbe’ye çevirmesini arzu ediyorum.” buyurdu. Cebrâil Aleyhisselâm “Ben ancak bir kulum, sen Rabbine niyazda bulun, O’ndan iste!” cevabını verdi. Artık namaza duracağı zaman başını semâya doğru kaldırmaya başlamıştı.
•
Hicretin ikinci yılında Medine’de ikâmetinin onyedinci ayının ortalarında bir pazartesi günü, Seleme oğulları yurduna gitmiş; oranın mescidinde müslümanlara İkindi namazı kıldırıyordu. Birinci rekât kılınmış, ikinci rekâtın sonuna gelinmişti. Tam bu esnada kıblenin değişmesi ile ilgili vâhiy nazil oldu, Allah-u Teâlâ Mescid-i aksâ’dan Mescid-i haram’a dönülmesini emretti.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Resulüm! Biz senin, yüzünü çok kere göğe doğru çevirip durduğunu görüyoruz. Artık seni hoşnud olacağın bir kıbleye elbette çevireceğiz.” (Bakara: 144)
Seni sevdiğin bir kıbleye, atan İbrahim’in kıblesi olan Kâbe’ye yönelteceğiz.
“Bundan böyle yüzünü Mescid-i haram tarafına çevir!” (Bakara: 144)
Resulullah Aleyhisselâm yönünü hemen Kâbe’ye doğru çevirdi, Cemaat de safları ile birlikte döndüler. Kudüs’e yönelerek başlanılan namazın son iki rekâtı, yeni kıble olan Kâbe’ye doğru kılınarak tamamlandı. Bu sebepten dolayı Seleme oğulları mescidine “İki kıbleli mescid” mânâsına gelen “Mescid-i kıbleteyn” adı verilmiştir.
Bu suretle eski kıble kaldırılmış ve “İstikbâl-i Kıble” farz olmuş oldu.
Dünyanın her yerinde, her müslümanın her zaman yönünü Kâbe-i muazzama’ya döndürmesi zor olduğundan, bizzat “Kâbe” denilmeyip, “Mescid-i haram tarafına” denilmiştir. Mescid’i haram ise Kâbe-i muazzama’nın kendisi değil, çevresindeki “Harem-i şerif”tir. Kâbe’nin kendisi Mescid-i haram’da namaz kılanlar içindir.
Allah-u Teâlâ Resul-i Ekrem’ini bizzat böyle bir emirle taltif buyurduktan sonra diğer yerlerde yaşayan diğer müslümanlara da ayrıca şöyle buyuruyor:
“Siz de (ey müminler!) nerede olursanız olun (namazda) yüzlerinizi o tarafa çevirin.” (Bakara: 144)
Şimdi siz artık bununla memursunuz. Yeryüzünün neresinde olursanız olunuz, namaz kılmak istediğiniz zaman yüzünüzü Kâbetullah tarafına çeviriniz.
“Kendilerine kitap verilenler, bunun Rabblerinden gelen bir gerçek olduğunu çok iyi bilirler.” (Bakara: 144)
Yahudiler ve hıristiyanlar birlikte olmak üzere ehl-i kitap, geleceği müjdelenen Peygamber’in kıblesinin İbrahim Aleyhisselâm’ın kıblesi olan Kâbe olduğunu biliyorlardı. Fakat onlar insanların kalplerine şüphe atarak onları fitneye düşürmek isterler.
“Allah onların yaptıklarından habersiz değildir.” (Bakara: 144)
•
Allah-u Teâlâ kıblenin değiştirilmesindeki asıl sebebi Âyet-i kerime’sinde şu şekilde açıklamıştır:
“Biz senin arzulayıp da üstünde durduğun Kâbe’yi; Peygamber’e uyanı, ökçesi üzerinde geriye dönenden ayıralım diye kıble yaptık.”(Bakara: 143)
Şüphesiz ki Allah-u Teâlâ olacak olan her şeyi olmadan önce biliyordu. Meydana gelmesinden önce de her hadise O’na malumdur. Fakat mükâfat ve mücâzat vermek için imtihan sahası olan dünyaya gönderir. Kullarını bildiği şeylerden değil, bilfiil işledikleri şeylerden dolayı hesaba çeker.
Kıblenin değiştirilmesi hususundaki emrin Allah-u Teâlâ’dan geldiğini ve Resulullah Aleyhisselâm tarafından tebliğ edildiğini göz önüne getiren ve kalpleri imanla dolu olan kimseler hemen tasdik ettiler. “Allah bizi nereye yöneltirse oraya yöneliriz” dediler ve bu zorlu imtihanı başarı ile geçtiler. Bu iş kendilerine ağır gelerek İslâm’dan çıkanlar da oldu.
“Doğrusu bu, Allah’ın hidayet edip yol gösterdiği kimselerden başkasına elbette ağır gelir.” (Bakara: 143)
Allah-u Teâlâ Kâbe-i muazzama’yı yeniden kıble yapmakla, hem Resul-i Ekrem’inin duâsına icabet etmiş, hem de ona gerçekten tâbi olanlarla tâbi olduklarını söyleyip de kıblenin değişmesi üzerine ökçeleri üstünde dönüş yapıp yüz çevirenleri ayırmış ve hallerini müslümanlara teşhir etmiştir.
•
Allah-u Teâlâ ehl-i kitabın, İslâm’ı kabul etmelerinden ümit kestirecek dereceye varan inat ve kibirlerinden bahsederek Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurdu:
“Andolsun ki sen kendilerine kitap verilmiş olanlara her türlü âyeti getirsen, yine de sana uyup kıblene dönmezler.” (Bakara: 145)
Sen kıble hususunda tartışanları, bu değişmenin hikmeti hakkında ikna edemezsin. Çünkü onlar hiç bir sebebi dinlemeye niyetli değildirler. Onlar delille ispatla kani olmazlar. Menfaatlerine ters düştüğü için bile bile İslâm’ı istememektedirler.
“Sen de onların kıblesine dönecek değilsin.” (Bakara: 145)
Çünkü sen, hak olan ve onların dahi itibar ettikleri İbrahim’in kıblesine tâbisin. Onların kıblesine tâbi olmak aslâ senin şanından değildir.
Bu buyrukla onların umutları tamamen kesilmiş oluyor.
Nitekim:
“Onlar birbirinin kıblesine de dönmezler.” (Bakara: 145)
Yahudiler hıristiyanların kıblesine dönmedikleri gibi, hıristiyanlar da yahudilerin kıblesine dönmezler. Her iki grup da İsrailoğullar’ından olmasına rağmen, aralarında şiddetli ihtilaf ve düşmanlık vardır. Birbirleriyle uyum sağlamaları ihtimali de mevcut değildir.
Bu durum böyle olunca Resulullah Aleyhisselâm elbette onların arzularına uyacak değildi:
“Sana gelen ilimden sonra eğer sen onların heveslerine uyacak olursan, işte o zaman sen de zulmedenlerden olursun.” (Bakara: 145)
Bu hitab-ı ilâhi zâhirde Resulullah Aleyhisselâm’a olmakla birlikte onun ümmetinedir. Bir müslüman ilm-i İlâhi’yi bırakıp da her an değişen hevâ ve heveslere tâbi olamaz.